Hayır... Ne “Galatasaray getirdi” Türkiye’ye şikeyi... Ne de “Fenerbahçe şike yaptı”!..
Her iki camia adına da reddediyorum.
Varsa yapılmışı...
Birileri getirmişse, icat etmişse, ilk olmuşsa...
Birileri güncellemişse...
Adı “Fenerbahçe ve Galatasaray” değil.
Fenerbahçe ile Galatasaray’ı “o sırada” yöneten insanlardır sadece.
Her türlü “af” gibi vergi affı da “sorunlarıyla birlikte” geldi ve rekabetin “kaliteli üretimden” çok didişme olarak algılandığı futbolu -en nazik yerinden- rahatsız etti!..
Haksız da değiller!
Futbolda muhasebesinde, ödenmesi gereken 20-30 milyonu silmek ile o kulübe bir “dünya yıldızı futbolcu armağan etmek” arasında fark yok çünkü.
Ha vergide 50-60 milyon iskonto, ha sezon başı o takımın hanesine 10-15 puan bonus yazmak. Doğal olarak Fenerbahçe vergilerini tıkır tıkır ödemişse, ezeli rakiplerinin afla ferahlamasını içine sindiremiyor.
O rakiplerin başında da Galatasaray geliyor.
***
Galatasaray’a sorarsanız “borcu yok”!
Ne var bunda şaşıracak?.. Koskoca Dünya Kupası’nı, yılın sekiz ayı akkor Güneş’ten doğal barbeküde yaşayan Katar’a, durup dururken mi hediye edecekti FIFA?..
Hibe olarak ha!..
Delegeler hiç “sakal” yapmayacak...
Platini yolunu bulmayacak...
“Al Katar’ım sen oyna”diyecekler.
Otellerin şahlansın, turizm yatırımların tavan yapsın, jet sosyete gayrı menkullerini kapışsın.
Var mı öyle yağma?
Adamın biri para dolu bavulunu Moskova’da kaybedip gelse, “adam sen de” deyip üzerine bir bardak soğuk su içse, kime ne!..
Keyif onun, para onun...
Hele -bu zamanda biraz nadir olsa da- helalinden kazanılmış paraysa.
“Vah vah” der geçeriz.
Peki, halkın malı bir kulübün “delikli kuruşu” heba edilirse kimi ilgilendirir?
O kulübü sevgileri, emekleri ve paralarıyla yaşatanlar başta olmak üzere hepimizi değil mi?
“Hesaba itiraz” hakkımız ve görevimizdir.
“Kupa”bizde acayip bir şeydir ve üzerinde yazan şampiyonluk, içinden taşan mutluluk, değerli madeni, kulpu, kaidesi, heybeti, temsil ettiklerinin sadece binde biridir!..
Hele “kaybedilmiş kupa”.
Onun anlamı, “kazanılmış kupanın” da binlerce katı.
En iyi, adına “yönetici” denilen meslek erbabı bilir kaybedilmiş kupanın anlamını, maliyetini, acısını.
Spor kültürü, rekabet hoşgörüsü, yarışmacılık ruhu güdük kalmış, centilmenliği empatisi rafa kalkmış her coğrafya gibi “en berbat olan” kupayı kaybetmek değil, onu “başkasının” kazanmasıdır bizde.
***
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ile Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’nun peşinden milyonları sürüklemesi kuvvetle muhtemel mantık ve spor dışı mücadelesi bu yüzden!
Milli Takım Fatih Terim’e teslim edildiğinden bugüne, “yapılanların özeti ile yapılacakların ipucu” Terim’in Yeni Dünya’dan gönderdiği mesajda gizli:
“Milli Takım’da yeni bir jenerasyon yakalamadık, yeni bir jenerasyon buluyoruz”!..
Terim’e alerjisi olanlar, bu cümleyi “ben yarattım” egosuna altyapı olarak dile getirdiğini düşünebilir.
Muhtemelen de “eyvah” demişlerdir.
Aslında “durum tespiti ve proje raporudur” ama diyelim ki öyle...
Terim, “her şeye ben kadirim” mesajı verdi!
O zaman, “ne mutlu bize”!..
Herkesin bildiği bir sırrı söyleyeyim mi size: Fenerbahçe tarihinde hiçbir teknik direktöre Ersun Yanal’a durduğu kadar “mesafeli” olmamıştır taraftar!..
Ve hiçbir Fenerbahçe teknik direktörü bu mesafeden Ersun Yanal kadar memnun olmamıştır.
Açık söylüyorum, şampiyon olamasaydı, sarı lacivert tarihin en çabuk unutulan hocası olacaktı.
Şöhretlerin ardından koşan, sıradan insanları bile bir günde şöhret yapan sosyalleşmenin zirvesindeki bir camiada bu kadar bilinmeyen, bu kadar bilinmek istenmeyen Fenerbahçe hocası ilkti ve tuhaftı.
Red Kit gibi... Yalnız kovboy sanki.
Neden peki?
İki sebebi var:
“Meraklısı”ile “üstadı” ters orantılı bizim gibi futbol ülkeleri için bir tek futbolcumuzun bile Avrupa’ya transfer olması “önemli ötesi” iftihar vesilesidir.
Hele gittiği lig güçlü, kulüp elitse...
Hele “bizimki” o takımın vazgeçilemeziyse.
Bir de şampiyonluk...
La Liga’dan sonra Avrupa mı?
Hayali bile beş seneden başlardı Arda’ya kadar.
O zaman.