ALPER TAŞDELEN
1974 Ankara doğumlu. Evli ve 2 çocuk sahibi. TED Ankara Koleji ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. ABD’de Columbia Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler dalında yüksek lisans yaptı. Aynı zamanda Columbia Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nü tamamlayarak Ortadoğu Uzmanlığı aldı. Sosyalist Enternasyonel’in 20. Kongresi’nde CHP delegesi olarak yer aldı. Bir dönem gazetecilik yaptıktan sonra, 57. Ecevit Hükümeti döneminde Başbakan Müşaviri olarak görev yaptı. Petrol Ofisi A.Ş.’de Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı görevini yürüttü. Enerji konularında TBMM ve kamuda yasama ve mevzuat çalışmalarında sektör temsilcisi olarak yer aldı. Dış politika alanında çok sayıda makalesi yayınlanan Taşdelen, 2011 Genel Seçimi’nde CHP Ankara Milletvekili Adayı oldu.
Siyaseti doğru okuyabilmek, doğru politikalar ve stratejiler geliştirebilmek için, siyasetin öznesi olan toplumu doğru analiz etmek gerekir. Günün ihtiyaçlarına göre oluşan yeni siyasal, toplumsal, ekonomik ve teknolojik gelişmelerin doğal bir parçası olarak, siyaset-toplum ilişkisi de değişir. Ancak özellikle Gezi süreci, özelde iktidarın genelde ise tüm siyaset kurumunun yeni Türkiye’yi anlamakta zorlandığını ortaya koymuştur. Bu noktada toplum-siyaset ilişkisini ve üst düzey siyasi kadroların hemen hemen tamamının, 1970’ler Türkiyesi’nde yetişmiş olmasının günümüze olan etkilerini incelemek gerekmektedir.
1970’ler Türkiyesi’nde, kontrolü ve gücü elinde tutan siyaset, hayatın merkezidir ve siyaset toplumsallaşmaktadır. Burada siyaset, toplumu şekillendiren, sürükleyen, insanların kendilerini siyasi görüşlerine göre tarif ettikleri ana bir güçtür. 1970’lerde siyasetin bu gücü, toplumun tamamen siyaset üzerinden örgütlenmesini ve kendini siyaset üzerinden tanımlamasını beraberinde getirmiş ve aidiyet/kimlik tanımlaması tamamen siyaset üzerinden yapılmıştır. Birey kendi bireysel talepleri yerine, siyasetin kendisine gösterdiği hedefleri gerçekleştirmek için mücadele etmekte, eğitimini ve bilgiye erişimini temelde parçası olduğu siyasi organizasyon kaynaklı sağlamaktadır.
ECEVİT ÖRNEĞİ
Bu kapsamda etnik köken, inanç, yaşam biçimi gibi, aslında bireyin kimliğini oluşturan sosyolojik kavramlar tek başına toplumsallaşamamış ve örgütlenememiş, genel siyasal mücadele bunların üzerine çıkmıştır. Bu nedenle toplumsal talepler ve hareketler de bu kimlikleri aşan bir şekilde, ideolojik kökenli olmuştur. Örneğin CHP Genel Başkanı Ecevit, partiyi taşıdığı sosyal demokrat söylem ile, kitleleri ideolojik bir harekete kanalize etmiş ve Türkiye’nin yedi bölgesinde büyük bir rüzgar estirmiştir. Bu rüzgar etnik köken, inanç, yaşam biçimlerinin üzerine çıkmıştır. Bu siyasetin toplumsallaşması hareketidir. 80 öncesinin tamamen siyasal merkezli olan bu örgütlenme modeli ve toplumsal yapısı, mahallelerin ve sokakların bile ideolojik olarak bölündüğü ve yüzlerce insanın öldüğü günleri beraberinde getirmiştir.
TOPLUM BELİRLEYİCİ
2010’ların Türkiyesi ise tüm özellikleriyle bambaşka bir ülkedir. Türkiye her türlü zorluğa rağmen, dışa açılmış, büyüyen ekonomisi, parlamenter demokrasisi, özel sektörü, her yıl binlerce öğrencisini ve yetişmiş beyin gücünü yurtdışına gönderen ve milyonlarca turisti ağırlayan yurtdışı entegrasyonu ile altyapıdan spora, sanattan teknolojisine kadar, her türlü alanda çağdaş dünya ile bütünleşmiş ve bu dünyanın bir parçası olmuştur. Bu dünya Soğuk Savaş’ın bittiği, duvarların yıkıldığı, iletişim ve internet devriminin yaşandığı bir dünyadır. Tüm bu gelişmelerin ve çağdaş demokrasi ve özgürlük standartlarının sonucu olarak günümüz Türkiye’sinde 1970’lerin aksine hayatın merkezinde siyaset değil; insan/birey ve toplum vardır; yani toplum siyasallaşmaktadır.
Yeni dönem demokrasi ve özgürlüğün su kadar, hava kadar doğal bir ihtiyaç olduğu, devletin artık kutsanmadığı, ayrımcılığın, çatışma kültürünün reddedildiği ve önce insan mottosunun geçerli olduğu bir dünyadır. Artık bireyler ve toplum kesimleri, siyaseti şekillendirme ve yönlendirme erkine sahiptir. Bugün siyasetin şekillendirdiği taleplerden çok, toplumun belirlediği ve siyasete dayattığı talepler söz konusudur. Toplum bir anlamda siyasetin önündedir. Bu yeni toplumsal yapı, devletin ve siyasetin hayatın her alanının hükmedici hakimi olma özelliğini yitirmesine yol açmış ve vatandaşlar kendi gündemleri ve taleplerini belirleme imkanına erişmiştir. Nİ ÖRGÜTLENME
Bu kapsamda toplumsal örgütlenme modeli de 1970’lerden tamamen farklı bir şekilde siyaset merkezli değil; belirtilen bu toplumsal hak ve talepler merkezli bir şekil almıştır. Bu yeni örgütlenme modeli dernek ve vakıf gibi güçlü birer sivil toplum kuruluşu olarak çalışmakta ve siyasetin dışında ama siyaseti şekillendirme amaçlı oluşmaktadır. Örneğin laiklik konusunda, vatandaşlar yaşam biçimine müdahale edildiği düşüncesiyle değişik olaylara karşı ortak tepkiler sergilemektedir. Günümüz Türkiye’sinde bireylerin kimliği ve benliği, 1970’lerin aksine tamamen ve sadece siyasi olmaktan kopmuştur. Aralarında siyasi duvarlar olmayan, hayatın siyaset merkezli algılanmadığı bu dünyada, yine 1970’lerin çatışmacı ve uzlaşmaz yapısından farklı olarak, çok değişik kesimler benzer hak ve talepler doğrultusunda biraraya gelebilmektedir.
Son olarak gündemin ve siyasetin merkezine oturan Gezi süreci de tamamen bu yeni dönemin somut bir örneği ve aslında bu yeni toplumsal yapının bir sonucudur. Gezi sürecinde sokağa inen ve ağırlıklı olarak bu yeni toplumsal yapı içinde büyümüş olan genç kuşağın dinamo olduğu yüzbinlerce insan, kendi bireysel taleplerinden yola çıkarak, toplumsal bir hareketi oluşturmuş, iletişim tamamen Facebook ve Twitter gibi kanallardan yapılmış ve lideri olmayan, aynı siyasi görüşü bile taşımayan insanlar omuz omuza bir mücadele için biraraya gelmişlerdir. Bireyler kendi özgürlüklerini istediği şekilde, farklı siyasi görüşü taşıyan ama omuz omuza yürüdüğü kişilerin de hakları için sesini yükseltmiştir. Bu süreç demokrasinin üzerindeki her türlü gölgeyi ve vesayeti reddererek, çoğunlukçuluğa karşı çoğulculuğu, devletin hâlâ kimlik ve inanç tarifi yaptığı çağdışı anlayışa karşı, herkesi olduğu gibi tanımayı, eşit yurttaşlığı ve hoşgörüyü, iktidarın aldığı oldu bitti kararlara karşı, yönetime ve idari kararlara katılımı gündeme taşımıştır.
ZAMANIN RUHU
Gezi süreci temsili demokrasiden, katılımcı/doğrudan demokrasiye geçişin sembolü olmuştur. Bu süreç buyurgan ve ötekileştirici bir iktidar anlayışı yerine, temel hak ve özgürlükleri genişleten, özel hayata ve yaşam biçimine müdahale etmeyen, medyadan, bilime ve sanata kadar hayatın her alanında özgürlüklerin önünü açan, tüm vatandaşlarını kucaklayan bir iktidar anlayışına ne kadar çok ihtiyaç duyulduğunu bir kez daha sergilemiştir. Zamanın ruhu budur. Çünkü 20. yüzyılın totaliter anlayış ve yöntemleri son kullanma tarihini çoktan tüketmiştir.
Siyaset kurumu toplumun ve çağın gerisinde kalmamalı, yeni Türkiye’yi doğru analiz etmelidir. Ülkemizin yeni toplumsal yapısını, yeni kuşakları okumamak, açık bir şekilde siyaset kurumunun topluma hâlâ, içinde yetişmiş olduğu 1970’lerin dünyasından bakmasının bir sonucudur. İktidarın Gezi sürecini orantısız polis gücüyle bastırmasının, çatışmacı ve uzlaşmaz tavrının altında yatan içgüdüsü yine 1970’ler dünyasına aittir. Yeni Türkiye’ye geçmişten bakanların, 2013 Türkiye’sini ve geleceği ıskalamaktan başka varacağı bir sonuç yoktur.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024