Marion Sendker - (Berlin - Ortadoğu Podcast’i Kurucu & Sunucu)
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırılarının ardından güvenlik endişesi içine giren Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği kararı Türkiye tarafından hiç beklenmeyen şekilde karşılık buldu. Türkiye’nin, bu iki ülkenin NATO üyeliği için masaya getirdiği en önemli konu ise, özellikle İsveç’in ama genel olarak Avrupa ülkelerinin terör örgütü PKK’ya bugüne kadar kucak açmalarıydı. Türkiye’nin kaygılarının giderilmesi gerektiği NATO ve Avrupa Birliği (AB) liderleri tarafından sıklıkla dile getirilse de, Avrupa’nın teröre bakış açısındaki dengesizlikler ve yanlışları doğru anlamanın önemli olduğunu düşünüyorum.
PKK, 2002’den beri AB ülkelerinde yasaklanmış durumda. Almanya gibi bazı ülkelerde terör örgütüne yönelik 1993 yılından beri faaliyet yasağı uygulanıyor. Buna rağmen, PKK ile özdeşleşen herkese terörist muamelesi yapılmıyor. AB açısından bakıldığında bunun iki ana nedeni olduğunu görüyorum: Tarih ve demokrasi algısı.
Terörün hem sağ görüş hem de sol görüşten doğabileceği konusunda maalesef tarihi boyunca Türkler ciddi düzeyde tecrübe edindi. Avrupalılar ise, 77 senedir barış içinde yaşadıklarından dolayı terörün ne olup olmadığını anlamakta güçlük çekiyorlar. Bir Avrupalı için terör büyük ihtimale sadece İslam veya sağ terörü anlamına geliyor.
Romantikleştirildi
Avrupa tarihine bakıldığında, aşırı sağ, aşırı soldan hep daha korkutucuydu. Sağ hareketlerin her iki dünya savaşına sebep olan, faşizme ve anti-demokrasiye götüren bir güç olduğunu öğrenip, yıllar boyu bu fikri duymaya alıştık. Öte yandan Avrupa’da sol hareketleri daha çok demokrasi, kadın hakları ve işçi hakları için savaşan bir güç olarak tanıdık. Bu algı, sol tandanslı terörün, Avrupa’da çok ciddiye alınmamasına hatta romantikleştirilmesine neden oldu. Bir PKK sempatizanı özgürlükten bahsettiğinde ve bu sebeple eline silah almak zorunda kaldığını iddia ettiğinde, çoğu Avrupalının aklına terör gelmiyor.
Önemli olan bir nokta daha var. Avrupa’da pek çok kişi PKK’nın Kürtleri temsil ettiğini düşünüyor. Çoğunlukla bilgisizlikten kaynaklanan bu düşünce, aslında bir anlamda kibir dolu bir algı karmaşası ve yanlış sonuçlara sebep oluyor.
Avrupalılar PKK terörünün Türkiye’de on binlerce cana mal olduğunu bilmesine rağmen, Avrupa’nın bazı ülkelerinden bugün hâlâ ekonomik ve politik destek görüyor. Avrupalı bakış açısına göre, “demokrasi örtüsü” adı altında kötü şeyler yapılsa bile, bunun terörizm olarak algılanması oldukça zor. Bunun da yukarıda bahsettiğim “Avrupa tarihimizle” ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü yüzyıllar boyunca, yüzbinlerce Avrupalı, “demokrasi için” öldürdü ve öldürüldü.
Bu açıdan, PKK’nın Avrupa’da resmi olarak yasaklanmasının sebebinin ise, PKK’nın terör örgütü olduğuna ikna oldukları veya durumu anladıkları için değil, Türkiye’ye yakınlaşmak için politik bir karar olduğunu düşünüyorum. Ancak bu yaklaşımın bile YPG için geçerli olduğunu söyleyemeyiz. Avrupalılar için YPG, Suriyeli ve ABD tarafından destek verilen bir örgüt olarak göründüğünden Avrupa’da hâlâ yasak değil.
Ayrıca Avrupa’nın hukukun üstünlüğü ve demokrasi anlayışı, teröristlere daha katı bir yaklaşımın önüne geçen nedenler arasında. Örneğin, bu bakış açısına göre, barışçıl gösteriler yasaklanmamalı, çünkü toplanma ve ifade özgürlüğü gibi temel haklar teröristler için de geçerli olabilir. 2020’de Alman federal hükümeti, PKK’nın uluslararası hukuka göre insani yardım alma hakkına da sahip olduğuna karar verdi. Bir başka örnekte, PKK bir yanda resmi olarak terör örgütü olarak sayılırken, diğer yanda örneğin PKK sempatizanları Almanya’da ya da İsveç’te siyasi sığınma hakkına sahip olabiliyor. Zaten böylesi kurallar ve yasalar yüzünden PKK, 2014 ile 2017 tarihleri arasında terör örgütü sayılmadı. 2018’de ise, Avrupa Anayasa Mahkemesi, başvurudaki biçimsel bir hata nedeniyle PKK’nın o sırada AB terör listesinde yanlış bir şekilde yer aldığını açıkladı.
Avrupa’nın adalet kavramı
Kararın somut bir etkisi olmamasına rağmen, önemli bir noktaya parmak bastığının da altını çizmekte fayda var. Avrupalıların adalet kavramı hakkında farklı bir fikri var. Birçok Avrupa ülkesi için adalet, öncelikle kurallara ve formalitelere uymak anlamına geliyor. Ancak bu kurallar ve formalitelerin nelere mal olduğu noktası ise görmezden geliniyor.
Bu tehlikeli ve akıl dışı durumun Avrupa’nın tarihiyle ilgisinin çok yakın olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin Avrupa ile konuşurken bunu bilmesi çok önemli, ancak AB’nin de kendisini kibirli bir “demokratik mutluluk adası” haline getirdiğini anlaması gerekiyor. Çünkü bu durum, günümüzün gerçeklerini ve Türkiye ile gelecekte dürüst ve sağlam bir ilişkiyi engellemeye devam edecektir.