Bilgay Duman - bilgay.duman@gmail.com / 24 Şubat’tan bu yana dünya Rusya’nın Ukrayna işgaline odaklanmışken, İran’ın, 13 Mart gecesi Irak’ın Erbil vilayetine düzenlediği balistik füze saldırısıyla gözler yeniden Ortadoğu’ya yöneldi. Saldırının gerçekleştiği Erbil’i kontrol altında tutan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Anti-Terör Birimi, Erbil dışından ateşlenen 12 balistik füzenin, ABD Konsolosluğu’na yakın mahallelere düştüğünü açıklamıştı. Füzelerin, İran’ın Tebriz kentine bağlı Khasabad askeri üssünden fırlatıldığına dair iddialar ortaya atılırken, İran’ın Tasnim haber ajansına konuşan ve adı açıklanmayan bir yetkili, saldırının, İran’ın kuzeydoğusundan, İran üretimi “Fatih-110” balistik füzeleriyle gerçekleştirildiğini duyurmuştu. Asıl hedefin, Irak’tan İran kuvvetlerine yönelik saldırıları nedeniyle İsrail’in Erbil’deki gizli istihbarat üssü olduğu belirtilmiş, İran Dışişleri de, benzer ifadeler kullanmıştı.
ABD Merkez Kuvvetler Komutanı General Kenneth McKenzie, saldırı sonrası ABD Senatosu’ndaki Silahlı Kuvvetler Komitesi’nde yaptığı açıklamada, İran’ın, İsrail’in başkenti Tel Aviv’e de ulaşabilecek 3 binden fazla farklı balistik füzeye sahip olduğunu ifade etti. Bu da, İran’ın İsrail’e yönelik yeni saldırılar yapabileceği endişelerini artırdı. Zira İsrailli güvenlik yetkililerinin, İran’ın İsrail’e doğrudan SİHA ya da balistik füzelerle saldırabileceği yönündeki endişeler nedeniyle askeri önlemleri artırdığı biliniyor.
İsrail’deki hazırlıklar
Sonuçta tüm bu gelişmeler, İran-İsrail hattına yeni bir hareketlilik yaratmış durumda. Bu hareketliliği, son birkaç aydaki gelişmelerin yansıması olarak değerlendirmek mümkün. İsrail de bir süredir İran’a askeri karşılık vermek için hazırlık yapıyor. Zira İsrail, geçtiğimiz Aralık ayında, İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırı simüle edecek bir hava eğitim misyonu için hazırlıklara başlamıştı. İsrail Silahlı Kuvvetleri, İran’ın nükleer programına karşı askeri seçeneklerin hazırlanması talimatını da vermişti.
İsrail Kamu Yayın Kuruluşu (KAN), orduya bağlı savunma kurumunun İran’ın olası İHA saldırılarına karşı hazırlık yaptığını duyurmuş, 15 Şubat’ta İran’dan İsrail topraklarına yönlendirilen iki İHA’nın Irak’ta düşürüldüğünü öne sürmüştü. Ayrıca Erbil saldırısından bir hafta önce de, İsrail’in BM Daimi Temsilcisi Gilad Erdan, nükleer savaş başlığı taşıyabilen 12 balistik füze fırlatma denemesi nedeniyle İran hakkında BMGK’ya ve BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e resmi şikayette bulunmuştu. 8 Mart’ta da İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz, ülkesinin, nükleer anlaşma sağlansın ya da sağlanmasın İran’a karşı askeri seçenek de dahil gerekli önlemleri alacağını açıklamıştı.
Bu arada 7 Mart’ta, İsrail’in Suriye’nin başkenti Şam’daki bazı noktalara düzenlediği hava saldırısında, İran Devrim Muhafızları’ndan iki komutan ölmüş, Tahran da, İsrail’in “bunun bedelini ödeyeceği”ni açıklamıştı. Erbil saldırısından iki gün sonra da, İsrail medyasında, Şubat ayında İsrail’in İran’ın kuzeybatı bölgesine düzenlediği saldırıda İran’a ait yüzlerce SİHA’nın tahrip edildiği ve Devrim Muhafızları’na ait üssün vurulduğu iddia edildi. İran’a yakınlığıyla bilinen Lübnan’daki Hizbullah’ın medya organı “el-Mayadeen”, saldırıyı doğrularken, Erbil’e yapılan saldırının da bu yüzden gerçekleştirildiğini öne sürdü.
İran neyi hedefliyor?
Erbil saldırısıyla İran’ın, çoklu mesaj kaygısına girdiği görülüyor. Zira saldırının İran ve ABD arasında 11 aydır yürütülen nükleer müzakerelerin, “dış etkenler nedeniyle dondurulduğu”nun açıklandığı hafta yapılması dikkat çekici. Bu noktada İran’ın, saldırıyı, nükleer pazarlıklarda elini güçlendirmek için kullanmak istemiş olabileceği söylenebilir.
Öte yandan her ne kadar İran, ABD ile nükleer müzakereler yürütüyor olsa da, ülke içinde nükleer müzakereler ve ABD ile anlaşmaya karşı çıkan bir kesim var. Özellikle Devrim Muhafızları’nın bu noktada net bir duruş içerisinde olduğunu söylemek mümkün. Buradan hareketle Devrim Muhafızları’nın İran iç politikasına da bir mesaj gönderdiği görülüyor.
Ancak İran Dışişleri Bakanlığı’nca saldırıda ABD ve Irak’ın hedef olmadığının söylenmesi, ya zaman kazanma ya da nükleer müzakerelerin tamamen kesilebileceği konusunda yaşanan endişeden kaynaklanıyor. Zira nükleer müzakerelerin tamamen kesilirse, Tahran üzerindeki siyasi, ekonomik ve hatta askeri baskının artması söz konusu olabilir.
Bununla birlikte İran’ın, saldırgan ve müdahil bir tavırla sonuç alması pek mümkün değil. “Erbil’deki İsrail hedeflerine yönelik” olduğu iddia edilen saldırının, bir İsrail Cumhurbaşkanı’nın 14 yıl aradan sonra ilk kez Türkiye’yi ziyaretiyle aynı hafta gerçekleştirilmiş olması dikkat çekici. Nitekim İran Dışişleri’nin “Umarız komşularımız Erbil mesajını almıştır” ifadesini kullanması, Türkiye’ye verilen bir mesaj niteliğinde. Irak’ın da İsrail’e alan açmakla itham edilmesi, İran’ın bindiği dalı kesmesiyle eşdeğer nitelikte. Bu noktada İran’ın.
Ortadoğu’daki normalleşmeden istediğini alamamasının yanı sıra Irak ve Ortadoğu’daki elinin zayıfladığı, geleneksel müttefiki Rusya’nın da Ukrayna müdahalesiyle uluslararası sistemden dışlandığı, Viyana görüşmelerinin “dondurulduğu” bir ortamda Türkiye’yi karşısına alan tavrının, çıkarına olmayacağını söylemek mümkün.