Artık derbi maçlarda takımların kalitesi ikinci planda kalıyor. Ev sahibi kimse rakibine psikolojik bir baskı kuruyor, bir adım öne çıkıyor. Galatasaray da dün gece bu kartını masaya koydu. Fenerbahçe’ye belki bariz bir üstünlük kurmadı ancak soğukkanlı, kontrollü, yardımlaşmalı oyun planı ile istediğini bileğinin hakkıyla aldı.
Peki F.Bahçe nasıldı? Kurgu hatası, klasik yanlışlar yenilgiyi hazırladı. İlk yarı, hatta maçın tamamı dengede gitmesine rağmen Cristian’dan kaynaklanan hücum tıkanıklığı zaten zor olan maçı daha da sıkıntıya soktu. Bu kayıp Fenerbahçe’yi yarıştan asla koparmaz ancak ligin ikinci yarısında hem Avrupa’da, hem de ligde kalıcı olabilmek için bir takım şeylerin düzelmesi gerek... Neler mi?
* Sow’a mutlaka iyi bir partner bulunmalı... Yoksa bu kadar formda bir golcüden ancak bu kadar verim alabilirsiniz.
* Meireles’de büyük düşüş başladı. Geldiği günlerdeki diriliği, canlılığı mumla aranıyor. Aman dikkat.
* Kocaman’ın artık bir B planı yaratması lazım. Mevcut sistem arızaya uğradı mı, kenardan ne kadar suni tenefüs yapsanız da takımı ayağa kaldıramıyorsunuz.
* Cristian’ın durumu zaten malum. Herhalde Alex’in boşluğunu doldurmak yönetimin ve teknik
Fenerbahçe özellikle Kadıköy’de oynadığı maçların ilk 45 dakikalarını “feda” etmeyi gelenek haline getirdi. Aykut Kocaman’ın kafasındaki takım tertibi, oyun şablonu, teknik adam öngörüleri ne yazık ki sahada ete-kemiğe bürünmüyor. Ama nedense yanlışlardan bir türlü dönülmüyor.
Sezon başından bu yana bir iki maç hariç (M’Gladbach ile Beşiktaş ve G.Birliği ikinci yarıları) ne bir futbol zenginliği, ne de güzelliğine şahit olduk. Hep bir kör dövüşü... Hep bir kargaşa oyunu... Ve aslında sorun hep aynı yerde....
Şu soruların cevaplarını açıkcası merak ediyoruz;
1. Savunma önünden top alamayan, sırtı kaleye dönük tüm yetilerini kaybeden Cristian bütün hücum planlarını bu kadar sekteye uğratırken, neden sürekli Sow’un arkasında?
2. Rakipten top kapma konusunda hayli beceriksiz olan Fenerbahçe takımı istediği baskıyı kuramıyor. Niçin buna bir çözüm bulunamıyor?
3. Bu takımın en iyi yaptığı iş olan pas oyunu yerine neden sürekli toplar şişiriliyor, organize ataklar tercih edilmiyor?
4. Kocaman’ın söylemlerinin aksine futbolun koşma kısmı hala eksik. Neden her maçta rakipler en az 5 kilometre fazla koşuyor?
Fenerbahçe’de haftalardır şu görüntü var; iştahlı oynuyorlar, sahadaki herkes ciddi ve disiplinli. Dün geceye kadar takım savunması da fena değildi. Ancak farklı kazanılan Gençlerbirliği karşılaşması dahil üretkenlik hep sıfırdı.
O yüzden Kayseri’de ortaya çıkan fotoğraf, kaybedilen puan o kadar da sürpriz sayılmamalı. Nedenlerini şöyle sıralayalım:
1. Cristian ile sonuca gitme düşüncesi Haliç’te orkinos balığı avına çıkmaya benziyor. Brezilyalı belki çok pozisyona giriyor ama o topu içeri atacak kalite ve beceri oranı bir hayli düşük. Kaçırdıkları en güzel örnek...
2. Sow gibi istim üzerindeki bir forvete organize bir şekilde asla top gelmiyor. Senegalli yıldızdan her maç jeneriklik gol atmasını beklemek fazla acımasızlık.
3. Eğer Meireles ile M. Topal arasında bir tercih yapılacaksa bu daima Topal olur. Meireles çıktıktan sonra savunmanın son bölümlerdeki hali ortada...
4. Fenerbahçe hala Kadıköy’deki karakteristik özelliklerini deplasmanlarda gösteremiyor. Takım sürekli seyircinin kendisini itmesini bekliyor.
5. Aykut Kocaman belki 11’ini oturttu ama tüm takımlar ne yapacağını ezbere biliyor. Kimin girip kimin çıkacağına kadar...
Kadıköy’de nefis bir futbol gecesine tanıklık ettik. Hem disiplin ve ciddiyet, hem coşku ve ihtiras vardı...
Fenerbahçe, yorgunluktan mı, zafer sarhoşluğundan mı bilinmez ama öylesine kötü başladı ki oyuna, Gençlerbirliği’nin golü adeta bağıra bağıra geldi. Bu bile sarı-lacivertli kramponlara bağlanmış zincirleri kıramadı. Taa ki haftalardır hiç tutukluk yapmayan, tam zamanında arkadaşlarını bir çalar saat gibi uyandıran Sow devreye girinceye dek... Senegalli öyle klas bir vuruş yaptı ki, tüm Fenerliler’in göz kenarlarındaki çapakları sildi...
Sonrası mı tam bir resitaldi... İkinci yarı rakibine baskı kurup inat ve ısrarla boğuşan bir takım, hem de o takımın bir parçası olarak parlayan yıldızlar sahne aldı... Teknik Direktör Aykut Kocaman’ın futbolcularına neyi istediğini artık daha iyi anlatabildiğini, bazı ilkelerini herkese benimsettiğini bariz bir şekilde görüyoruz. Ancak Kocaman’a iyi bir ilk 11’in değil de iyi bir yedek kulübesinin şampiyonluk için gerekli olduğunu hatırlatmaya gerek yok sanırım. Bazı oyuncuların hafif de olsa sallanması rotasyon eksikliğinden kaynaklı...
Yine de Fenerbahçe’nin hem Avrupa’da, hem de Süper Lig’de çok ekmek yiyeceğini, bir iki takviye
Süper Lig’de kendine ciddi hedefler koymuş, tüm gelecek planlarını ilk beş üzerine kurmuş iki takımın bu kadar dağınık, yetersiz ve baştan savma oyun anlayışlarını kabul etmiyoruz.
Kasımpaşa da, Orduspor da dün rakip kaleye özel davetle giden, oyun kurmak yerine uzun top denemeleriyle sorumluluktan kaçan bir görüntü içindeydiler. Sahi bu oyuncular, bu teknik adamlar böyle sevimsiz bir futbol izlettirmek için mi transfer edildi?
Hadi Cuper’in savunma üzerine kurulan stratejisini bilmeyen yok. Peki Şota’ya ne buyrulur? van Gaal gibi bir hücum taktisyeninin yanında kurs görüp bunu yıllarca ne Kayserispor’a, ne de bugüne kadar Kasımpaşa’ya yansıtan Gürcü hocanın artık hünerlerini gösterme vakti geldi de geçiyor bile...
Haftalardır sahaya çıkan ilk 11’in hücum beceriksizliğine göz yuman, yeni bir arayış içine girmekten ısrarla kaçınan Şota, tipik bir kontratak takımı yaratmış. Zaten iç saha sonuçları da bunu fazlasıyla destekliyor. Orta göbekteki Kerem ve Ernst ile önlerindeki Hakan Özmert ne kadar disiplinli oynasalar da takımı ileriye itecek hücum yaratıcılığına asla sahip değiller. Özer ve dün nispeten arkadaşlarına oranla daha fazla arayış içindeki Djalma kapalı
Caner’in sorumsuzluğu mu, yoksa Fırat Aydınus’un işgüzarlığı mı? Sonuçta 27. dakikada 10 kişi kalan Fenerbahçe’nin gecesi kâbusa dönüşmüştü bile... Takımın omurgası, hem savunmada hem de orta alanda yerinden oynamıştı... Fenerbahçe’nin başına gelen disk kayması gibi bir şeydi. Üstüne üstlük soyunma odasına giderken bir de penaltıdan yenilen gol tüm sinirleri ip gibi gerdi...
Yine de oyundan düşmediler, adımlarını şaşırmadılar. İkinci yarıda heyecanlarını ve isteklerini kaybetmeden yürüdüler... Yürümekle kalmadılar, gerektiğinde iki kişilik koştular...
Yardımlaştılar, çalıştılar... Zaman zaman hata da yapmadılar değil. Ancak tüm takım sorumluluğu paylaştı. Sow’un yine şapkadan çıkarttığı bir golle akıttıkları terin karşılığını aldılar.
Evet Fenerbahçe, Eskişehir’de belki iki puan bıraktı ama aldığı bir puan kaybettiklerinden daha anlamlıydı. Krizi iyi yöneten Aykut hoca ve tüm olumsuz şartlara rağmen ayakta kalmayı başaran futbolcular bu formanın gerçek karakterini ortaya koydular, kahramanlar gibi maçı noktaladılar. Öyle bir özgüven kazandılar ki, şampiyonluk yolunda tüm rüzgârı artık arkalarına aldılar...
Fenerbahçe, Orduspor karşısında öyle bir ikinci yarı oynadı ki, daha önce bu takım neredeydi dedirtti. Diyeceksiniz ki skor tabelası hiç de öyle bir görüntü vermiyor... İşte bütün mesele de burada zaten...
Öncelikle şunu belirtmek lazım... Fenerbahçe’nin fizik gücü her geçen gün biraz daha ileriye gidiyor. Oyuncular büyük bir mücadele ve enerji ortaya koyuyor. Aykut Kocaman, Egemen dışında kafasındaki ideal 11’i hemen hemen yakaladı. Ancak bu kadro sahada maksimumu yakalasa bile beceri eksikliği çok rahat maç kazanmaya hep engel olacaktır. Atılan iki gol de tamamen bireysel yeteneğin ürünü. Sow adeta kendi yarattığı bir pozisyonu golle sonuçlandırdı, Sezer uzak mesafeden köşeye topu yapıştırdı. Dün akşam pas trafiğinin artması, savunmayı 20-30 metre önden başlatma çabaları önemli artılardı. Ama gelin görün ki, şu an omurganın en önemli parçası olan Cristian’ın son pasları kullanmadaki yanlışları ya da kararsızlıkları bütün güzellikleri ister istemez gölgeliyor, adeta takımı dizginliyor.
Kocaman’ın “ileride bu takım çok iyi olacak” öngörüsü Orduspor maçının ikinci yarısında ciddi bir inandırıcılık kazandı. Ama hocanın hayallerini süsleyen ekip için gerçek bir 10 numara şart.
Kasımpaşa da, Antalyaspor da ligin benzer özellikler taşıyan iki ekibi... Takım oyunu oynamaya, takım olmaya çalışıyorlar... Kendi alanlarında fazla yoğunlaşmadan, savunmaya gömülmeden, her yerde basarak, yardımlaşarak, büyük bir dayanışma örneği sergiliyorlar... Temel felsefe bu...
Ancak dünkü maç topladıkları puanlara rağmen iyi birer hücum takımı olamadıklarının kanıtıydı. Örneğin Kasımpaşa, hücum karakteri yüksek oyunculara kesinlikle sahip değil. Uche, Hakan Özmert, Özer ve Djalma ile ligde zor pozisyona girerler... Şota’nın Adem Büyük ile 10 kişi oynadıkları son 15 dakikayı, ilk 75 dakika ile karşılaştırıp iyi bir analiz yapması şart. Çünkü Özer bu kadar istekli ve arzulu oynarken, elde hareketli bir santrfor varken bu kısırlığın tek nedeni tercih hataları. Kasımpaşa’nın Uche’yi forvet hattında rahatlatacak formüller üretmesi şart. Mevcut kadroda şu an için en iyi alternatif de Adem Büyük...
Antalyaspor cephesine gelince; Fenerbahçe galibiyeti sonrası ciddi bir baskıya girdikleri kesin... Sürekli alt sıralarda verilen mücadelenin ardından bu zirve kostümüne alışmak kolay olmayacak. Puan cetvelinin tepesi hem Teknik Direktör Mehmet Özdilek’i, hem de oyuncuları