Zülfü DİCLELİ
1948, İstanbul doğumlu olan Zülfü Dicleli, orta öğrenimini İstanbul Alman Lisesi’nde (1967), yüksek öğrenimini Robert Kolej Yüksek Okulu İnşaat Mühendisliği’nde (1971) tamamladı. 1976-1979’da DİSK’te uzman olarak çalıştı. 1979-1989 arasında Almanya’da kaldı. 1993-1996 arasında İstanbul Mülkiyeliler Vakfı’nın genel sekreterliğini yürüttü. Bugün, 1994’ten beri kurumsal yayıncılık yapan bir şirketi eşi Ayşe Bilge Dicleli’yle birlikte yönetiyor. Çok sayıda kitap çevirisi ve çeşitli dergi ile gazetelerde yayımlanmış makale ve röportajları bulunan Zülfü Dicleli, bu çalışmalarının bir kısmını Temmuz 2012’de yayımlanan Dünyayı Anlamak ve Değiştirmek Üzerine Yeniden Düşünürken isimli kitabında bir araya getirdi.
Zaman geçtikçe Gezi’nin alışılmış kitle eylemlerinden farklı yeni bir olgu olduğu iyice belirginleşiyor, onun merkezsiz, örgütsüz ve lidersiz bir hareket olduğu anlaşılıyor. Gezi’nin alışılmış muhalefet hareketlerinden son derece farklı olduğu da görülüyor.
Gezi elbette muhaliftir, ama onu bilinen iktidar-muhalefet ikileminin ötesinde bir olgu olarak ele almak gerekiyor. Çünkü Gezi alışılmış muhalefetten farklı olarak, sadece karşı olmakla, kendi değerlerine ters zihniyet ve uygulamalara karşı çıkmakla yetinmiyor, aynı zamanda kendi değerlerini yaşama geçiriyor.
Gezi parkında birkaç hafta süren deneyimde tanık olduğumuz sadece direniş, mücadele, protesto değil, sayısız yaratıcı ‘yapış’tı aynı zamanda. Gezi insanları yaşamın çok farklı yanlarında kendilerinin daha iyi bir dünya tahayyüllerine uygun birçok eser ortaya koydular. Daha iyi yaşamlar için bir tür laboratuvar oldu Gezi. İzleyen ve yaygınlaşan yerel forumlar da şimdi katılımcı demokrasi için yeni bir laboratuvar işlevi görüyor. Gezi insanları çepeçevre oturup yüz yüze tartışıp birbirlerine danışarak çevrelerine etkide bulunacak projeler geliştiriyorlar. Gezi artık sürekli bir yapışın, bir yapanlar hareketinin adıdır. Daha iyi bir yaşam ve canlı bir demokrasi yapmanın adıdır.
Alışılmışın ötesi
Öte yandan Gezi sadece merkezsiz, örgütsüz ve lidersiz bir hareket değil aynı zamanda sınıfsız ve kimliksiz bir hareket, sınıf ve kimlik üstü bir harekettir. Elbette gezide yeni orta sınıfların katkı ve katılım taleplerini, plazalarda beyinleri limon gibi sıkılmak istenen beyaz yakalıların tepkilerini ve anlam arayışlarını, AVM kapitalizminin azdırdığı tüketimciliğe ve Beş Yıldızlı Otel Müslümanlığı’na karşı isyanları görmek mümkün. Ama Gezi alışılmış sınıf hareketlerinin çok ötesine geçip, aynı değerleri paylaşan tüm sınıflardan insanları kendine çekti ve çekiyor.
Aynı şekilde Gezi herkesi şaşırtıcı bir biçimde çok farklı kimliklerden insanların buluşma, karşılaşma ve ortak eylem alanı oldu. Gezi’ye katılmak için kendi kimliğini kapıda bırakmak, belli bir kimliği benimsemek gerekmiyordu, insanlar kendi kimliklerini koruyarak yeni bir varoluşa erişebiliyorlardı Gezi’de. Kendini bir dünya vatandaşı gibi hisseden ulusalcılar, dindarlarda birlikte yeryüzü sofralarında bağdaş kuran ateistler, birbirlerini gaz saldırısına karşı koruyan şortlu kızlarla başörtülü kızlar Gezi’de hiç de kuraldışı değildi.
Gezi’nin İki kaynağı
Gezi’nin muazzam potansiyelinin iki kaynağı var: Birincisi özgürlük, katılım, insan ve doğa değerlerini başa alan bu insanların eylem-öğrenme kararlılığıysa, ikincisi onların birbirleriyle ve makinelerle iletişime girmesini mümkün kılan dijital sosyal ağlarla bağlantılı olmasıdır. Bu onlara bir yandan dağıtık zekânın kolektif aklından yararlanma imkânı sağlarken, diğer yandan eşitler olarak, önkoşulsuz ya da çok az önkoşulla içerik yaratma ve geliştirme imkânı veriyor.
Sosyal medyada önceden belirlenmiş iş akışları, roller ve sorumluluklar yoktur, sosyal medya hiyerarşi tarafından tanımlanmış ve onun tarafından görece sınırlanmış bir etkileşime izin vermez, eşitlerarası bir işbirliğinin mekânıdır. Bu yanıyla işbirliğine dayalı yeni bir üretim ilişkisinin temelini hazırlamaktadır.
Gezinin büyüsünün kaynağında bu var.
Küresel bir ağ olarak, diğer ülkelerdeki düğüm noktalarıyla birlikte Gezi, pekâlâ, sınıflara ve kimliklere bölünmüş bir insanlıktan farklı sosyal kesimlerden ve kimliklerden, değişik yaşam tarzlarından insanların bir arada yaşadığı bir dünyaya geçişin bir müjdecisi olarak da okunabilir.
Artık önce bir teorinin kurgulandığı (ya da programın yazıldığı, stratejinin belirlendiği, kararların alındığı) sonra bunun sahada, eylemde uygulamaya geçirildiği bir yapış tarzından teori (program ya da strateji) geliştirmekle uygulamanın iç içe geçtiği, Büyük Verinin ve dijital iletişimin sağladığı olanaklarla eylem-araştırmanın önünün açıldığı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Onun için kimse artık eyleme geçmek için önce bütünsel bir daha iyi dünya tahayyülü (ya da ütopya) ortaya konmasını beklemiyor. Herkesin kendisini ilgilendiren alanda kendi daha iyi dünya tahayyülü doğrultusunda yapmaya, hayatı değiştirmeye ve yaparak öğrenmeye (eylem-öğrenme) giriştiği bir dönem bu. Yeni yapılan mikro dünyaların zaman içinde daha büyük ekosistemler içinde, sosyal ağlarda karşılıklı etkileşime geçerek birbirlerinden öğrenerek kendilerini iyileştireceği ve geliştireceği yepyeni bir dönem.
Gezi aynı zamanda Türkiye tarihinde çok önemli bir dönüm noktası oluşturdu. Kemalist ve sol muhalefet potansiyellerinin iyiden iyiye tükendiği bir ortamda birden boy atıveren Gezi, muhafazakâr iktidarın modern kültüre ve modern yaşam kültürüne yönelik bastırma ve tasfiye girişimlerine, yeni bir “muhafazakâr” hegemonya inşa etme çabalarına dur dedi. Sınır tanımayanlar her şeyi sınırlamaya çalışanlara sınırlarını işaret etti.
Bu topraklarda İttihat ve Terakki’den bu yana başka bir alternatifinin yeşermesine izin verilmeyen ve şimdi AKP tarafından sadece farklı bir kozmetikle neredeyse aynen savunulan “tek tipleştirici, dayanışmacı, tarihçi, korporatist ve devlet kontrolünde, hakların değil vazifelerin vurgulandığı” toplum tasavvuru karşısında Gezi, “farklılıkların tehdit olarak görülmediği, geçmişle gelecek arasında organik bir belirleyicilik ilişkisinin varsayılmadığı, bireyin ön plana çıktığı, hak ve özgürlüklerin vurgulandığı” yeni bir toplum tasavvurunun uygulamalı bir sunumunu yaptı.
Üçüncü bir odak
Gene de Gezi’yi geleneksel muhalefet-iktidar ilişkisi içinde muhalefet saflarında olmasıyla bakıp anlamak mümkün değildir. Gezi’nin yeni siyaset tarzı karşısında geleneksel muhalefet ile iktidar aynı eski hegemonyacı siyaset tarzının temsilcileridir. Ha Atatürklü Türk bayraklarını ya da sol grupların flamalarını sallayanlar, ha Atatürksüz Türk bayraklarını sallayanlar, ha biber gazı sıkılmasını emredenler ha molotof kokteyli atılmasını örgütleyenler
Gezi bunların dışında ve ötesinde, kendini sadece yaparak ifade eden üçüncü bir odaktır artık. Ve giderek her ikisini de etkileyecek ve her ikisinin de dönüşümüne katkıda bulunacaktır.
Türkiye’nin çıkış yolu, gerek iktidar gerek muhalefet, her ikisinin de Gezi’ye açılmasındadır. Gezi’den beslenmek herkese iyi gelecektir.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024