DR. NİL MUTLUER
Bilkent Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını 2003’te İstanbul Bilgi Üniversitesi, Kültürel İncelemeler Bölümü’nde; doktorasını Budapeşte’deki Central European University, Toplumsal Cinsiyet Bölümü’nde yaptı. İstanbul Bilgi ve Kadir Has üniversitelerinde dersler verdi. Halen Fatih Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Getronagan Ermeni Lisesi’nde İnsan Hakları ve Demokrasi dersi veriyor. Mart 2012’den bu yana IMC TV’de politik analiz programı ÖteBeri’yi hazırlayan ve sunan ekibin arasında. Feminist Amargi ve politik AltÜst dergilerinin yayın, Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin yönetim ve Ka-der’in danışma kurulu üyesi. Çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanan makalelerinin yanı sıra derlemeleri arasında ‘Cinsiyet Halleri: Türkiye’de Toplumsal Cinsiyetin Kesişim Sınırları’ ve ‘Milli Hallerimiz: Yurttaşlık ve Milliyetçilik Farkında Mıyız?’ yer alıyor.
Bu sefer yurttaşlar iktidarın planını ve onlarca yıldır ‘birbirine ötekileştirilerek yönetilen çoğunluk’ yaratma zihniyetini beklenmedik bir anda çoğulcu bir eylemle bozdu... Ağaçları korumak için başlayan eylemin kökleri öyle derinlere ulaştı ki, meselenin sadece bir çevre meselesi değil, aynı zamanda bir arada özgürce yaşama meselesi olduğunu hissedenler önce küçük gruplar halinde örgütlendiler. Yeşiller, solun farklı kesimleri, Müslümanlar ve örgütsüz yurttaşlar Gezi Parkı’nda buluştular. İktidar sertleştikçe direniş güçlendi. Örgütsüzler, sanki günlerce planlamışlar gibi nöbetleri birbirlerinden devralarak dayanışmaya devam etti. Gaz, su ve copla kim olduğuna bakmadan müdahale eden polise karşı alkış ve sloganlarla direnildi. Eylemler şehirlere yayıldı. Zihniyet öylesine bozuldu ki, yan yana gelmez denen takım taraftarları birbirini korudu. Korku ile evlerine kapatılmaya çalışılan mahalle sakinleri evlerini, esnaf mekanlarını açtı. Doktorlar, avukatlar, eczacılar gönüllü oldu. Ötekileştirilen travesti ve seks işçilerinin evleri de sığınma yerleri arasına girdi. Tenceresiyle tavasıyla yurttaş sokağa çıktı. Dayanışma adına çeşitli manzaralara şahit olundu, olunuyor. Her yaralanma ve şiddet şahitliği ve haberiyle içler burulsa da, bu görüntüler bir o kadar umut verdi.
BU SEFER SOKAKTA
Direniş genişledikçe sokağa çıkanlar kendilerini ait hissettikleri sembollere sığındılar. Bir kısım direnişçi alışık olduğu milliyetçi söylemle direnişe katıldı. Ancak, sonradan gelişen bu durum ne eylemlerin başlangıç ideolojisini ne de kitlenin genelini temsil ediyor. Milliyetçi söylemi benimseyen kitlenin nüfuz olarak kalabalığa sahip olma ihtimali 31 Mayıs’ın tek sahibi oldukları anlamına gelmiyor. Elbette CHP ana muhalif partisi olarak buna talip olabilir. Bu talep hali, AK Parti yandaşlarının “sizler de milliyetçisiniz, postalcısınız” söylemiyle provoke edilebilir. Ancak, durum bu sefer kimliklerin bu kadar belli olduğu bir hâl değil.
Ötekileştirildiler
Bu seferki eylem, yurttaşların meseleler üzerine sokağa çıktığı bir hâli temsil ediyor. Öyle ki, Başbakan Tayyip Erdoğan Türkiye İhracatçılar Genel Meclis Kurulu’ndaki konuşmasında eylemcilerin muhatabını ararken bir yandan tanımlayabildiği CHP’ye, çevrecilere yükleniyor ancak, tanımadığı yurttaş ve gruplardan bahsederken ‘terör yapıyorlar’ gibi ifade kullanıp genelleştirerek geçiştiriyor. Zira, o gruplar yıllardır süre gelen zihniyetten sıkılmış kesimleri kapsıyor. Ve aralarında, egemen zihniyetin tektipleştiricilik ezberini bozar şekilde Müslümanlar da yer alıyor.
Kısaca, artık kendi ve karşı taraftaki çoğunluğun basit örgütlülüğü üzerinden açıklanabilir bir durum yok. Bunun hayli farkında olan Başbakan konuşmasında çoğunluğun azınlığı ezmemesi üzerine vurgu yaparken bu çoğunluğun meşruiyetini %50 oy veren sandığa bağlıyor. Lakin, bunu yaparken önceki iktidarların düştüğü bir zaafa düşüyor. Öncekilerin hatası Müslümanları dinlememek, aşağı görmek ve ötekileştirmek olmuştu. Farklı ideoloji ancak aynı zihniyet de olan AK Parti iktidarının zaafı da, demokrat laik ikilemi içerisine siyasi alanı kutuplaştırmak oldu. Bu sefer, kendini sol ve laik olarak tanımlayanlar ötekileştirildi. Oysa, bu kesim de homojen değil ve hepsi orduyu ve militarist milliyetçi zihniyeti benimsemiyor.
Ayrıca, Başbakan sandığın ve seçimin önemi konusunda haklı. Ancak, şu anki seçim sisteminin demokratik ve çoğulcu olmadığı aşikar. %10 barajı, seçim bölgelerinin merkeziliğinin yerellerin karar mekanizmalarına katılımını engellemesi bunun önemli unsurlarından. Zaten Gezi Parkı’ndan başlayan eylemler de yerel halkın, İstanbullu’nun, bu kararlarda yer almamasından kaynaklandı.
Adımlar önemli
Kısaca, cumhuriyet kurulduğundan bu yana tek tipleştirici politikalarla kutuplaşmayı içselleştiren, AK Parti’nin son dönem siyasi kararlarıyla uçlara çekilen yurttaşlar artık bu zihniyetten sıkıldıklarını gösterdi. 31 Mayıs’ta siyasetin ve sokağın içine karıştı. Bu direniş; postala, partilere, ranta sığınarak siyaset yapanların direnişi değil. Özellikle AK Parti’nin son döneminde özgürlükleri ve yaşam alanları kısıtlananların zihniyete karşı bir eylemi oldu. Bunun bu şekilde devam etmesi ve sonraki sürecin hiçbir grubun tek başına siyasi rant alanı haline dönüşmemesi için gelecek adımlar oldukça önemli. Barış sürecini sadece Türk- Kürt kimliği arası sıkışan bir süreç olarak görmek yerine, tabanın katılımıyla şekillenecek doğaya, insana, farklı fikir ve ifadelere saygı duyan çoğulcu sivil anayasa güvencesiyle demokratikleşen bir Türkiye süreci olarak değerlendirmek artık elzem.
İrtibat telefonumuz: 0212 337 92 23. Mail adresi:dsazak@milliyet.com.tr