Bilgay Duman / bilgay.duman@gmail.com
Son dönemde Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) yönelik Şii yapılarca üstlenilen saldırılar, Ortadoğu’nun ana gündem maddesi haline geldi. BAE’de sanayi bölgesine yapılan saldırıyı kendini Ensarullah olarak ifade eden Yemenli Şii grup Husiler üstlenirken, bir diğerini de İran’a yakınlığı olan ve Irak’taki Şii milis grubu Ketaib Hizbullah’a bağlı olduğu söylenilen Awliyat al-Waad el-Haq isimli gölge/hayalet bir yapı üstlendi. Söz konusu saldırılar da, Ortadoğu Şii siyasetini yeniden tartışmaya açtı.
Bu noktada sorulması gereken sorular var. İran bu sürecin neresinde? Şii gruplar arasında yeniden konsolidasyon mu yoksa bir ayrışma mı var? Şii gruplar arasındaki iç dinamikler Ortadoğu’daki normalleşme sürecini nasıl etkiler ya da etkileyebilir mi? Irak, Suriye, Yemen krizleri dönüşür mü?
Şiiliği, Müslüman bir mezhep olarak, genel itibariyle Hz. Muhammed’in vefatından sonra devlet yönetiminin Hz. Ali’ye ve onun soyundan gelenlere ait olduğu düşüncesi etrafında birleşen grupların inanışı diye ifade etmek mümkün. Şiilik deyince hemen herkesin aklına İran geliyor. Ancak Şiiliğin geleneksel merkezi Irak’taki Necef ve Kerbela vilayetleri. Zira Şiiliğin ortaya çıktığı Kufe şehrinin yanı sıra Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’in türbeleri de bu vilayetlerde.
İç ayrışmalar var
Öte yandan Şiiliğin kendi içinde de ayrışmalar var. Günümüzde Şiilik içerisinde İsn-aşerîyye (On İki İmamcılar ya da Caferiler), Zeydîyye, İsmâilîyye olmak üzere üç ana akım bulunuyor. Bunun dışında bazı aşırı Şii akımları da mevcut ve bunlara Gulat-u Şia deniyor. Bu grubun temsilcileri, Ehli Beyt’in dışındaki başka kişilere ilahlık atfediyor.
Şiilerin büyük çoğunluğunun Caferi yani On İki İmamcılar olduğu biliniyor. Hem İran hem de Irak’taki Şiiler on iki imamcı. On İki imamcılar diye nitelendirilmesinin sebebi, Şiilik’te kaybolduğu, Müslümanlığı kurtarmak ve dünyada adaleti sağlamak için geri döneceğine inanılan 12. İmam Mehdi’den sonra başka imamın olmamasına dayanıyor. Caferiler denilmesi de, Şiiliğin, 6. imam olarak kabul edilen Cafer es-Sadık döneminde sistematikleştirilmesinden kaynaklanıyor. İsmailiyye akımı da, Cafer es-Sadık’tan sonra imametin oğlu Musa Kazım yerine diğer oğlu İsmail’e geçmesi gerektiğine inananların oluşturduğu bir inanış. Zeydiyye de Hz. Hüseyin torunu Zeyd’in düşüncelerini benimseyen ve imamet inancını esas alan akım. Zeydiyye, Sünniliğe en yakın Şii inanış olarak biliniyor ve çoğunlukla bugünkü Yemen toprakları içerisindeki Şiiler tarafından benimseniyor.
Kum ve Necef çekişmesi
Diğer yandan 1979’daki İran İslam devrimi sonrası Caferiler arasında da ayrışma var. Zira Ayetullah Humeyni’nin Şii siyasal İslam anlayışını ortaya koyduğu ve din adamını devlet yönetiminin yanı sıra siyasetin en üst lideri haline getiren "Velayet-i Fakih"i savunanlar ile geleneksel Şiiliğin savunucuları arasında da ayrışma mevcut. Bu noktada Şii öğretisinin iki eğitim havzası olan İran’daki Kum ve Irak’taki Necef arasında da bir çekişme olduğunu söylemek mümkün.
Necef havzası daha geleneksel Şiilik anlayışını savunup, din adamının siyaset ve devlet yönetimine karışmasını istemiyor. Temelinde de Şiiliğin peygamberler ve imamlara atfettiği “masum” ve “adil hükümdar” anlayışı var. Caferilere göre adil bir düzen kuracak kişi “masum” olmalı ve zuhurda olan on ikinci imam Mehdi’nin dışında “masum” yok. Bu nedenle de din adamının devlet ve siyasete yön vermesine karşı çıkılıyor. Bugün Ortadoğu’da Şiiler arasında yaşanan farklılıkların temel dinamiklerinde bölgesel ve yerel öncelikler etkili olsa da, Şiiliğin temel inanışları arasındaki farklılıkların rol oynadığını söylemek mümkün.
Bölgesel dinamikler
2020 yazında İsrail ve BAE arasında imzalanan İbrahim Anlaşmaları ile başlayan süreçte, Ortadoğu’da kavgalı olan, çekişme yaşayan ülkeler arasındaki ilişkilerde yumuşama var.
BAE, İsrail, İran, Türkiye ve Katar’la ilişkilerde yumuşamaya giderken, Suudi Arabistan da Irak ve İran’la yeni bir diyalog içerisinde. Ayrıca ABD ve İran arasında da nükleer müzakereler yeniden başladı. Ancak BAE’deki son saldılar, Ortadoğu’daki normalleşme sürecini baltalıyor. Zira saldırıları üstlenen grupların İran’la bağlantısı dikkat çekici. Hem Husiler hem de Ketaib Hizbullah, Asaib Ehlil Hak, Bedir Örgütü, Hareket en-Nucebba gibi Irak’ta etkili Şii milis gruplarının İran’la ilişkisi bir sır değil.
Bu noktada BAE ile normalleşme çabasındaki İran bir çelişki içinde. Söz konusu grupların yaptıkları saldırılardan İran’ın haberdar olmaması düşük bir ihtimal. Nitekim BAE’ye yapılan ilk saldırının, Husi liderlerden Muhammed Abdulselam’ın İran’ı ziyareti sırasında gerçekleşmiş olması dikkat çekici. İran bu tarz saldırılarla normalleşme görüşmelerinde kozlarını yükselterek pazarlık aracı haline getiriyor olabilir. Ayrıca Yemen’deki siyasi süreçte ABD Başkanı Joe Biden’ın Husileri terör örgütleri listesinden çıkarması ve Yemen’deki krize çözüm için bu grubun da dahil olduğu diplomatik süreç başlatması da İran’ın Husiler üzerindeki baskısını artırmış olabilir.
Tabii başka bir ihtimal daha gözden kaçmamalı. İran, bu grupları eskisi kadar etkin kullanmıyor, kontrol edemiyor olabilir. İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani'nin, defalarca Irak’a gitmesine hükümet kurmak için Şii gruplar arasında uzlaşı sağlayamaması, buna karşın Lübnan Hizbullahı’nın lideri Hasan Nasrallah’ın Irak’taki Şii gruplar arasında arabulucu olabileceğini açıklaması dikkat çekici. Her ne kadar Lübnan Hizbullahı İran’la sıkı ilişkide olsa da, “İran’ın başaramadığını ben yaparım” tarzı bir mesaj vermesi önemli. Bu noktada Irak, Yemen ve Suriye’deki krizlerin kilit noktası olan Şii grupların yerel motivasyonlarını önceleyerek, yerel ve hatta bölgesel bir güç olarak kendilerini konumlandırması, İran’ı yalnızlaştırabileceği gibi Şii grupların İran’dan bağımsız pozisyon alarak krizlerin çözümünde kolaylaştırıcı rol oynaması mümkün olabilir.