Prof. Dr. Semih S. TEZCAN
Semih Tezcan Haydarpaşa Lisesi ve 1954 İTÜ İnşaat Fakültesi mezunudur. 1961-67 yıllarında Kanada’nın Vancouver şehrindeki British Columbia üniversitesi İnşaat Fakültesi’nde hocalık yaptıktan sonra yurda dönerek öğretim üyeliğine önce Robert Kolej‘de sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde devam etti. 1979-82 yıllarında rektörlük ve Türkiye Rektörler Konseyi Başkanlığı, 1980-85 yıllarında da Avrupa Üniversiteleri Rektörler Daimi İcra Komitesi üyeliği görevlerinde bulundu. 1985-87 yıllarında Kaliforniya’da Berkeley Üniversitesi’nde ve daha sonra New York’ta Buffalo Üniversitesi’nde misafir hoca olarak dersler verdi. Türkiye Deprem Vakfı Kurucu Başkan Yardımcılığı görevi de yapan Tezcan’ın yapı ve deprem mühendisliği dalında 480 makalesi ve 18 kitabı bulunmaktadır.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 23.10.2011 tarihli Van depreminde enkaz altında kalan vatandaşlarımızı görünce, âdeta yüreği parçalandı ve bugüne kadar hiçbir Başbakan’ın düşünemediği şu muhteşem siyasî iradeyi ilân etti: “Bundan sonra ülkemizde deprem olunca, hiç kimse bina enkazı altında kalmayacak! Çünkü, ‘göçecek’ nitelikli bütün riskli binalar ilk fırsatta yıkılıp yenileri inşa edilecek!”. Tamamen can güvenliğini sağlamayı amaçlayan ve yıllardır savunduğumuz ‘Depremde sıfır can kaybı!’ parolasını, Başbakanımız çok veciz bir şekilde dile getirdi ve hükümetin icraat programı içine aldı. Başbakan’ın ortaya koyduğu bu çok kesin siyasî ve insanî irade için, Nobel Ödülü verilse yeridir. Bu çok isabetli teşhisin arkasından gelen 16.5.2012 tarih ve 6306 sayılı “Kentsel Dönüşüm Kanunu” ile 4.8.2012 tarihli “Uygulama Yönetmeliği” maalesef sorunlar ve çıkmaz sokaklar ile doludur.
RİSKLİ YAPILAR
Yönetmelik Madde 6’da, ‘Göçecek’=Riskli yapıların tesbitinin Deprem Yönetmeliği’mizin 7’nci bölümüne göre yapılacağı yazılıdır. Bu çok büyük bir hata ve affedilemez bir gaflet olmuştur. Çünkü bu yöntem, basit bir bina için bile, çok zaman alıcı çok masraflı ve gereksiz yere uzun, ağdalı, karmaşık ve tutarsız bir Yöntemdir. Hangi danışman bu yanlışlığı yapmış ise, Bakanlığımızı çok büyük bir ‘çıkmazın!’ içine itmiştir.
Atalarımız boşuna: “Kılavuzu karga olanın başı dertten kurtulmaz!” dememiş! Çünkü, betonarme binaların ‘göçme riskleri’ sadece “Hızlı Puanlama” yöntemleri ile tayin edilmelidir. Bütün dünyada bu böyle yapılır. Nitekim, Boğaziçi ile İTÜ İnşaat Fakültesi’nde geliştirilen P25-Metodu, yaklaşık bir saat içinde, betonarme bir binanın, depremde “Göçüp! Göçmeyeceğini!”=Riskli olup olmadığını yüzde 96 gibi yüksek bir bilimsel kesinlikle tayin edebilmektedir. Eğer, hızlı puanlama yöntemlerinde bir çelişki veya itiraz ile karşılaşılırsa, ancak o zaman üç boyutlu bir bilgisayar analizine başvurulabilir. Yoksa, daha işin başında, tarama amaçlı bir çalışmada, bu 7’nci bölümü kullanmak mecburiyetini getirmek, iş bilmezlikten başka bir şey değildir!
‘GÜÇLENDİRME’
Kanun, ‘göçecek nitelikli’=riskli binaların sadece ‘yıkılmasını’ öngörüyor, ‘Güçlendirme’ nedir, ya bilmiyor! veya bilmek istemiyor! Her zayıf bina, usulünce güçlendirilebilir ve sapa sağlam bir hale getirilebilir. Ülkemiz ve dünya literatürü ‘Güçlendirilen’ bina örnekleri ile doludur. 1967 Adapazarı depreminde ‘orta hasar’ gören Hükümet Konağı, depremden hemen sonra, Yapı Merkezi İnşaat ve Sanayi A.Ş. tarafından, her iki yönde betonarme perdeler ilâve edilerek güçlendirilmiş ve 18.8.1999 Marmara depreminde, en ufak bir çatlak dahi olmaksızın, Bakanlığın ‘Kriz Merkezi’ olarak kullanılmıştır. Güçlendirmenin başarısına bundan daha iyi bir örnek verilebilir mi?
Kaldı ki, Japonya’da kuzey Fukushima eyaletinde 1969 yılında inşa edilen K-İlkokul Binaları, çelik çaprazlar ile güçlendirilmiş ve 11.4.2011 Fukushima Hamadöri depreminde (M=7.1) bu okullarda bir çatlak dahi oluşmamıştır. Dolayısı ile ‘göçme nitelikli’=Riskli binayı her şeyden önce güçlendirmek üzere ele almalıyız. Eğer, güçlendirme maliyeti, yeniden inşa etme maliyetinin yüzde 35’inden daha az ise, bina kesinlikle yıkılmamalı, usulüne uygun bir yöntem ile, muhakkak güçlendirilmelidir. Böylece, hem zaman kazanırız, hem de millî varlığı, gereksiz ve fuzulî yere heba etmemiş oluruz. Kentsel Dönüşüm Kanununun en büyük eksiği ve kusuru, ‘Güçlendirme’ olgusuna yer vermeyişidir. Kanun koyucu, Yüce Meclisimiz ilk fırsatta bu eksikliği ve yanlışı gidermelidir!
Binanın ‘Göçme nitelikli’ olduğu kesinleştikten sonra, binanın boşaltılması ve yıkılması için maliklere 60 gün süre verilir. Bu süre sonunda, elektrik, su ve doğalgaz bağlantıları kesilir (Madde 4.3). Kat malikleri kendileri yıktırmamışsa, idare gelip binayı yıkar. (Madde 5.3)
Kat malikleri 60 gün içinde, meskenini ve/veya işyerini nasıl güçlendirsin veya nasıl değiştirebilsin ki? ABD California’da yıkılması gereken binalara en az 2 yıl süre verilir. Bu süre zarfında, mal sahibinin binasını ya usulünce güçlendirmesi veya yıkıp yeniden inşa etmesi istenir. Kanun yapıcı ‘Güçlendirme’ olgusunu görmediği veya bilmediği için 60 gün içinde ille binayı ‘yıkmak’ telâşesi içine girmektedir. Kat malikleri hastası ile, yaşlısı ile bu anormal süratli yıkım temposuna ayak uyduramazlar. Bir sürü haksızlıklar, sokağa atılmalar, yersiz yurtsuz kalmalar toplumda büyük sancılara, kişilerle yetkili organların çatışmasına yol açabilir.
DURDURMA KARARI
Kat maliklerinin kesinleşmiş ‘yıkma kararı’na karşı İdare Mahkemelerinde dava açmak hakkı vardır. Ancak, durum komedi trajiktir. Çünkü, İdare Mahkemesi ‘Yürütmeyi durdurma kararı alamaz!’ Bu, deli saçması değilse nedir? Dava ‘yıkımı’ durdurmak için açılıyor! Ne var ki, Hakim davacıyı haklı bile bulsa, ‘yıkımı’ önleyemiyor! ‘Yıkımı’ önlemek için açılan bir davada, haklı dahi olsanız, ‘Yıkımı’ önleyemiyorsunuz. Hukuk esaslarına bu kadar ters düşen bir kanun TC vatandaşlarına reva görülebilir mi? Kanun koyucu ‘Yürütmenin durdurulmasına karar verilemez!’ cümlesini Madde 6.9’dan çıkarıp atmalıdır! Yoksa, Türkiye’de anayasal hak ve hürriyetlerin, hukukî teminatların varlığından söz edilemez!
NİTELİKLİ BİNALAR
Geçmiş depremlerdeki istatistiklere bakarak, ‘göçecek nitelikli’=Riskli bina oranı için bina stokunun en fazla yüzde dördü alınabilir. Bu kabule göre, ‘göçecek nitelikli’ bina sayısı İstanbul’da 36.400, Türkiye’de 252 000 olarak hesaplanır. Basında çıkan ‘6.5 milyon bina risklidir’ şeklinde Bakanlık yetkililerince verilen beyanatlar yanlıştır. Beton kalitesini karot alarak tayin etmek, binayı zayıflatıyor. Karot yerine, beton kalitesi hiç tahribatsız ‘ultrason’ cihazı ile tayin edilmelidir. Donatı tayini için, betonu murç ve keski ile delmek de, binayı tahrip eder. Betonu kırmak yerine, özel röntgen cihazları kullanılmalıdır. İki çeşit ‘Kentsel Dönüşüm’ vardır. a) Biri gecekondu yörelerindeki çarpık kentleşmenin, çağdaş, modern, sağlıklı şehirleşmeye dönüştürülmesidir ve yaklaşık on yıldır uygulanmaktadır. Gecekondu yöreleri tamamen yıkılmakta ve sakinleri TOKİ’nin inşa ettiği modern toplu konutlara yerleştirilmektedir. b) Diğeri, depremde göçecek olan ve dolayısı ile, can güvenliğini tehdit eden bu ‘riskli’ binaların tarama yolu ile bulunup çıkarılması, güçlendirilmek veya yıkılıp yeniden inşa edilmek sureti ile, ‘sıfır can kaybı’ hedefinin yakalanmasıdır.
Maalesef yetkililer birbirinden çok farklı bu iki ‘kentsel dönüşümü’ birbirine karıştırarak, birine ait sıkıntıları, rakamları ve çözüm önerilerini diğerine ait olanlarla karıştırıp tutarsız rakamlar, sebep ve netice ilişkileri ileri sürüyorlar.
Meselâ, ‘ülkede 6.5 milyon riskli bina var!” diyor Bakanımız. Halbuki, yanlış! Depremde göçecek nitelikli ‘riskli bina’ sayısı sadece 252 bindir.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024