Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, derbinin teri kurumadan ona sunulan mikrofon buketine tane tane açıklıyordu tarihi “Beşiktaş muhtırasını”:
“Tarzımızı değiştireceğiz”!
Yani?..
“Bundan sonra rakibe, Federasyona, hakeme, herkese “gider” yapacağız. Üslubumuzu bozacağız. Sert, insafsız ve çıkarcı olacağız.”
Diğerleri gibi!..
Fecaat!
Savaş alanı yapılmış futbol ormanı, toptan yakılacak.
“Kaybolan bir şeyi bulmanın zevki, bulunan şeyden daha üstündür” demişler!..
Futbolda kayıp şeylerin hepsine kavuşamadık ama bu derbide birazını bulduk galiba.
Nereden anlıyoruz?..
Rüzgar gibi geçti derbi.
Birkaç saniyede gol pozisyonuna girebilen takımlar ile her an her şeyin olabileceği dakikalar meğer ne kadar hızlı akarmış, doksan dakika ne kadar kısaymış.
O yüzden eksiği, yanlışı yazmadan önce sahadaki mücadeleye, futbola, heyecana, zevke, hatta “yarım tribünlere” teşekkürle başlamalıyız lafa.
* * *
Beşiktaş sahaya sağ kaşında bantla çıkmıştı sanki... Önde Gökhan yok... Ki, kendisi Beşiktaş’ın ne kadar adam geçmesi, top tutması, orta yapması varsa üçte birinin patent sahibi...
Sondan başlayalım... Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor gibi kendine “büyük” unvanı yakıştıran kulüpler, Fenerbahçe’nin “1 Milyon Üye” projesini kopyalamak, benzerini bulmak, daha gelişmişini üretmek yerine, dizi film gibi izleyip “dur bakalım ne olacak” diye beklerlerse, birkaç yıl sonra Fenerbahçe’ye asla ulaşamayacak noktada kalabilirler.
Kimse ağlayıp sızlamasın, “devlet nerede” diye bağırmasın sonra. Adamlar karınca gibi çalışıyorlar, rakiplerinin hayalini bile kuramadığı bir organizasyon için memleketi dolaşıp tek tek tuğla topluyorlar.
Önce öbek sonra tümsek, tepe derken milyona gelince, “vay be” hayreti, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor’un “farkı fark ettiği aşama” olacaktır; o saatten sonra ortada kapanacak bir makas da kalmayacaktır. Bilmeyen yöneticiye söyleyelim, bilip de uğraşmayanı, “şimdi sırası değil” diyeni ikaz edelim.
Ne stat, ne tesis, ne transfer... Futbola yapılmış en büyük yatırımdır 1 milyon üye projesi.
Gökhan Töre’nin İngilizce küfrünü Erciyesspor Teknik Direktörü Bülent Korkmaz’ın fark edip 4. hakemi uyarması ve Töre’yi oyundan attırması “teknik” açıdan tamamen makul ve mantıklıdır. Hatta kimileri Bülent Korkmaz’a teşekkür bile edebilir futbol sahasındaki centilmenlik dışı davranışa müdahale ettiği için.
Lakin ben tiksinirim!
Bülent Korkmaz’dan değil; bu davranış kalıbından...
* * *
Yani, “içinde menfaat olan jurnalleme” hadisesi...
İspiyon ayıptır, çıkar için ispiyon iki defa ayıp benim için.
Bunu futbolun teorik planlamasında başlayıp her çalımında her şutunda süren aldatma, galebe çalma ve çıkarını kollama mantığı ile karıştıranlara da yazıklar olsun. Küfür sanadır, anlarım. Ama üçüncü şahıssın. Olayla tek bağlantın, futbolcunun atılıp rakibin eksik kalma ihtimali.
“Ele verir talkını, kendi yutar salkımı” dedikleri bu işte... Bir yandan merakı/muhabbeti azalmış vatandaşı tribüne çekmek, müşteri yapmak için, “dördüncü yıldız” başta olmak üzere her türlü motivasyonu işleme koyacaksınız...
Ki, buna suntadan yıldızlar imal edip ailecek içine doluşarak magazini aşmaktan, son derece konforlu elli binlik stadı bile dolduramazken bir milyon taraftar kampanyası başlatmaya ve sezonun şampiyonluğuna kalıbını basmaya kadar her türlü sözlü/görüntülü atraksiyon dahildir... Sadece güvenilecek teknik direktör ile istikrarlı yıldız futbolcular bulmak, mümkün değilse mevcutları o kalıba sokmak akıl edilmemektedir...
İş “ana ürün futbolu” icra etmeye, müşteri memnuniyetini sağlamaya gelince, yeşil çimenlerde sıfır motivasyonla dolanacaksınız kendiniz.
* * *
Dahası da var.
Vatandaşa “gel gel” diyecek yöneticileriniz, kendileri bırakıp kaçacak sıkışınca.
O yöneticiler ki, aynı kalabalıklara nurlu ufuklar vaat etmişler, dar bütçeli insanlara parlamayan yıldızların formalarını satmışlar, kendileri inanmadıkları fikirler için insanları tartıştırmışlar ve kendi yaz saatlerine ayarla hava karardığında “hoşça kal” demişler.
Galatasaray’a yenilip Beşiktaş’a hazırlanan Fenerbahçe’de, aradaki Gençlerbirliği maçından önce çok ciddi “düzeltme” girişimleri yaşanmış, Başkan Yıldırım’ın teknik direktör İsmail Kartal’ı bir tek nüfusuna aldırmadığı kalmıştı.
Maç başlayınca anlaşıldı ki, tüm yapılanlar “sözde” onarım!..
“Özde” toparlanamamış henüz Fenerbahçe.
Güzel laflar yetmemiş, sahadaki sorunlarına çare bulamamış. Hatta sorunlara yenileri katılmış.
* * *
Elbette bir takımın oyun karakterini yazan teknik direktörüdür. Lakin Gençlerbirliği karşısındaki Fenerbahçe’de hoca yazmakla kalmamış, resmen “imla hataları” yapmış.
Örneğin takımı kurtaran iki bekten Caner kulübede bekletilip, Gökhan da sekince kanatları çökmüş bir Fenerbahçe kaldı geriye.
Kusura bakmayın!.. Galatasaray başkanlık yarışını kimin kazanacağına Genel Kurul üyeleri karar verir ama sayın Alp Yalman’ın başkan olmaya “gerçekten” karar verdiğine inanmıyorum ben!..
Böyle seçim yarışı görülmemiştir.
Hele durumun vahametiyle hiç orantılı değil...
Benim bildiğim; seçimin kimyasında “abartma” vardır. Eleştirmek, hatta suçlamak vardır. Yapılana bin katıp övünmek, yapılan hiçbir şeyi beğenmeyip eleştirmek mubahtır.
Oysa bu büyük kulübün alın yazısını belirleyecek tarihi genel kurul ve öncesi tamamen farklı.
Seçim mi, devir teslim mi anlaşılamıyor.
Bırakan başkan da kulübün “batak içinde” olduğunu söylüyor, onun işaret ettiği başkan adayı da, tümüne karşı olması gereken Alp Yalman da...
Derbiyi kaybeden Fenerbahçe takımı ve teknik direktörü için her türlü eleştiriyi yapabilirsiniz...
Hocayı seçen, transferleri yapanları da beğenmeyebilirsiniz...
Lakin Fenerbahçe’yi yöneten “aklı” tebrik etmelisiniz. Hem de sadece Fenerbahçe parantezinde değil; koskoca bir tebrik...
Türk futbolu adına.
Aslında tebrik de yetmez; teşekkür etmelisiniz!
Neden mi?
Derbiye bir gün kala Galatasaray başkanı sayın Ünal Aysal ne dedi?