Genç yaşında, görev başında, feci şekilde vefat eden medya emekçisi meslektaşım Erkan Koyuncu ardından Galatasaray girişine beş tonluk kapı takanları, bir canlıya zarar vermesin diye önlem almayı unutanları, ambulansı geç ulaştıranları falan suçlayacak değilim.
Çünkü mesele daha derin!
Aslında sorgulamaya “kale kapısına ihtiyaç yaratan davranış bozukluğumuzdan” başlamak gerekir ki, o bile başlangıç noktası değildir...
Hem bazen kızsam, kimi zaman ümidi kessem de yurttaşlarımı severim.
Kıyamam.
Öfkeyi yansıtıp, acıyı hınçla dindirmeye çalışmanın ve alacak “kelle” aramanın ne alemi var şimdi, ne de feci şekilde hayatını kaybeden Erkan Koyuncu’ya faydası.
***
Avrupa’da ilk defa bir Hollanda takımını mağlup eden Beşiktaş’ı yere göğe koyamıyorlar ama bitmiş maça eklenen dakikalar tükenirken penaltı ile gelen gol yüzünden, şöyle doya doya gönülden gülemediğimizi düşünüyorum ben.
Fazla gülenin “iffetinden” ve “ciddiyetinden” şüphe edilme tehlikesinden değil; Beşiktaş’ın genlerine yerleşmiş “skoru korumak istediğinde tam tersini yapıp skoru berbat etme geleneği” hortlar mı acaba kaygısından.
Sakın İstanbul’da tekrarlanmasın endişesinden.
Pesimistlik yapmıyorum, hafızama kurban gidiyorum!
Maçın son saniyelerinde penaltı yaratıp (o da içerde mi dışarıda mı belli değil) gol yiyen takım, 90 dakika güzel oynadığı için alkışlanır lakin, baskı altında telaşa kapılması ve hayati hata yapması asla unutulmamalı.
Unutmak üstünü örtmektir, hatırlamak önlem gerektirir ki, asıl işe yarayandır.
Ömür boyu pek çok “proje hatasının” çatısında tepindim ben!.. Damdaki Kemancı gibi.
Zıpladım, sevindim, kızdım, üzüldüm.
İlkini dün gibi hatırlarım.
Ufaktım ve “şımarık kontenjanından” babamın peşine takılmıştım. Rahmetli mühendisti... İnşaatı bitmeden çöken bir fabrikayı teftiş edip rapor yazacaktı.
Yanılmıyorsam “rüzgar” hesabı yapılmadığı için çökmüştü dev yapı ve yere inmiş çatısı artık benim futbol sahamdı.
Gazeteci olduktan sonra pek çok proje hatasını kovaladım, yazdım, takip ettim. Ama bir tanesi ciğerimi yakmıştı.
Yaş/kuru/rutubetli ayırt etmeden cezalandırmak, insan doğasında var olan ama sadece ilkel veya zıvanadan çıkmış toplumlarda uygulanan bir sevk ve idare yöntemidir.
Teslim olmayan kaledekileri kılıçtan geçirmek eskidir...
Suikasta uğrayan generali için bir kasabayı mezbahaya çeviren Naziler, biraz daha yeni.
Bugün de benzerini yapıyor ortaçağ özentileri.
Çünkü insanın içinde var.
HHH
İster “intikam” duygusu, ister “bir daha yapma” vurgusu, isterse “eyvah kontrol elimden gidiyor” korkusu tetiklesin, hukukla kelepçelenip demokrasi eğitimi tamamlanmadığı, bireyler “adam” olmadığı sürece kılıktan kılığa girip devam edecek.
Kimse kuyusunu kazmaya çalışmıyor Beşiktaş’ın!.. Kimse karıştırmak, alaşağı etmek, zor durumda bırakmak istemiyor.
Lakin Beşiktaş da kabul eder ki, kendisi bu memleketin “güzide” ötesi “çok çok önemlisidir”.
Önemli... Büyük. Milyonlarca sevenli.
Beşiktaş Kulübü’nün toplantı salonunda toplu iğne kutusu devrilse haber olur.
Yerdeki iğne bir Beşiktaşlının ayağına batsa manşet...
Mikrop kaparsa, dizi.
Doğaldır.
Özüne ilişmeden güncellenen muhteşem Fenerbahçe formasından ne gibi mesaj alır “düşünmeyi yorucu bulan” bir futbol tutkunu?
Hiç!
Sadece gözleriyle bakana; “yazısız” hatta...
Lakin formanın dokusunda öyle bir manifesto var ki, XXL boyu...
Oku oku bitmez... Altı punto harflerle önlü arkalı hem de!
Tabi, akıl ve gönül gözleri açık olanlara.
Magazin deyip geçmeyin!.. Ünlü insanların özgül ağırlık/ hacim oranını saptamak açısından basın toplantılarından, röportajlardan, aldım/verdim tasarruflarından çok daha açıklayıcı olabilir bazen.
Örneğin, Beşiktaş Başkanı Fikret Orman...
Hakkında bir magazin haberi okudum, birikmiş “iyi niyetli ön yargılarıma” şerh koydum:
“Beşiktaş Kulübü Başkanı Fikret Orman’ın şoförü, VIP minibüsü üzerine tepe lambası koyarak otobüs durağına park etti”.
Sebebi Allah korusun bir hastalık veya acil durum değil; yemek!
Araç, vatandaşın gözünü acıtıp yüreğini irkilten “teyakkuz” manalı mavi çakara emanet.
Aynı yere Fenerbahçe Başkanı park etse, aracı taraftarlar, Galatasaray Başkanı koysa memurlar koruyabilirdi ama Beşiktaş Başkanı oraya park etmemeliydi...
Galatasaray Prandelli’yi neden istedi; rivayet muhtelif... Fakat Prandelli, neden Galatasaray’ı tercih etti belli: Başkan Ünal Aysal’ın gözleri yüzünden!..
Valla kendi söyledi. İtalyan hoca, Başkan’la göz temasından sonra mesajı almış, Galatasaray’ın büyük projelerine inanmış.
Doğrudur... Gözler kalbin aynasıdır; yalan nedir bilmez onlar! Tabi, bakanın anladığı kadar.
Prandelli İstanbul’a geldiğinde, yine bir göz teması yaşadı ama bu sefer mesaj kendisindendi...