Sevgi her şeyi iyileştiren mucizedir. Hayatımızın her anını güzelleştiren sevgidir. Havada, suda, toprakta, güneşte, ayda var olan sevgi her nefeste içimize akıyor. Dünyada azalan hatta yerini şiddete bırakan sevgi yeniden gücüne kavuşuyor.
Yaşadıklarımız öğrenmek ve öğretmek içindi. Öncelikle geçmişi sevgiyle kabul etmek ve kucaklamak gerekiyor. Yaşadığımız her şeyin sevgiyle anılması şimdiyi rahatlatır. Huzurda kalabilmek için negatif bağlardan sevgiyle ayrılmanın zamanı geldi. Geçmişin acısını ve kederini, hataları kendi içimizde affetmeliyiz. Affetmek sevginin ifadesidir. Başkalarını affederken kendinize olan sevgiyi yüceltirsiniz. Affetmemek kendi içinde biriktirdiği tüm negatifi sürekli içten içe yayar. Affetmeyi sadece kendin için yapıyorsun.
Geçmişi sevgiyle kucaklayıp olanları anladığımız zaman gelecekten negatif olayların oluşumunu sileriz. İçinde olanları sevgiyle kabul edilmiş geçmiş harika bir geleceğin ilk adımıdır.
Şimdiyi sevgiyle kucaklayıp içinde olmaya gayret göstermeliyiz. Şimdide, anda sevgi yoksa geçmişte ve gelecekte olmasını bekleyemeyiz. Şimdinin içinde sahip olduğumuz sevgi her an önceye ve sonraya yayılacaktır. Yarın için geçmişi sevgiyle
Mutluluk hepimizin peşinde koştuğu, çeşitli yöntemlerle ulaşmaya çalıştığı bir duygu hali. Bazen peşinden koşarken yoruluyoruz bazen minik anların içinde bulup uzun süre ona tutunabiliyoruz. Mutluluk herhangi bir tanıma sığmayacak kadar derin, sadece anların içine sığacak kadar sadedir.
Her şey mutluluk için bir sebep olabileceği gibi herhangi bir şey ondan uzaklaşmamızı da sağlayabilir. Peki ya mutluluğu bu kadar pamuk ipliğine bağlı tutan nedir? Neden bir anda var olup sonrasında sürdürülebilir bir hal değildir?
Mutluluk ile aramızdaki mesafeyi belirleyen en önemli etken mutluluğu dışarıda, başkalarında, nesnelerde aramaktır. İnsanlar iyiliğin ve güzelliğin kaynağının kendisi olduğunu unuttukça mutlu, huzurlu olmak için tüm dikkatini dışarıya verir. Evrensel yasalar gereği kendinde var olduğunu unuttuğun ve dışarıda aradığın hiçbir şey sana gelmeyecektir. Yasayı pozitif hali ile okursak; kendinde var olduğuna inandığın her şey seninledir, yaşaman için hazırdır.
İnsanlar mutlu olmanın tanımında çoğunlukla sevdiklerini ve hayal ettikleri nesne ve durumları kullanırlar. “Çocuklarım iyi olursa mutlu olurum” “Bir sevgilim olursa mutlu olurum” “İstediğim evi / arabayı alırsam
Huzur, sükûnet ve denge insanın altın anahtarıdır. Yaşamımız boyunca huzura ulaşmak için uğraşıyoruz. Çeşitli yollar deniyor, çareler arıyoruz. İçimizden, özümüzden uzaklaşıyor, huzursuzlun içine daha da gömülüyoruz. Ardından huzurun peşine düşüyoruz. Huzurun eksikliği, içimizdeki yücelikten uzaklaşmanın boşluğunu ne yaparsak dolduramıyoruz.
Yaşamın her bir anının tadını çıkarmak, huzuru aktive etmek için gereklidir. Geçmişin acısı ve kederiyle vakit geçirdiğimiz şimdi, geleceğin kaygısı ile yaşamadığımız anlar akıp giderken huzur da elimizden kaçıyor. Her şey “an”dadır.
Şimdi otur ve düşün; istediğin huzur mu huzursuzluk mu? Eğer huzuru seçiyorsan affetmekle başlayalım. Kendini, olan ve olmayanı, herkesi ve her şeyi affedelim. Affedemiyorsan olma sebeplerini anlamaya çalış. Olanın ve olmayanın bir hayrı vardır. Anlayış, huzur yolunun ışığıdır. Olanı ve olmayanı anlamanın ışığının yolunu aydınlatmasına izin vermelisin. Kendini, yaşamı ve diğerlerini anlamaya çalışmak senin anlaşılman için en büyük ilk adımdır.
Hoşgörünün ana vatanında yaşıyoruz. Kendimize besleyeceğimiz minik bir hoşgörü evrenle aramızda kalıcı bir bağ olacaktır. Kendini hoş gören hayatı ve diğerlerini de
Anların, günlerin verimi bozabilecek negatif enerjiler ve nazar diye adlandırdığımız kötü niyetlere karşı korunmanın yollarından bahsetmek isterim sizlere.
Öncelikle nazar ya da negatif enerjiler kişileri neden ve nasıl etkiler bunu anlatayım. İyi ve kötü bütün enerjiler bedenimizin etrafında 2 cm kalınlığındaki aura dediğimiz enerji beden ile yönetilir. Aura temizlenmesi ve iyi bakılması gereken bir bedendir. Kalınlığının ve yoğunluğunun doğru bir şekilde olması gerekir. Olmaması halinde incelir ve gelen enerjileri yönetememeye, süzememeye başlar. Böylece tüm enerjiler bedene ulaşır.
Beden aldığı enerjiye hemen tepki vermektedir. Güzel niyetlerle akan iyi enerjilere neşe, sevgi, coşku gibi tepkiler vermektedir. Diğer tarafta negatif enerjilere ise kızgınlık, enerji düşüklüğü, bitkinlik gibi tepkiler vermektedir. Pozitif enerjilerle yükselir ve iyileşirken negatif enerjilerle düşer ve bitkinleşiriz.
Bazı kişileri zaman içinde kodlayıp “Onun nazarı değiyor” diye zihnimize kazıyabiliyoruz. Kimse nazar dağıtmak için gelmez dünyaya. Diğerlerini böyle etiketlemek ve aslında bir şekilde katılaşmış yargılar oluşturmak, oluşan hatta hiç oluşmayan negatif enerjiyi üstlenmek
Şifanın kalbe, kalbin söze, sözün nefese, nefesin bedene, bedenin iyiliğe, iyiliğin güzelliğe açıldığı zamanlarından MERHABALAR …
Bu hafta birçok insanı andan, şimdiden alan baş ağrılarının kaynakları üzerine yazarak bu konuda farkındalık yaratmaya çalışacağım.
Fiziksel bedenlerimiz ruhlarımızın evidir. Ve bu bedenin tepesinde yani zirvesinde başımız yer alır. Baş bedendeki en üst mevkidir. Bu anlamda başımız yukarıyı, ayaklarınız ise aşağıyı temsil ve ifade eder. Yine baş gökyüzü, ayaklar ise yeryüzü ile ilgilidir. Baş, beyni barındırması nedeniyle akla ve düşünceye ev sahipliği yapar. Ve insanın soyutlama, entelektüel etkinlik mekânıdır. Bu zaten aslında kendi başına bir faaliyeti ve gerilimi barındırır.
Aslında baş ağrılarının altında - organik başka bir etken yoksa - gerilim yatar. Damarlardaki gerilime bağlı daralma, büzülme, genişleme ile ilgili olan bu ağrı boyun, ense ve buradaki kaslarda gerginlik, sertlik, katılık ve ağrıya yol açar. O nedenle aslında BAŞ AĞRISI = GERİLİM denilebilir. Zihnin efendisi olmak baş ağrısının en iyi ilacıdır. Zihne tutsaklık ise, baş ağrısı olarak geri dönecektir.
Baş ağrısının gerilimden farklı dinamikleri de vardır. Baş dediğimiz
Hayata, akışa, olmakta olana güven.
Yaşadıklarının seçimin olduğuna ve hep daha iyisini seçme ihtimaline güven.
Yaradan’a güven. Seni koruduğuna, yalnız olmadığına ve sevildiğine güven.
Aşka güven. Aşkla gelene güven. Aşkın getirdiklerine güven.
İfade edebileceğin gerçeğine, ifadenin saflığına ve doğallığına güven.
Gerçeğin gücüne güven.
Her an, her koşulda gerçeğin tüm çıplaklığı ile var olmasına ve ilahi adaleti yaratmasına güven.
İnsanı ve sorunlarını inceleme başlayan bilimler öncelikle insanı tek olarak ele almıştır. Zaman içinde insanın ve sorunlarının görünenin ötesinde birçok etkenden beslendiğinin farkına varılmıştır. Bu konuda emek veren birçok kişinin, eserin ve çalışmanın etkisi ve desteğiyle Bert Hellinger Aile Dizilimi sistemini Zulu Kabilesi ile yaptığı derin araştırmalardan sonra faydalı bir teknik olarak dünyaya sunmuştur.
Aile Dizilimi, Aile Draması gibi farklı şekillerde adlandırılan tekniğin dinamiklerini paylaşmak istiyorum sizlerle. Her çalışmada çok defalar kullandığım bu tekniğe emek veren herkese sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. İnsanlık için elektriğin bulunması kadar önemli olduğunu biliyorum.
Her birey bir anne ve baba aracılığı ile dünyaya geliyor. Ve o anne ve babaların da anne ve babaları var. Çember hemen büyüyor gördüğünüz gibi. Aile Draması’nda öncelikle ilk çemberle çalışmaya başlarım. Yani her anne ve babası olan (hayatta olmaları gerekmez) insana rahatlıkla uygulanabilen bir tekniktir.
Her gün birçok defa söylüyorum ve söylemeye de devam edeceğim; “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir”. İşte görünenin arkasına elimizi uzatabilmemiz ve çözüme ulaşmamız için bize
Alanların korunması öncelikle aile içinde başlar. Bir ev ve aile içinde her türlü alan korunduğu sürece yaşam alanları garantiye alınmış demektir. Güveni, sevgiyi, neşeyi … öncelikle ailemizin içinde var ediyoruz.
Aile içinde anne “anne” enerji alanıyla var olmalı, baba “baba” enerji alanı ile var olmalıdır. Kadın dişil enerji alanıyla sevgi kanalı yoğun bir varlık gösterirken erkek eril enerji alanı ile güç yoğun bir varlık gösterir. Bu annenin güçsüz babanın sevgisiz olacağı bir düzlem yaratmaz. Tam tersi sevgi ve güç birbirini tamamlar ve sürekli destekler. Çocuklar ise kendi alanlarını anne ve babadan aldıkları tamlıkla “güven” olarak tanımlarlar.
Bir ailede baba olması gereken yere sahip değilse yani gücün ve kudretin temsili değilse çocuklarda “güven” eksik kalabiliyor. Anne eş için “o bir işe yaramaz, o ne bilir ki” gibi cümleler kullanıyor ve sürekli olarak babayı eleştiriyorsa çocukların güven alanlarında çok büyük bir boşluk kalıyor.
Güven duygusu “babanın yetersizliği ve işe yaramayacağı” zannı ile eksilen çocukların buradaki büyük boşluğunu ancak zaman içinde değişkenlik gösterebilecek bağımlılıklar dolduracaktır. Bağımlılık ile yani çok sık tekrarlanan bir