Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Prof. Dr. Ayhan AYDIN

Ankara ve Hacettepe üniversiteleri mezunu olan yazar, ingilizce ve eğitim bilimleri alanında yükseköğrenim görmüştür. Doktora öğreniminden sonra, Hacettepe Üniversitesi’nde bir süre part-time öğretim üyesi olarak çalışan Aydın ayrıca Anadolu, Gazi ve Bahçeşehir üniversitelerinde dersler vermiştir. Halen Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde öğretim üyesi ve aynı zamanda Eğitim Yönetimi, Teftişi Planlaması ve Ekonomisi Ana Bilim Dalı başkanı görevinde bulunmaktadır. Felsefe Düşünce Tarihi, Eğitim Psikolojisi, Yaşama Sanatı, Yaşadığımız Dünya, Eğitim Sevgidir, Hayat Neden Güzeldir, Eğitim Hikayedir, Sınıf Yönetimi ve Eğitim Psikolojisi olmak üzere 10 yayımlanmış kitabı bulunan Aydın kendini kısaca yaşamsever olarak tanımlamaktadır.

Haberin Devamı

Genellikle eğitim, sosyo-ekonomik kalkınmanın ve kültürel gelişmenin hem nedeni hem de sonucu olarak kabul edilir. Başka bir anlatımla bir ülke gelişmek istiyorsa, eğitime öncelik vermek zorundadır. Ancak gelişmiş bir ülke de kalkınmasını sürdürmek istiyorsa eğitimin kalitesini sürekli artırmak zorundadır.

AMACI VE ANLAMI
Özetle eğitimin, nitelikli insan gücü, üretkenlik, verimlilik, toplumsal gönenç, sosyal barış ve adalet, bilimsel ve teknolojik, gelişme, inovasyon, yaratıcılık, gelir dağılımında adalet, nezaket, hoşgörü, sanatsal farkındalık ve estetik duyarlılık gibi sayısız yansımaları ya da türevleri vardır. Belki de bu yüzden herhangi bir toplumsal sorun karşısında her derde deva anlamında, “eğitim şart” diye bir söz kullanılır. Şu halde iyi yetişmiş bir kuşak gelecek kuşakların daha iyi yetişmesi yönünde, insani, ahlaki ve bilimsel bir duyarlık gösterecektir. Böylece yaşam kalitesini sürekli artırma yönündeki çabalar yoğunlaşacak ve sonuçta sürdürülebilir kalkınma olgusu kurumsallaşacaktır. Aksi halde kalkınma, yalancı yıldızların loş ışıkları altında parlayıp sönen ateş böceklerinin vızıltısına dönüşür. Böyle bir toplum ürettiğinden çok tüketeceği için, ithalatı ihracatından yüksek olacaktır. Cari açık olarak da bilinen bu kavram, gerçekte nitelikli insan gücü, üretkenlik ve verimlilikle ilgili yapısal eksikliklerden kaynaklanan açıkların toplamıdır.

EĞİTİM VE SİYASET
Beşeri sermaye açığı ve dolayısıyla cari açığı olan bu tür ülkelerde eğitimde fırsat ve olanak eşitliği, sosyal adalet, gelir dağılımı adaleti, toplumsal hareketlilik gibi temel sorunlar kalıcı çözümlere kavuşturulamaz. Dolayısıyla yalnız siyaset değil, eğitim de piyasa koşullarına göre yüzeysel bir arz talep döngüsü içersinde yapılır. Sonuçta “hakkı gerçek sevenlere cümle âlem kardeş gelir” diyen bilge Yunus’un topraklarında bile ne yazık ki siyaset ortak yaşamın kıvancı yerine, kutuplaştırıcı sığ bir söyleme mahkûm edilir. Oysa yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi bize eğitim öğretir. Ancak eğitim yetersizliği, ötekileştiren ve kutuplaştıran bir siyasal kültürün temellerini atar. “Biz” ve “onlar” diye öfke diliyle konuşanlar sevgiyi ve şefkatin değerini bilmeyenlerdir. Gerçekte iyi eğitimli bir kişinin, kendisi gibi olmayan insanları anlaması ve dolayısıyla sevmesi doğal ve olağanken; ne acıdır ki, eksik insanlaşmış bireyler ‘düşmansız’ yaşayamazlar.
Bugün okul, mahalleyi yönlendiren bir model, bir kutup yıldızı olması gerekirken bu konumdan oldukça uzaktır. Başka bir anlatımla yapı, içerik ve felsefi açıdan yol gösterici özellikler taşımadığı için okul mahalleye değil, mahalle okula yön verir hale gelmiştir.
Ayrıca bu tür ülkelerde eğitim yönetimi ve planlaması gibi süreçler veriye dayalı bir yaklaşımla yönetilmediği için örneğin, öğretmen talebinden fazla arz olur (MEB 2013 verilerine göre bazı branşlarda üç yüz bin atanamayan öğretmen bulunmaktayken başka bazı branşlarda ise öğretmen ihtiyacı vardır). Eğitimin, öğretmenin kalitesi denince akla sadece “akıllı tahtalar’’ gelir. Dershanelerin ve sınavların sayısı her yıl artarken eğitimin kalitesi her yıl düşer (oysa yetkililere bakılırsa 2012-2013 öğretim yılı başında dershaneler kapanacak, sınavlar kaldırılacaktı...). Nitekim YGS sonuçlarına göre Türkçe net doğru yanıt oranı 2010’da 21,5 iken 2013’de 16,5’e, aynı dönemde matematikte ise 12,4’den 7,4’e düşmüştür (osym.gov.tr, 2013).

DEFORMASYONLAR
Eğitim, özellikle üniversite eğitimi hayattan öylesine kopuktur ki ezber bozan toplumsal bir olayı öngörmek bir yana, neden ve sonuçları üzerine bir araştırma bile üretilemez. Üniversitelerde sosyoloji, psikoloji, kamu yönetimi vb. disiplinler okutulmasına “okutulur” ama “benim oğlum bina okur döner döner yine okur” formatında... Bu yüzden belki de, araştırma, patent, know-how, teknoloji, kahkaha ve mizahı ıskalayan bir eğitimin, hayatı da ıskalaması şaşırtıcı değildir.
Eğitim planlaması yapmak yerine 4 + 4 + 4 = ? sistemi gibi sihirli düzenlemeler bir gecede yasalaşır ve böylece yine bir gecede 30.000 sınıf öğretmeni ihtiyaç fazlası olduğu gerekçesi ile branş öğretmeni yapılır! Eğitimde başarılı bir model olan Anadolu liselerini korumak ve geliştirmek yerine bütün genel liseler bir yılda Anadolu Lisesi yapılır ve bütün bunlar eğitim kamuoyunca normal şeylermiş gibi algılanır.
Güncel bir araştırmaya göre, bugün çalışan öğretmenlerin neredeyse yarısı eğitim gördükleri alanın dışında görev yapmaktadır. Bu durum mevcut eğitim yönetimi, planlaması ve istihdam süreçlerini sorgulamamızı gerektirmiyor mu? Son dönemde bir yandan eğitime ayrılan bütçe payları artarken diğer yandan eğitim kalitesinin düşmesi nasıl açıklanabilir?
Özetle, eğitimde her gün reform diye yapılan deformasyonlara dikkat etmek gerekmez mi? Gerçekten eğitimin kalitesi arttırmadan siyasetin ve yaşamın kalitesi artırılabilir mi?