Prof. Dr. Sami SELÇUKSami Selçuk, 1937 tarihinde Konya-Taşkent’te doğmuştur. 1959’da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir. Ankara yargıç adayı olarak mesleğe başlayan Selçuk, sırasıyla, Sütçüler, Akşehir, Yenice ve 1972’den sonra Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı görevlerinde bulunmuştur.
1982’de Yargıtay üyeliğine seçilen Selçuk, Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nca, 10.07.1990 tarihinde ilk kez, 13.07.1994 tarihinde ikinci kez, 13.07.1998 tarihinde üçüncü kez Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesi Başkanlığına seçilmiştir. Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nca 07.07.1999 tarihinde Yargıtay Birinci Başkanlığı’na seçilen ve bu görevden 15.06.2002 tarihinde yasal yaş sınırı nedeniyle emekliye ayrılan Sami Selçuk, şimdilerde Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmasını sürdürmektedir.
İnsan, her dönemde değerler yaratan bir varlıktır. Öbür canlılardan insanı ayıran temel niteliktir, bu. Bu değerler, insanın gelişmesi, insan olarak kalması ve yaşaması için zorunludur. Bu yüzden onları korumak için suç hukuku zaman zaman çevrime girer, girmiştir de. Çağcıl insanın değerlerinden biri de hiç kuşkusuz hak ve özgürlüklerini güvence altına alan demokratik düzendir. Bu nedenle suç hukuku, her demokratik düzende, anayasal düzeni koruma altına almıştır. Çünkü bireylerin demokratik bir anayasal düzen içinde yaşam hakları vardır. Yasal seçimle gelen bir iktidarı, dolayısıyla parlamento ya da hükümeti ortadan kaldırma ya da görevini yapamaz duruma getirme, bu demokratik hakka bir saldırıdır. Dolayısıyla bu türden eylemler bütün demokratik düzenlerde suçtur. Bu konuda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır.
SUÇ HUKUKUÖte yandan suç hukukunda suçum vazgeçilemez, onsuz olmaz (sine qua non) temel öğesi, “davranış”tır. Dış dünyaya somut bir davranış yansımadığı sürece hiçbir suç oluşmaz ve doğmaz. Zira suç hukuku insanın iç dünyasıyla ilgilenmez (Zanardelli Yasası’nın ünlü 14. paragrafı). İnsanın iç dünyasındaki olgular, düşünceler, amaçlar, güdüler, dürtüler, dış dünyaya davranış/eylem olarak yansımadığı sürece hukuku ilgilendirmez ve yargı da onları soruşturma ve kovuşturma konusu yapamaz. Bu nedenle suç hukukunun temel ilkesi şudur: “Davranışsız suç olmaz” (nullum crimen sine actione). Eğer bir hukuk düzeninde bu ilke gözetilmezse, iç dünya cezalandırılmış ve Ortaçağ’ın karanlıklarına dönülmüş olur. Ortaçağ Fransa’sında “kralı öldürmeyi düşünmek” bile suçtu. Böyle bir suçun kanıtlanması elbette bir düştü ve çok güçtü. Bu yüzden ister istemez “işkence”ye dayanan itirafı elde etme yollarına başvurmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Bu nedenle 14. Louis’nin ünlü 1670 tarihli buyrultusunda işkence ile itiraf elde etmenin yöntemleri uzun uzun açıklanmıştır.
TCY, MADDE 3122004/5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın (TCY) “dördüncü kısım”daki suçlar, “millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler” başlığını taşımaktadır. Beşinci bölüm ise “anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar”a ayrılmıştır (m. 309-316).
Bunlardan “hükümete karşı suç” başlığı altında yapılan tanım şöyledir: “(1) Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. (2) Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.” (m. 312).
Hüküm, 1926/765 sayılı Eski TCY’nin 147. maddesinden değiştirilerek alınmıştır. Bu maddeye göre “Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men edenlerle bunları teşvik edenler” cezalandırılmıştı. Kuşkusuz bu son hükmün kaynağı, 1889 tarihli İtalyan Zanardelli Ceza Yasası’nın 118/3. madde ve fıkrasıdır: “... hükümetin biçimini zor kullanarak değiştirmek ...(mutare violentemente (...), la forma del governo).
ZOR KULLANMABuna karşılık, 1930 tarihli İtalyan Ceza Yasası, daha ılımlı ve suç hukukunun yasal tanımın kesinliği/belirginliği ilkesine ters düşecek biçimde yoruma elverişli bir anlatımı yeğlemiş ve “...geçici de olsa bütünüyle ya da bir kesimiyle hükümetin çalışmasını doğrudan engellemeye yönelik eylem”den söz etmiştir (m. 289/1).
İki yasal tanım arasındaki ayrım açıktır. Bununla birlikte İtalyan hukukçular, genel kasıtla işlenebilen bu suçun oluşması için, eylemin sonuç doğurmaya elverişli olmasında birleşmektedirler. Çünkü bu suç, iç dilinde ve varlığında zor öğesini içeren bir suikast (attentat, attentato) suçudur.
1992 tarihli Fransız Ceza Yasası ise, “kurumları tehlikeye düşürecek nitelikte bir ya da daha çok davranışla işleme olgusu”nu suikast suçunun temel öğesi yapmıştır (m. 412/1 vd).
Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere demokratik ceza yasalarında hükümeti ortadan kaldırma ya da kalkışma suçunun temel öğesi, “maddi ve/ya manevi zor kullanma”dır.
CEBİR VE ŞİDDETBu kısa açıklamanın sonucu şudur: TCY’nin 312. maddesi, gerek 1889 ve özellikle 1930 tarihli İtalyan, gerekse 1992 tarihli Fransız ceza yasalarından daha açıktır. Çünkü inceleme konusu maddede açıkça “cebir ve şiddet”ten söz edilmektedir. Parlamentoda yapılan görüşmeler sırasında bu maddelerde yer alan “cebir ya da şiddet” öğesi, duraksamalara yol açabileceği gerekçesiyle “cebir ve şiddet” olarak değiştirilmiştir. Bu değişiklik yerinde olmuştur. Çünkü “cebir ve şiddet” bir bütündür.
“Cebir ve şiddet”in tanımı ise bellidir: Ya maddi (somut zor) ya da manevidir (soyut zor, yani tehdit). Gerekçede aynı terimleri kullanan anayasayı çiğneme ve yasama organına karşı suçlarla ilgili gerekçeye yollama yapılmıştır (m. 309, 311). Ayrıca TCY’nin gerekçesinde, İtalyan faşizminin kaldırdığı, İtalyan demokratik rejiminin 1947’de duyarlı, haklı ve yerinde olarak geri getirdiği “zor kullanmak suretiyle” (violentemente) terimine maddede yer verildiğine ve bunun eylem öğesindeki vazgeçilmezliğine ve önemine özellikle vurguda bulunulmuştur.
ORTAÇAĞ HUKUKUBu durumda dış dünyaya yansıyan bir zor bulunmadığı, sözgelimi toplantı yaparken hükümeti kuşatma, tehdit ya da ona silah çekme gibi bir zor eylemi söz konusu olmadığı sürece TCY’nin 312. maddesindeki suç oluşmayacaktır.
Bu nedenle yapılan hazırlıklar, yer altında bulunan silahlar vb. gibi olaylar, kanıtlar bu suçun kapsamına giremez. Yineleme pahasına vurgulamak gerekir ki, bu suçun oluşması için, zor kullanma davranışı/eylemi, düşlerde, kafaların içinde kalmayacak; gözle görülür, elle tutulur biçimde dış dünyaya somut, ete kemiğe bürünmüş olarak yansıyacaktır. Bunun dışında kalan her şey, bu tanım karşısında bir düştür, dedikodudur, masaldır. Çağcıl suç hukuku, “Aydınlanma”nın, yani ünlü tarihçi Jules Michelet’nin (1798-1874) deyişiyle “insanlık tarihinin yaşadığı en büyük yüzyıl”ın ürünüdür; düşlerle, dedikodularla, masallarla uğraşmaz. Kim ki tersini düşünür, bu hukuku Ortaçağ kafasıyla Ortaçağ hukukuna dönüştürür.
SUİKAST SUÇUSon olarak belirtmek gerekir ki, suikast suçunun, bütün ceza yasalarında “gizdüzen, tuzak, komplo, örgüt” suçundan ayrıldığı nokta da tam burada karşımıza çıkmaktadır. Çünkü bu beriki suç da, anayasal düzene, bu arada elbette parlamentoya, hükümete karşı bir suçtur. Yine eylem, açık ve belirlidir; belirsiz olduğu sürece suç oluşmayacaktır. Suç zoru çağırmaktadır, ama bu zorun kullanılmasını aramamaktadır. Çünkü zor kullanıldığı anda eylem suikast suçuna dönüşecektir. Bu nedenle komplo suçları suikast suçlarına oranla düzeni sarsma konusunda daha hafif olduklarından her hukuk düzeninde daha az yaptırımla cezalandırılmıştır.
TCY’nin silahlı örgütten söz eden 314. maddesi bir komplo suçudur. Ama bu amaçla bir örgüt kurma, asla bir suikast suçu değildir. Öte yandan her örgüt kurma eylemi de, elverişlilik kanıtlanmadığı sürece komplo suçunu oluşturmamaktadır.
Özetle TCY’nin 312. maddesinde tanımlanan suç, zor kullanılmadığı sürece oluşmaz. Ancak eylem, elverişlilik koşulları bulunduğu ve kanıtlandığı takdirde 314. maddesinde öngörülen suça dönüşebilir.