Prof. Dr. Kpt. Esen Faruk ÖZSAN
Elektronik yüksek mühendisi, fizik doktoru, öğretim üyesi ve gemi kaptanıdır. Yurtiçi ve dışındaki çeşitli üniversiteler ve araştırma merkezlerinde 45 yıl çalışmış, ders vermiş, eğitim ve araştırma laboratuarları kurmuş, proje ve teknolojiler geliştirmiş, sayısız mühendis, fenci ve öğretmen yetiştirmiştir. İlk, orta ve yüksek öğretimler için eğitim model ve programları geliştirmiş ve öğretmen yetiştirme gibi konularda araştırmalarda bulunmuştur. Eğitim, sanayi, denizcilik ve turizm şuralarına katılmıştır. B-T sistemleriyle AR-GE politikaları üzerine DPT’de çalışmalar yürütmüştür.
Dünyanın en zor işi, sınırları uzaya sıçrayan fen yarışında yer almaktır. Bu kervanda geri kalan devletler istiklâllerini koruyamamakta ve yok olup gitmektedirler. Bu savaşının neferleri âlim, mucit ve kâşifler, silahları ise “patent, know-how ve licence” seviyesindeki icat ve keşiflerdir. Hedefi ileri teknoloji üretme olan bu hayatî mücadelenin değişmeyen ana kuralları bellidir:
(1) Kurumlarıyla beraber ülkede verimli ve üretken eğitim, ilim ve fen (bilim ve teknoloji, B-T) ve araştırma ve geliştirme (AR-GE) sistemlerinin geliştirmesi,
(2) AR-GE önceliklerinin (savunma sanayi, tıp, enerji, nükleer, elektronik, vs) tespiti,
(3) Nitelikli beyingücü, ihtiyaç ve istihdama uygun insangücü kadrolarının yetiştirilmesi,
(4) Eldeki âlim ve mühendislerden millî hedefler doğrultusunda âzami yararlanılması.
Bu sistemde Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık, Savunma ve Bilim-Teknoloji-Sanayi bakanlıkları, DPT, YÖK, AR-GE merkezleri ve TUBİTAK gibi kurumlarla, bunların danışmanları, hatta sanayi casusları yer almaktadır. Çekirdeğinde ise üniversiteler vardır; bu hayatî kurumları nitelikli kadrolar yetiştiren ve ileri teknolojiler üreten işletmeler hâline getirmek için sürekli ve yoğun çalışmalar sürdürülmektedir.
ÜÇ MODEL
Dünyada, idarî ve malî yönden farklı, ve çoğunluğu mütevelli heyetlerce yönetilen şu üç üniversite modeli göze çarpmaktadır:
(i) Özel Üniversiteler: Bütçelerinin takriben yüzde 20’sini devlet karşılamaktadır. Sözleşmeli olan idarî ve akademik mensuplarının maaşları ve öğrenci harçları yüksektir. Araştırma kadrosundakilerin ders yükü azdır; bunlara sömestir-dışı aylarda maaş ödenmemekte, sanayide çalışmaları teşvik edilmekte, böylece üniversite-sanayi ilişkileri gelişmektedir.
(ii) Yarı-Özel Üniversiteler: Bütçelerinin takriben yüzde 50’si devletçe karşılanmaktadır. Öğrenci harçları vasattır. Mensupları kısmen sözleşmeli veya “part-time” olmaktadır.
(iii) Devlet Üniversiteleri: Bütçelerini devlet karşılamaktadır. Öğrenci harçları düşüktür. Az- maaşlı öğretim üyeleri sadece eğitimde, öğretmen ve devlet memuru olarak çalışmaktadır.
GENEL DURUMU
Fende başa güreşen ecdatlarımız teknolojiye her zaman öncelik vermiştir. Dar-ül fünunlarda yetiştirdikleri kadrolar, bunların icat ve keşifleri sayesinde üç kıtaya hâkim olup okyanuslara açılmışlardır. Lâkin, fen eğitimi’nin zamanla ihmali neticesi bu hâkimiyet hızla sona ermiş, devletimiz parçalanmış, Anadolu’ya sıkışılmış ve düşmanların sayısı da artmıştır.
Halkımızda var olan fen kabiliyetini diriltmek için Atatürk büyük caba sarf etmiştir. Önderimizin “Hayatta en hakiki mürşit ilim ve fendir”, âlimimiz Mehmet Akif’in “Nazariyata boğulmakla geçen ömre yazık, amelî faaliyetlerdir kıymet-i ilmin artık” gibi yönlendirici cümleleri maalesef zamanla unutulmuştur. Fende toparlanma, icat ve keşifler yerine ilimde süslü kelimeler ve kavram kargaşalığına, eğitimde kaliteyi artırma ve ülkeye yayma yerine tutuculuğa, tekelleşme ve nazariyata gidilmiştir.
Bazı olumsuz görüntüler şunlardır:
- “İlim ve fen” kelimeleri birleştirilip “bilim” yapılmış, fen ve tatbikî eğitim unutulmuştur. “âlim” kelimesi önce “bilgin” ve “bilim adamı”, bilâhare “bilim insanı” yapılmıştır.
- Üniversitelerde “takım çalışmaları” ile eğitim ve araştırma laboratuarları kurma, sanayi-ilişkili tez ve projelerle ileri teknolojiler üretme yerine, bilgisayar ve masa başında yürütülen ve akademik terfiye yönelik ferdî ve nazarî çalışmalara ağırlık verilmiştir. Başarı sadece makale sayılarıyla ölçülür olmuştur. Laboratuar, atölye ve tatbikatçı kadroların sayıları azalırken nazariyatçı ve masa başında reçete yazan kitabî aydınların nüfusu gitgide artmıştır.
- Bir profesörün oradaki öğretim üyelerinin oyuyla rektör seçilmesi bu kurumlara politika ve huzursuzluk getirmiştir. Bazı üniversiteler, idarecilerine oy verecek öğretim üyeleriyle doldurulmaya başlanmıştır. Sonuçta sağ/sol, ilerici/gerici, mason/nurcu, devrimci/faşist ve laik/şeriatçı gibi çekişmelerle günlük siyasete girilmiştir. “Demokratik ve lâik üniversite”, “akademik, mâli ve idarî özerklik”, “ilmî özgürlük”, “sakal ve kılık-kıyafet yasakları” gibi yeni kavramlar yaratılmış, bilâhare bunlar üzerinden sonsuz tartışmalara girişilmiştir.
- İhtiyaçları incelenmeden fakülte ve bölüm, lisans ve yüksek lisans programları açılmıştır. Yaratıcılık aşılayan laboratuarları kurmadan, kara tahta ve bilgisayarda verilen ezbere bilgilerle insan yetiştirilmeye çalışılmıştır. Sonuçta, mezunlarının mesleklerinde istihdamı zorlaşmış ve üniversiteli işsiz orduları yaratılmıştır. Meselâ, eskiden fizik, kimya ve biyoloji öğretmenleri fen fakülteleri içinde yetiştirilirken, ilaveten eğitim fakültelerinin kurulmasıyla hem devlet bütçesine yük getirilmiş, hem de öğretmen sayısı sunî olarak artmıştır.
Teknoloji çağının üniversiteleri ancak verimli bir idarî (rektör, dekan, bölüm başkanı, enstitü başkanı) ve akademik (öğretim üyesi, araştırmacı) teşkilatlanmayla gerçekleştirilmektedir. Vakıf şeklinde böylesine bir düzenlemenin tepesinde güçlü bir mütevelli heyeti bulunmaktadır. İlk kuruluş yıllarında bu model ODTÜ’de denenmiş ve başarılı olmuştur. Burada özetlenen bilgiler ışığında ülkemiz için uygun model ve bazı öneriler aşağıda sunulmuştur:
(a) İdarî ve akademik kadroları atayacak olan mütevelli heyetleri şu kişilerden oluşabilir: Yörenin (i) valisi veya yardımcısı, (ii) il veya ilçe belediye başkanı, (iii) en çok ihracat yapan işletmecisi, (iv) en çok işçi çalıştıran sanayicisi, (v) en çok vergi veren iş adamı, (vi) askerî komutanı, hastane başhekimi, AR-GE merkezi temsilcisi, takım lideri olarak çalışmış âlim, mucit veya mühendis.
(b) Mütevelli heyeti, işin cinsi ve vasfına göre idareci, öğretim üyesi ve araştırmacı arar. Bu sözleşmeli kadrolar genellikle kurum dışından, diğer üniversite ve sanayiden atanır. Profesör yerine işletmeci olması tercih edilen idarî kadrolarının, subay ve polislerde olduğu gibi, siyasî partilerle, üyelerine menfaat sağlayan dernek ve cemiyetlerle bir ilişkisi olmamalıdır. İdarecilerin lojman, makam arabası, hakkı huzur, yolluk ve harcırah gibi yan gelirleri yerine maaşları yüksek tutulmalıdır.
(c) Mütevelli heyeti, kadrolardakilerin başarı değerlendirilmesinde şu gibi hususları ölçü alır: (1) Eğitim ve araştırma çalışmalarına sağladıkları dış mâli destekler, (2) Yaratıcılık ve kabiliyet aşılamak, meslek yaratmak ve mezunların istihdamını kolaylaştırmak için geliştirdikleri program, müfredat, tatbikî ders, eğitim ve araştırma laboratuarları, sanayi-ağırlıklı staj, tez ve projeler, (3) Mezunlarının kendi alanlarında iş bulma oranları, (4) “Patent, know-how ve licence” düzeyinde ürettikleri buluş, icat ve keşifler.
(d) Sanayi, ticaret ve AR-GE laboratuarlarından gelen, doktora diploması yerine pratiği olan âlim, mühendis ve işletmeciler üniversitelerde idarecilik ve akademisyenlik yapabilmelidir.
(e) Üniversite ve meslekî yüksek okulu açma işi lise kurma kadar kolaylaştırılabilir. Boş zaman ve mekanlardan yararlanarak üniversitelerde uygulamalı yan-dal programları, ara-insan gücü için meslekî teknik okullar ve halka-dönük meslek kursları açılmalıdır.
(f) Lise mezunlarının istihdamını kolaylaştırmak ve kabiliyet kazandırmak için, aldıkları fizik, kimya, biyoloji, bilgisayar ve ziraat gibi dersler laboratuarlı ve tatbikî yapılmalıdır.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024