Doymuş, bıkmış, yarı aç yarı tok vatandaşın pilav üstü “az” siparişi kadar “kuru” ve yarım yamalak başladı derbi.
Seyircisi az, enerjisi az, havası az, pozisyonu az...
Başkan Ünal Aysal’ın giderayak verdiği gaz pek işe yaramamış gerilim bile yaratamamıştı!
İkinci dakikada Burak, başkanı Aysal’ın hakem Cüneyt Çakır’a çaldığı maya “tuttu mu” diye bir yokladı... Fenerbahçe ceza sahasına artistik bir uçuş yaptı ama işe yaramadı.
Çakır’ın kimyası yerli yerindeydi belli ki...
Maçın ilk devresinde Arena’nın sahibi Fenerbahçe gibiydi. Çünkü hem hücumda hem savunmada orta sahası hep beş kişiydi.
Onlarca kemancının aynı notaya basıp aynı telde yay gezdirdiği “arabesk orkestrası” nasıl “çok sesli” olamıyorsa, duayenden amatöre yüzlerce yorumcunun “milli Takım” analizi de gelip tek alaturkalıkta düğümleniyor işte:
“Fatih Terim”...
Futbolcularımız, rakiplerimiz, ligimiz, seyircimiz, talihimiz, sakatlar, kaçaklar, gamsızlar, silah, para, şöhret, nefret, her şey yapışıp, sıkışıp, bir parantezde ifade ediliyor... İzah, eleştiri, çözüm sadece Terim üzerinden yapılıyor.
Siyasette “torba yasa”, futbolda “torba çare”:
“Bıraksın Terim”...
“Devam etsin Terim”.
Madem racon bu, biz de evelemeden, gevelemeden fikrimizi tedavüle sürelim.
Bizim derdimiz “sorunu çözmek” değil, “sorunu anlamak”!.. Kaynağı keşfetsek kuruturuz. Sebebi kavrasak çare buluruz. Lakin semptomlarla uğraşmaktan teşhisi koyamıyoruz.
Bin türlü ıvır zıvırdan, ana fikre gelemiyoruz maalesef.
Ya öyle icap ediyor, ya cesaret edemiyoruz ya da algılayamıyoruz.
Her meselede “sebebi” bulmak yerine sonuçları ortadan kaldırmaya çalıştığımız gibi tribünlere de tersten girdik, çıkamıyoruz şimdi.
Önce “Milli Takım’ın taraftarı yok” dedik kabullendik!..
Aslında o anda kaybetmiştik futbolu.
Şimdi, Süper Lig’de her boş tribüne başka bir kulp takıyoruz.
Milli futbolcu Hakan Çalhanoğlu’nun değerli pederi, bir yıl önce Gökhan Töre’nin oğluna ve oda arkadaşı Ömer Toprak’a silah çekmesini Çek maçına saatler kala gündem yapınca gerçek “milli sporumuza” döndük anında!
“Vatan haini avı”...
Söyleyen nifakçı, yazan bozguncu, sorgulayan sorumsuz!..
Kolay değil... Bunca senedir komployu yastık, kumpası yorgan yapmış ve işi gücü bırakmış, bölücü/fitneci avına çıkmış bir milletin evlatlarıyız...
“Milli maçtan önce milli problem yaratanlar” kadar apaçık “operasyonu” nasıl atlarız?
***
Baba Çalhanoğlu bilmiyor mu Milli Takım’ı karıştıracağını, Türk futbolunun çok önemli projelerine taş koymuş olacağını?
İsmail Kartal’ın Konya maçından sonra “çoook şeyler kazandık bu galibiyetle” cümlesi son yıllarda duyduğum en “iç ezici” maç değerlendirmesi!
Cüzdanı kaptırmış adamın, ceket cebinde bir “100”lük bulup sevinmesi gibi.
Demek Kadıköy’de Torku Konyaspor ile ilk yarıyı berabere bitirip on kişi kalmışken “inkar edilemez şansla” zar zor kazanmak, “destan yazmak” gibi geliyor sayın Kartal’a...
Futbolcularıyla gurur duyuyor.
Teknik ve taktik dehasından emin olabiliyor.
Gelecek hakkında umutlarını pekiştiriyor.
Hey Allahım; insan nelere sevinebiliyor!
Fenerbahçe için Torku Konyaspor maçı kâbus gibi başlayıp kâbus gibi bitti ve maçın ilk devresi Fenerbahçe hakkında “endişesi” olan herkesin satır satır okuması gereken bir kitap gibi.
Beş “N” bir “K”, tüm yanıtlar orada!..
Bir kere sinirleri laçka bir Caner var sahada. Haftalar geçiyor, Caner’in sinirleri düzelmiyor. Fenerbahçe 1-0 öndeyken Caner taş gibi penaltı yapıyor ki, hakem rahatlıkla penaltıyla birlikte sarı kart da verebilir... Dua edeceğine parmağı hakemin burnunda sinir kusuyor Caner! Aynı Caner birkaç dakika sonra itirazdan sarı kart alıyor. Aslında ikinci sarıdan Bekir’le birlikte oyundan atılması işten bile değil. Üçüncü sarısı da var ama önemli değil.
İtirazlar ve intikamlar bitmiyor ilk yarının bitmesine saniyeler kala.
Bir kulüp başkanının, sadece “teknik direktör tercihi” yüzünden bile başının derde girmesi, koltuğunun/karizmasının tartışılır hale gelmesi vaka-ı adiyedendir bizde...
Bitmedi...
Teknik direktörün sevk ve idaresi uyumsuz/verimsiz ise camia öyle bir sallar/ yuvarlar ki başkanı, ahir ömründe rock’n roll yıldızına dönüverir maazallah.
Hoca işi hassastır.
Elbette karşılığı olacak.
Bedeli, hocaların iş güvencesinin de “hassas” olması ve teknik direktörlerin balon safrası gibi kullanılmasıdır geleneklerimizde...
* * *
Futbolumuzun en büyük ve en kolay “değişkeni” hocalardır. Mevzuatımıza göre; gelmesi, kuyusunun kazılması, gönderilmesi hatta yollanırken “teneke bağlanması” son derece uygun, algı şablonumuza göre doğaldır.
Ergenlikten bu yana sevgi saygıya dayalı çıkarsız, yol kazasız dostum Falih Özgür, Moda Caddesi’nde inşa ettiği rezidansı daha çabuk satabilmek için muhtemel müşterilerine hitaben dev bir pankarta “Moda’da yaşamak ayrıcalıktır” yazdırsam mı demişti!..
“Evet... Aynen öyledir” yanıtı vermiştim.
Züppelik değildi... Hâlâ temiz pak kalabilen yerlerden biriydi kadim semt.
Lakin, son yıllarda bu “ayrıcalıkların” ilk sırasına “eziyet” yerleşti.
Derler ki, semtin siyasi tercihleri sebepmiş!..
Bilemem.
Bildiğim; eziyet yapılırken, “onarım”, “tadilat” gibi olumlu/yapıcı kelimeler ambalajında sunuluyor bize!