Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Prof. Dr. Sinan Bayraktaroğlu
Talas ve Tarsus Amerikan Kolejlerinde okudu. Ankara Üniversitesi DTCF’nde İngiliz Edebiyatı ve Osmanlı Tarihi alanlarında Lisans, Leeds Üniversitesinde Yüksek Lisans, Londra Üniversitesinde “Uygulamalı Dilbilim ve Yabancı Dil Eğitimi” alanında Doktora eğitimi gördü. Cambridge Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı. The Cambridge Centre for Languages, Sawston Hall’un 22 yıl kurucu direktörlüğünü yürüttü. T.C. Devlet Üstün Hizmet Madalyası sahibidir.

Aksini kimse inanarak iddia edemez ki, sayıları bugün 175’e varan üniversitelerimizdeki eğitim kalitesi son derece endişe vericidir. Böyle bir endişeye yol açan en belirgin neden, yükseköğretim alanında altından kalkılamayan devasa sorunlar var iken üniversitelerimizin eğitimlerini %30 veya %100 oranında İngilizceyle yapma sevdasına kapılmalarıdır.
Ülkemizde bugün yabancı dil eğitiminin önemi sadece laf olarak vurgulanmakta. Uygulamaya gelince, bırakın “yabancı dille eğitimin” icaplarını, hem “yabancı dil eğitimi”nin başarıyla yürütülebilmesi için yerine getirilmesi zorunlu olan “olmazsa olmaz” koşullar hem de uluslararası kalite kriterleri bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde göz ardı edilmektedir.
Bu durum karşısında, aşağıda özetlemeye çalıştığımız ve aynı zamanda son aylarda basında kaleme aldığımız hususları gençlerimizin üniversite tercihlerini yaptıkları şu sıralarda ilgililerin dikkatine sunmakta fayda görüyoruz.
Öncelikle belirtmek isteriz ki, ortaöğretimden uluslararası kriterlere göre A2 gibi alt düzeyde bir yabancı dil bilgisiyle gelen öğrencilerin yabancı dille eğitim görebilmeleri için zorunlu olan B2-C1 uluslararası yeterlilik seviyesine 32-38 haftalık bir süre içerisinde ulaşmaları bugün üniversitelerimizdeki mevcut yabancı dil eğitimi uygulamalarıyla gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bir hedeftir.
Halen Türkiye’de İngilizceyle eğitim yapan olsa olsa iki-üç tane en prestijli üniversite, en azından B2 düzeyini uluslararası sınav ölçekleriyle kanıtlayana dek hazırlık eğitimlerini uzatmaya öğrencilerini zorluyorlar. Maalesef, vakıf üniversitelerinin büyük çoğunluğu, yaşadıkları rekabet ortamında, öğrencilerini kaybetme endişesi içerisinde böyle bir zorlama içine girmekten ticari kaygılarla kaçınıyorlar.
Dolayısıyla, gördükleri 32-38 haftalık hazırlık eğitimi sonucunda daha henüz yeterli seviyeye erişemediklerini pekâlâ bilen üniversite üst yönetimlerinin artık yabancı dille eğitim görebileceklerini(!) varsaymaları üzerine, öğrenciler Lisans programlarına devam edebiliyorlar. Başka bir deyişle, daha henüz “yürümeye” başlamadan, “koşmaya” mecbur bırakılıyorlar.
Bu da lisans düzeyindeki tüm alan derslerinin eğitim kalitesini olumsuz yönde etkiliyor. Özellikle vakıf üniversitelerinde, yabancı dilde verilen derslerin sayısı arttıkça, eğitim kalitesinin hızla düştüğü çıplak gözle görünebilir bir gerçek. Yapılan araştırmalar, yabancı dilde eğitimin fen bilimlerinde yüzde 35-40, sosyal bilimlerde ise yüzde 70-75 dolayında bilgi kaybına yol açtığını ortaya koyuyor.
Söylem ile eylemin birbirini tutmadığı böylesine bir uygulamanın etik bir tarafının bulunmadığı açıktır. Ortada, çocuklarının en iyi bir şekilde yetişmeleri için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan ailelerin istismar edilmelerinden başka bir şey yoktur.
İngilizceyle eğitim bugünkü uygulanış biçimiyle bakınız nelere yol açıyor: Öğrenciler (1) İngilizce olarak verilen derslerde anlatılanları anlamakta zorlanıyorlar, (2) okuduklarını algılayamıyor, not tutamıyorlar, (3) kendilerini yazılı ve sözlü olarak güven içinde ifade edemiyor, soru soramıyorlar. Durum böyle olunca, pasif bir konuma itilmeleri ve ezberciliğe yönelmeleri kaçınılmaz bir hale geliyor. Derse ilgileri azalıyor ve motivasyonları tabiatıyla düşüyor.
Sınav kağıtları incelendiğinde görülüyor ki, öğrenciler her hangi bir dilsel sistemden yoksun olduğu için ne Türkçe ne de İngilizce diyebileceğimiz yapay bir ifade türü kullanmak durumunda kalıyor ve analitik düşünme becerisini geliştirici metin türü cevapları üretemiyorlar. Bundan daha da vahim olarak, öğrenciler bırakın yabancı dilde yorum yapmayı, kendi ana dilinde dahi üretken ve yaratıcı olmalarına yarayan, ‘olmazsa olmaz’ dil kullanım becerilerini edinemiyorlar.
Bilgi erezyonuna neden olan böylesine karmaşık ve belirsiz bir öğretim ve öğrenim ortamı, öğretim üyelerinin öğretim faaliyetlerinde yeterince verimli olmalarını engellemekte ve dolaysıyla üniversitelerimizdeki eğitim kalitesinin büyük ölçüde düşmesine yol açmaktadır.
Yabancı dille eğitimin hakkıyla yapılabilmesi için, öğrencinin ilgili yabancı dilde okuduğunu anlayabilme, satırlar arasındaki anlamlılığı kavrayabilme, dinlediğini - duyduğunu doğru algılayıp yorumlayabilme, amacını yazılı ve sözlü olarak rahatlıkla ifade edebilme, sorgulayabilme, tartışabilme, sunum yapabilme gibi tüm bu dil kullanım becerilerinin eşit oranda ve üst seviyede edinmiş olması gerekir.
Önemle belirtmek isteriz ki, eğitimini kısmen (%30 oranında) yabancı dilde yapan üniversiteler, tek bir alan dersini dahi yabancı dilde verebilmeleri için, o dersi takip edebilecekleri düzeyde, yani (B2-C1) uluslararası sınav ölçekleriyle kanıtlanabilecek (en az IELTS toplam 6 veya TOEFL iBT toplam 85 puan, v.b) düzeyde bir yabancı dil eğitimini öğrencilerine lisans anabilim müfredatları çerçevesinde sağlamakla sorumludurlar.
Diğer taraftan, ilgili fakülte ve bölümlerde meslek derslerini İngilizceyle verecek Türk öğretim üyelerinin mesleki uzmanlıklarının ötesinde İngilizceye ne denli hakim oldukları da eğitim kalitesi açısından önem taşımaktadır.
İngilizcenin lisans derslerindeki işlevselliğinin alan derslerini veren öğretim üyeleri tarafından İngilizceyle eğitim yoluyla geliştirilebileceğini zannetmek, şimdiye kadar içine düştüğümüz yanılgılara yeni bir tanesini eklemekten başka bir şey değildir. Değildir, çünkü alan derslerini İngilizce ile veren öğretim üyeleri kendi alanlarının uzmanıdırlar, onlardan aynı zamanda yabancı dil eğitim uzmanı olmaları beklenemez.
Kısaca, “ İngilizceyle öğretim, İngilizce öğretim yöntemi değildir”. Bu bilimsel bir gerçektir.
Bugün yükseköğretim alanında yaptığımız yabancı dil eğitiminde başarısız kalmamıza neden olan bazı temel sorunları ve bunların kaynaklarını kısaca şöyle sıralayabiliriz:
• Yabancı dil eğitiminin özü ve niteliği, diğer alan derslerinin öğrenim ve öğretiminden farklıdır. Bu bilimsel gerçeği YÖK, rektörler, dekanlar ve diğer üniversite üst yöneticileri gerektiği gibi algılayamıyorlar.
• Yabancı dil eğitiminin dil kullanım becerilerini geliştirmeyi hedef alan ve süreklilik gerektiren bir eğitim türü olduğunun, hazırlık yılından lisans son sınıfa kadar, alan derslerinin amaç ve hedeflerine paralel olarak, kesintisiz bir müfredat çerçevesinde devam ettirilmesi gerektiğinin bilincinde değiller.
• Öyle gibi görünmelerine rağmen gereken önemi aslında vermiyorlar veya kendi uzmanlık alanlarının akademik kibirliliği içinde yabancı dil eğitiminin hazırlık yılında hakkıyla tamamlanacağı yanılgısına düşüyorlar.
• Dolayısıyla, bu tür bir eğitimin etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi için gerekli olan idari ve akademik düzenlemeler hayata geçirilmiyor.
• Yabancı dil eğitimi ile ilgili uluslararası kalite koşullarının yerine getirilmesi bakımından zorunlu olan finansal yatırımlar yapılmıyor.
• Üniversitelerimizde yabancı dil öğretiminden sorumlu öğretim elemanları (okutmanlar) ile ilgili profesyonel insan kaynakları yönetiminde çok ciddi yetersizlikler bulunuyor, okutmanların aşırı ders yüklerinin bulunması, hizmet-içi eğitimden önemli ölçüde yoksun kalmaları, ikinci sınıf öğretim elemanı olarak algılanmalarından dolayı motivasyon kaybına uğramaları gibi problemler yaşanıyor.
• Yabancı dil eğitiminde nesnel kalite güvencesini sağlayan etkin bir denetim sistemi ve bunu yürütecek ulusal düzeyde bir kurumsal yapılanma YÖK nezdinde bulunmuyor.
• Yabancı dil eğitimi ölçme-değerlendirme sisteminin (YDS gibi) yetersizdir ve uluslararası sınav ölçeklerine uyumlu değildir.
• Üniversitelerdeki yabancı dil öğretmeni yetiştirme programları yabancı dil öğretmeni olarak yetiştirdikleri öğretmen adaylarına birinci öncelik olarak o yabancı dili ileri düzeyde öğretemiyorlar.
• Dahası, bu programların müfredatlarında ağırlıklı olarak pratiğe dayalı ve eğiticilik becerilerini geliştirebilen ve öğrencilere “yabancı dili öğrenmeyi öğretebilen” bir meslek eğitimi olması yerine, kuramsal düzeyde akademik nitelikli bir eğitimin yapılması benimsenmiştir.
Bilindiği üzere, Avrupa’nın nüfusu hızla yaşlanırken Türkiye gitgide çoğalan genç bir nüfusa sahiptir. Ebeveynlerin ve iş verenlerin İngilizce eğitimiyle ilgili yoğun talebinin yükseköğretimdeki rekabet ortamında özü saptırılarak ‘yabancı dille eğitim’ yapma gibi yapay bir uygulamaya başvurulması, ne yazık ki, toplumumuzda ‘yabancı dille eğitim’ ile ‘yabancı dil öğretimi’ arasındaki farkın henüz yeterince kavranmamış olmasından kaynaklanmaktadır.
Bu nedenle, üniversitelerin eğitim kalitesini felce uğratan böyle bir yanılgıyla ilgili olarak toplumsal bilinç ve farkındalık oluşturmak gerekiyor. Bu da yazılı-görsel basına düşen çok önemli bir sorumluluktur.
İngilizceyle eğitim yapma pahasına kendi anadilinde düşünebilme, sorun çözebilme, üretebilme ve yaratıcı olabilme becerilerinden yoksun bırakılan bu genç nüfus, geleceğin Türkiye’si için bir ümit olmak yerine, önlenebilmesi zor sosyal ve ekonomik sorunlar yaratacak bir tehdit haline kolayca gelebilir.
Avrupa karşısında genç bir nüfusa sahip olma fırsatını hakkıyla değerlendirebilmemiz için, yükseköğretim sistemimizin hem “yabancı dil eğitimi” hem de “anadili eğitimi” ile ilgili faaliyet ve müfredatlarının (titizlikle hazırlanmış, süresi belirlenmiş bir program çerçevesinde) gözden geçirilmesi, yabancı dille eğitim yerine Türkçe eğitim temelinde nitelikli bir “yabancı dil eğitimi”nin esas alınması, ve bunların yanında kalite denetiminin de sağlanabilmesine zemin oluşturacak yapılanmanın gerçekleştirilmesi şarttır.
Birçok değerli Türk aydınının ve bilim adamının 50 yıldır süregelen ağır eleştirilerine rağmen, “yabancı dilde eğitim” konusunda yetersiz mali yatırımlarla, uluslararası bilimsel kalite kriterleri göz ardı edilerek, önyargılı, bilinçsiz bir iyimserlikle ve bilim dışı yöntemlerle bu kadar ısrarlı olmak, bu genç nüfusa ve Türk ulusuna yapılan en büyük kötülüktür. Nitekim, bugünkü mevcut uygulamaların doğurduğu sakıncalar ve bunların vahim sonuçları ortadadır.
Cumhuriyet’in 100. Yılına 10 kala, demokratikleşmekten, ekonomik büyüme ve istikrardan, açılımlardan, AB’ye uyum reformlarından, eğitimde 4+4+4’den ve yükseköğretimin yeniden yapılandırılmasından ikide bir söz edilirken, üniversitelerimizde ciddi boyutlarda uzun yıllardır kanayan bir yaraya dönüşmüş bulunan ve yetişmekte olan genç nüfusumuzda özgürce “öğrenme ve düşünebilme”, “iletişim kurma ”, “öğrenmeyi öğrenme”, “eleştirel düşünme”, “problem çözme”, gibi çağdaş eğitimin gerektirdiği becerilerin gelişmesine engel olan bu “dil” sorunumuzdan hiç bahsedilmemesi, kısaca bu sorunumuzun göz ardı edilmesi büyük bir gaflettir.

Haberin Devamı

İrtibat telefonumuz: 0212 337 92 23. Mail adresi:dsazak@milliyet.com.tr