PROF. DR. YAVUZ ODABAŞI
1949 Bafra doğumlu olan Prof.Dr.Yavuz Odabaşı, A.İ. T. İ A ve İşletme Yönetimi Enstitüsü mezunudur. Devlet bursu ile ABD’de doktara eğitimini tamamlamıştır. Erciyes Üniversitesi’nin kuruluşunda görev almış ve 1992 yılından bu yana Eskişehir, Anadolu Üniversitesi’nde çalışmaktadır. Çok sayıda yayınına ek olarak ulusal ve uluslararası dergide hakemlik ve editörler kurullarında görev almaktadır.
1960’lı yılların sonunda Kocabeyoğlu pasajında her zaman saygıyla andığım kitapçılarda dolaşırken Taner Timur hocanın “Türk Devrimi” adlı eserini alıp okumuştum. İlk defa karşılaştığım ve çok etkilendiğim “kültür ikilemi” kavramı ile tanışmam o yıllara denk düşer. Her şey gibi bu kavram da değişmiş olsa da yaşadığımız güncel siyasal ve ekonomik çatışmaların aslında birer “kültür savaşı” olduğu çok açık. Bu çatışma ve gerginlik sadece bize özgü değil. Dünyanın içinde olduğu dönem böyle bir sosyo-ekonomik olguya birçok ülkede bizi şahit ediyor.
GELİŞEN PAZARLAR
Dünya ekonomisi 1970’lerden bu yana büyüyor ve dünya dengeleri de buna paralel olarak değişiyor. Ekonomik ve sınıfsal dönüşüm yaşanıyor ve bolluk ekonomisi içinde zenginleşen yeni yöreler, ülkeler ve sınıflar ortaya çıkmaya başlıyor. Dünyada 3 milyarı aşan nüfus yeni orta sınıfa geçmek için bekleme odasında sırada beklerken ter döküyor. Ülkemizde, son on yılda 17 milyon, Brezilya’da 35 milyon insan orta sınıfa geçti. Son on yılda Çin’de 500 milyon orta sınıf nüfusuna erişildi. Dünya nüfusunun 575 milyonu Asya, Afrika, G.Amerika da yaşıyor. Gelişen pazarlar ve ülkeler çerçevesinde çift haneli büyüyen ve 350 milyonluk bir orta sınıf Afrika’da gelişiyor.
Gelecek 25 yılda Çin tarım sektöründe modernleşmeye gidecek ve 300 milyon köylü kentlere hücum edecek. Var olan kentlere ek olarak 300 milyon kişi barındırılmaya ihtiyaç duyacak. Bu, ABD de tüm kentlerin sıfırdan oluşturulmasını ve bunun da 25 yılda yapılmasını öngörüyor. Bunun dışında, orta sınıfın başarı simgeleri haline gelen otomobil, tv, beyaz eşya gibi ürünler kaçınılmaz biçimde arzu edilecek. Kaynakları kısıtlı fakat refah ve onun göstergesi olan tüketim ve tüketim iştahı sınırsız. Bu açıdan, tüketimin yönetilmesinin önemi kendini açıkça gösterebilmektedir. Hiçbir ülke ve onun yerleşik orta sınıfı, bu kadar hareketli olan orta sınıfa alttan gelen yenilere, ‘senin bu sofrada hakkın yok’, ‘pastadan sana pay veremem’ diyebilme hakkı ve şansı yok.
MELEZ KİMLİKLER
Modernitenin ikili karşıtlıklar üzerine oturduğu ‘kültür ikilemi’ kavramı, yerini parçalı ve iç içe geçmiş çoklu, büyük ya da küçük gruplara sahip sosyal sınıflara bırakıyor. Türdeş geleneksel sosyal sınıflar çözülüyor ve parçacıklara ayrılıyor günümüzde. Sınıflar arası çatışma ve savaşların bitip yerine sınıf içi sürtüşmeler, çatışmalar ve gerginliklerin yaşandığı bir dönemin içindeyiz.
Bu büyük değişim ve dönüşüm birçok kavram ve anlayışı da bir araya getirip açıklamaya yardımcı olmaktadır. “Yakınsama” olarak adlandırılan yeni anlayış sadece teknolojide değil, sosyal alanlarda da kendini göstermekte. Bunlardan biri de, “tüketici-vatandaş” kavramıdır. Tüketici olarak bireysel çıkarlar peşinde iken, vatandaş olarak daha çok toplumsal çıkarları düşünen bireyin yeni kimliğinin adının “tüketici-vatandaş”. Hem sınıf atlayacağım hem de toplumsal çıkarları ve yararları düşüneceğim anlayışı hakim. Tüm sürecin, oluşumun ve hareketin öznesi olarak milenyum kuşağı, seçmen olarak vatandaşlık görevlerini yerine getirmeye çalışırken çözümün kendilerinde olduğu bilincini ve ellerindeki bu demokratik gücü kullanarak sorunları çözecekleri inancını, aynen raflarda olduğu gibi sandığa artan biçimde yansıtmak istemektedir.
TÜKETİM BİÇİMİ
Bu kimliğin hangi tarafının ağır basacağı sosyal sınıflardaki yerleşik ve yeni gelenlerin durumuna göre değişecektir. Yaşam biçimlerinin göstergesi olarak tüketim biçimleri, ürünleri ve hizmetleri bu konuda bir hiyerarşi sınıflandırması da yaratmaktadır. Yerleşik orta sınıf üyeleri yaşam biçimlerini koruma çabası yanında, ekonomik kazanımları ile yetinmenin ötesinde daha çok vatandaşlık tarafından, toplumsal ve siyasal gelişmelere yönelik, özgürlük, çevre, doğa, katılım gibi kavramları önemser ve isterken, tutunmaya çalışan yeni gelenler, öncelikle tüketim açlığını yüksek tüketim iştahı ile gidermeye ve daha çok sahiplenmeye yönelik hareket edebilmektedir.
Demokrasi ile ekonominin birlikte gelişebildiğinin ve bunun siyasal ve sınıf yapısını değiştirdiğinin farkında olan bireyler, bu oluşumda kendi haklarını ve sorumluklarını yerine getirmeye çalışarak daha güzel bir dünyayı oluşturabilme şansına sahip görünmektedir.
HIZLA BÜYÜYOR
Küresel orta sınıf görüldüğü gibi hızla büyüyor ve önümüzdeki yıllara damgasını vuracak gibi. Küresel sivil toplum ağı içerisinde, teknolojik olarak güçlenmiş bir orta sınıf küresel demokratik cephe oluşturarak azgın bir kapitalist sınıflaşmaya karşı sorumluluklarını yerine getirmeye çalışıyor. Özgürlükçü ve çoğulcu ağ toplumunun hiyerarşiden arınmış, bağımsızlık özlemi siyasi partilerin örgütlenme biçimini de geleneksellikten koparıyor ve klasik örgütlenmeyle yürütülemez biçime getiriyor. Ülkemizde, bu yeni oluşuma karşılık gelebilecek ve sınıflar arasındaki keskinliği, kutuplaşmayı törpüleyebilecek, dünyayla bütünleşmiş, aynı küresel sistemin paydaşı olarak demokratik, katılımcı, özgürlükçü bir sosyal adaletçi partiye gereksinim çok fazla.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024