Sanılanın aksine, Galatasaray’da en çok harcanan şey “para” değil “insan” bence!
Kulüp sanki dev bir AVM.
İş kolu, “almak satmak” üzerine.
Bakınız, Ünal Başkan Fatih Terim’den başladı, Abdurrahim Albayrak ile Ali Dürüst’ten çıktı.
Kulüp emekçilerini saymıyoruz!..
Araya bir de Mancini sıkıştırdı.
Kimse inkar etmesin, iki büyük takımın fikstür icabı mücadelesini aşıyordu olay!.. Sebep; Ersun Yanal.
Hoca’nın Trabzonspor ile ilk sınavı olduğu için değil sadece...
Ersun Yanal ismiyle Arena’da sanki üçüncü bir takım daha vardı.
İster fantezi, ister abartma deyin; daha düne kadar “Ersun Yanal” diye bağırmıyor muydu Fenerbahçe?
İşte o hoca, başka bir rakiple Galatasaray’a rakipti.
Çizgi film gibi.
Yanal’ın yaptığı; Galatasaray’a yumruk, Fenerbahçe’ye asker selamı...
UEFA kulağının üstüne yatsa da Belçikalı dürüst gazeteci, Anderlecht’in Türk seyircisine reva gördüğüne “ayırımcılık“ diyebiliyor.
En milliyetçisi bile ırkçı bilet saçmalığını içine sindiremeyip, “ilginç“ olarak niteliyor?
İşe bakın:
Ben “ayıp“ diye haykıramıyorum buradan!
Neden?
Adamlar haklı.
Sende bir “hastalık“ varsa, kendisini koruyacak.
Milli maçın milli felaket haline gelmesi çok acı... Ama daha acısı, rezaletin “isimsiz” kalması.
Kim yaptı, niçin, nasıl, bu kaçıncı... Hep karambol.
Sebep-sonuç, fail-maktül kimliksiz.
Neden?
Çünkü taraflıyız.
Angajeyiz.
Kimse kusura bakmasın...
Ağlamayı bırakın, durumdan vazife çıkarın!.. Fırsat ayağımıza gelmiş. “Muhteşem” bir durumdayız.
Dibe vurmuşuz... Şans doğmuş.
Atatürk’ün gençliğe hitabesini hatırlıyor musunuz?
Aynen o koşullarda futbol.
Ne olacak peki?
Ya kendimize acıyarak geçireceğiz zamanı, vahim manzarayı boş ve süslü betimlemelerle ağlakça çizeceğiz... Ya da damardan gireceğiz kronik dertlerimize.
Tabi yakınmanın şehvetinden kurtulup, tezgahı sürdürme yalakalığından vazgeçip, mevcut düzenin ağalarından tırsmaz ve emir kulu olmazsak.
Görev tanımı, hukuk çerçevesi ve etik kurallar dışında kişilerin/kurumların “tercihleri” kimseyi ilgilendirmez elbet.
Herkes dilediğini sever, dilediğine vefa duyar.
Lakin “istikrar” diye bir kavram var. Dün ilanı aşk ettiğini bugün görmezden geliyorsan, “neden” diye sorarlar adama...
Sorarım.
* * *
Siz, futbolumuzun saygıdeğer unsurları;
Takvimin 10 Kasım yaprağı, zaman ve zemine göre sadece “mesaj alıp vermek için” kullanılacak bir gün müdür?
Not ortalamasını yükseltmek için “dar alanlı lokum sınavlar” yapar ya insaflı hocalar lise yıllarında...
Çaykur Rizespor maçı da Fenerbahçe için aynen öyle olacaktı.
Gelsin puanlar!
Çünkü evindeydi, derbi moralliydi ve hem kadrosu hem özgül ağırlığı yüksekti Fenerbahçe’nin.
Sınav başladı ve şok!..
Henüz 6. dakikada kendi kalesine gol atan Kadlec’i mi istersiniz, 25. dakikada penaltı kaçıran Kuyt’ı mı, devre bitmeden sakatlanan ve yürekleri hoplatan Gökhan’ı mı, 58’de Emenike’nin verilmeyen penaltısını mı?
İstediğiniz kadar baskılı oynayın, iyi pas yapın, arzulu ve istekli olun, pozisyona girin, doksan dakikanın yarısına gelmeden yaşanan bu serüven az buz iş değildi.
Diego Fenerbahçe takımına monte edilir... Hem de cuk oturur hiç merak etmeyin!
Prandelli, “reiz”in yardımı, Abdurrahim Albayrak’ın inayetiyle Galatasaray’ı ve Süper Lig’i çözer, sezonu bile bitirir...
Ersun Yanal, saçları ağarmış ama henüz buluğ çağından kurtulamamış Halilhodzic’e beş basar.
Hiçbiri gözünüzde büyüttüğünüz kadar vahim değildir. Hepsi halledilir.
* * *
Ters tarafınızdan kalktıysanız...
Adrenalin seviyorsanız.