Fenerbahçeli taraftarlar herhalde dünkü maçı çok sevmişlerdir. Nasıl sevmesinler ki, aylar sonra pres, dayanışma, yardımlaşma, cesaret ve özgüvenin en güzel örneklerini verdi takımları... İlk kez stressiz, bayram havasında, keyifli bir doksan dakika izlediler... Yeme de yanında yat misali... Sanırız futbolcular hafta içinde kazanamamaları halinde neler kaybedeceklerinin hesabını iyi yaptılar ki, bu kadar çabuk kimlik değiştirdiler. Eskişehir’deki bezgin, lige havlu atmış, çaresiz takım gitmiş yerine sanki “daha lig yeni başlıyor” diye bağıran bir Fenerbahçe gelmişti... Hep istim üzerinde, sürekli baskı yaparak kendilerine yakışan formatı yakaladılar. Teknik Direktör Aykut Kocaman’ın elinde sihirli bir değnek olmadığına göre bir hafta içinde sahaya iki farklı karakter koyan futbolcuların bundan böyle hiçbir bahanesi kalmadı. Eğer böyle oynamayı becerebiliyorlarsa devamını da getirmeliler. Aksi halde asıl suçlu duruma kendileri düşerler.
Fenerbahçe’nin oynadığı futbolu yorumlamak, analiz etmek ya da tartışmak hakikaten imkansız. Çünkü ortada futbol adına hiçbir şey yok. 11 şuurunu kaybetmiş adamın, amaçsız, hedefsiz, gayesiz ve de en önemlisi ruhsuz bir şekilde koşuşturmasından - pardon yürüyüşünden - başka dün Eskişehir’de ne vardı ki... Bir takım kötü oynayabilir. Kabul... Hele hele Fenerbahçe gibi ağır bir travmadan geçiyorsa sahada senkronu tutturmak kolay olmayabilir. Buna da kabul... Ancak sabahlara kadar başkanlarının tahliye olmasını Adliye kapılarında bekleyen bir taraftar grubu böyle bir takımı ne kadar hak ediyor, Fenerbahçeli futbolculara sormak lazım. Belli ki Fenerbahçeli oyuncular tüm hafta boyunca Çağlayan Adliyesi’ndeki havanın etkisinden kurtulamamışlar. Akıllarını ve ayaklarını İstanbul’da bırakmışlar. Çünkü dün geceyi başka türlü izah edemiyor insan... Eğer bu böyle devam edecekse de bu takıma Aykut Kocaman değil bir psikolog gerek... Çünkü Kocaman bu işin üstesinden gelemiyor.
Sivasspor ilk yarıda Fenerbahçe’nin savunma zaaflarından o kadar iyi yararlandı ki, belki de soyunma odasına tek farklı galibiyetle değil de üç puanı garanti ederek gitmeleri gerekirdi. Yenik duruma düşmelerine rağmen Ziegler ve Gökhan’ın arkasına çok rahat adam kaçırdılar. Bunun sonucunda iki gol atmakla kalmadılar, sayısız fırsatı da cömertce harcadılar. Fenerbahçe ise o deplasman görüntüsünü uzun bir süre sonra evine de taşımış gibiydi. Orta saha toptan kaçıyor, sağlıklı bir koordinasyon hiçbir şekilde sağlanamıyordu. İkinci yarıya Fenerbahçe biraz daha derli-toplu çıkmasına rağmen Pedriel’in boş kale yerine topu auta gönderişi gecenin seyrini değiştirdi. Senaryosu önceden kesinlikle yazılamayan futbol, Kadıköy’ü dolduran 35 bin kadın ve çocuk taraftara unutamayacakları bir masal sundu. Alex’in füzesiyle güven tazeleyen Fenerbahçe, rakibinin bir anlık sersemliğinden iyi yararlandı ve bir anda iki farkı yakaladı. Sakın bu dört gollü galibiyet kimseyi kandırmasın. Fenerbahçe taraftarı takımının düzeldiğini sanmasın... Dün gecenin özeti biraz şans, biraz Pedriel, biraz da Alex’ti. Hepsi o kadar...
Evet her maç şapkadan tavşan çıkarmasına alıştığımız Brezilyalı yıldızın son dönemlerdeki hali iç açıcı gözükmemekte. Fenerbahçe’nin asıl meselesi “şu an koşmuyor, mücadele etmiyor, takımı eksik bırakıyor” diye eleştirilen Alex gibi en az 18 oyuncusunun bulunması
Fenerbahçe’de işler kötüye gitti mi hemen Alex - Aykut Kocaman kavgası ısıtılıp sofraya konuyor...
Evet bu ikilinin arası hiçbir zaman güllük gülistanlık olmadı... Ancak o hesap polemiğe girmeden, kavga etmeden, birbirlerini fazla üzmeden, Alex’i Lefter ile aynı kefeye koyan tribünleri fazla germeden geçen sezonun devre arasında kapanmamış mıydı?
Başkan Aziz Yıldırım’ın da devreye girmesiyle tereyağından kıl çeker gibi mesele tatlıya bağlanmıştı... Şimdi hem Fenerbahçe’nin Alex’e, hem de Alex’in Fenerbahçe’ye en fazla ihtiyaç duyduğu bir ortamda yara kaşınıyor, bir çuval sorunun içine en kırılgan, en hassası bırakılıyor... Ocağa sürekli odun atanlar, “Kocaman’ın sisteminde Alex’in yeri yok” şarkısını yeniden hit yapma peşinde...
Fenerbahçe’nin bugünkü kötü tablosunun sorumlusu Alex de Souza değildir. Evet her maç şapkadan tavşan çıkarmasına alıştığımız Brezilyalı yıldızın son dönemlerdeki hali iç açıcı
Bu ligde her takım tatlı sert, dirençli bir oyunla Fenerbahçe’yi rahatlıkla yenebiliyor. Dün Karabük’teki manzara bundan önceki deplasmanların bir kopyası değil miydi? Bu takım futbolun temel dinamiği olan savunma ilkesini hiç uygulamıyor. Herkeste topu karşı kaleye ben taşıyacağım ihtirası var. Ama iş yükümlülüğünü yerine getiren tek isim yok. Ağır oynayan adamların çokluğu, rakip baskısını bir türlü kıramayan akıl yoksunluğu ile maç kazanmak ne kadar mümkün olabilir? Koca Fenerbahçe takımının formasını giyen milyarlık kramponlar daha sahada nerede duracaklarını bilmiyorlar. Sistemsizlik sistem olup çıkmış. Caner sağ açık başlıyor, sola gidiyor, maçı sol bekte bitiriyor. Mehmet Topuz orta sahadan, sağ kanada geliyor, sahadan sağ bek çıkıyor. Gerçek sol açık Stoch kenara alınıyor, çakması Bienvenu’dan medet umuluyor. Vah, vah, vah... Aykut Kocaman bu sene farklı bir durumun söz konusu olduğunu söyleyip duruyor. Ancak Fenerbahçe taraftarlarının kaşları her hafta biraz daha çatılıyor, gözlerde acı ve öfkenin damlaları birikiyor. Bu seyirci ve camia bu oyunu hak etmiyor. Fenerbahçe küme düşer mi, düşmez mi diye tartışırken, Kocaman gözden düşüyor ki en acıklısı da bu...
Son yıllarda derbilerde rakiplerine büyük üstünlük kuran, hele hele Şükrü Saracoğlu’nda oyunun ibresi hep lehine olan Fenerbahçe dün sahaya yine favori çıktı ama bu sadece kağıt üzerinde kaldı. Bu kadar eksik bir Beşiktaş karşısında üç pas yapamayan, öne geçmesine rağmen tek bir etkili kontratağa çıkamayan, fizik olarak her hafta biraz daha dibe çakılan bir Fenerbahçe’yi sanırız seyircisi uzun yıllardır görmemiştir. Haftalardır tek sorununun forvet olmadığını yazdık, durduk. Bırakın Moussa Sow’u, dünyanın bir numaralı golcüsünü getirseniz, onu topla buluşturamadığınız sürece parayı sokağa atarsınız... Bu ligin pas yüzdesi en yüksek, hızlı hücumları en etkili takımı Fenerbahçe’nin bu özellikleri giderek kayboluyor. Aykut Kocaman bu takımın üzerine bir şeyler koyacağı yerde Fenerbahçe hızla geriye gidiyor, kimliğini yitiriyor. Kısacası miras eriyor... Dünkü galibiyet Yobo’nun kusursuz oyunu, Gökhan’ın yerine giren Orhan Şam’ın müthiş arzusu, Serdar ile Ziegler’in görevlerini eksiksiz yapması ve biraz da şans faktörü sayesinde geldi. Gerisi hikayeydi.
“Taşıma suyla değirmen dönmez” sözü sanki Fenerbahçe için biçilmiş bir kaftan... Sezon başından bu yana ya Alex, ya da Stoch’un bireysel becerileri ile çoğu zaman günü kurtaran sarı-lacivertli ekipte takke iyice düşmeye başladı. Takımda kimse sorumluluk almıyor, savaşmıyor, hiçbir şekilde direnç göstermiyor... Herkes birer hayalet avcısı... Serdar Kesimal sağına-soluna dönene kadar artık emeklilik günlerini yaşayan Gekas üç gol attı. Cristian - Mehmet Topuz şahane iki refakatçı... Geri kalanlar ise içler acısı... Bu kadar mı ruhsuz oynanır bu oyun? Teknik Direktör Aykut Kocaman mı? Hakikaten şaşırtıcı... Samsunspor karşısında hasbelkader öne geçiyorsunuz, ardından klasik bir şekilde savunmaya yaslanıyorsunuz. Kocaman bu takımın kontratağı beceremediğini, böyle bir yeteneği olmadığını hâlâ göremiyor. Gekas’ın daha ilk dakikadan başa bela olacağını tüm Türkiye tahmin edebiliyor. Kenardan tık yok. Sow transferi için “Umarım ne o bizi utandırır, ne de biz onu” demişti Kocaman... Galiba Fenerbahçe, Sow’u utandıracak... Çünkü bu takım kalitesizliğin, niyetsizliğin, isteksizliğin en büyük temsilcisi oldu ne yazık ki...
Fenerbahçe yaşadığı travmalardan mı, çalışmamaktan mı yoksa işgüzarlıktan mı bilinmez ama iki yüzlü bir takım olup çıktı. Muhteşem başladığı oyunların sonunu getirirken akla karayı seçiyor. Manisa, Kayseri ve dün geceki Mersin İdmanyurdu maçları bunun en güzel örnekleri... İlk yarıda rakibin de yumuşaklığını iyi değerlendirerek bilinçli, arzulu, tempolu futbolun karşılığında iki gol bulurken, en az üç mislini kaçırdılar... Alex’in sükuneti, aklı ve klası gözlerin pasını siliyor, o çok eleştirilen Özer ve Bienvenu bile sırıtmıyordu. Ancak ikinci yarı direksiyonu rakibine veren, topu kazanmak için hiçbir çaba harcamayan adeta Mersin’e maça ortak olması için davetiye çıkaran Fenerbahçeli oyuncuların son dönemlerde 60’dan sonra fiziki açıdan bitmeleri dün gece iyice sırıttı. Kulübeden de gerekli hamle ve destek gelmeyince bayram havasında giden maç ıslıklarla noktalandı. Moussa Sow transferinden sonra geleceği umutla bakan Fenerbahçeliler şunu unutmamalı. Tek gülle bahar olmaz. Oyun içindeki dalgalanmalar bitmeden, futbol istikrarı geri gelmeden bu takımdan “şov” beklenmez...