Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Prof. Dr. Onur Bilge KULA

Onur Bilge Kula, 1954’te Kayseri’de doğdu. Ortaöğrenimini bu kentte tamamladı. 1973- 1974 yılları arasında Berlin Teknik Üniversitesi’nde “maden mühendisliği” okudu. Bu öğrenimini yarıda bırakarak, 1978’de AÜ. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Alman Akademik Değişim Kurumu’nun doktora bursunu kazanarak, aynı yıl yeniden Almanya’ya gitti ve Berlin Özgür Üniversitesi’nde ikinci üniversite öğrenimi olarak 1979’da başladığı “Kültürlerarası Eğitim ve İletişim” bölümünü 1983 yılında tamamladı. 1993 yılında da Mersin Üniversitesi’nde profesörlüğe yükseldi. 1993- 2000 yılları arasında Mersin Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi kurucu dekanlığı görevini yürüttü. Nisan 2003’ten beri Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde görev yapmaktadır.

Haberin Devamı

1961’den itibaren büyük çoğunluğu Türkiye’de büyük kentte yaşama deneyimi bile edinmeden, Avrupa’nın en gelişmiş sanayi ülkesine göçmen işçi olarak Almanya’ya giden Türkler, dilini bilmedikleri bir ülkenin kapitalist üretim ilişkilerinin biçimlendirdiği yaşam tarzına alışma konusunda anlatımsız zorluklarla karşılaştılar. İş göçünün ilk yirmi yılında Türk işçiler en kısa sürede en fazla para biriktirmek ve Türkiye’ye geri dönüp bir varlık kurmak için, en uygunsuz koşullarda yaşamaya razı oldular. Bu durum, bazılarını “Bu Türkler, Alman toplumuyla bütünleşme yeteneğinden yoksundur” gibi görüşler öne sürmeye yöneltti. 1985’ten itibaren geri-dönüş sadece bir hayal olarak kaldı; ezici çoğunluk Almanya’da kalıcılaştı.

Önyargılar...
Fakat bir bölümü, Alman toplumunun bazı kesimlerinin önyargılarını kırmayı, dışlama eğilimini aşmayı başaramadı. Alman eğitim sisteminin eşit eğitim olanağı vermemesi nedeniyle, nitelikli meslek edinemedi, dolayısıyla işsiz kaldı. Toplumsal sistemin bir sonucu olan genç Türkiye kökenliler arasındaki yüksek işsizlik, önyargıları ve ayrımcılığı haklı çıkarmak için araçsallaştırıldı ve hala araçsallaştırılmaktadır.
Türkiye kökenlileri dışlama ve ayrımcılığa tabi tutma, dizi cinayetlere değin ulaşmıştır. Bu dizi cinayetlerin alay edercesine “döner cinayetleri” diye adlandırılması ve Münih Mahkemesinin tavrı, ayrımcılığın köklerinin ne denli derinlerde olduğunu göstermektedir. Almanya’daki ayrımcılığın ve politik aldırmazlığın yol açtığı bu olumsuzluklara karşın, Türkiye kökenliler başta emek yoğun hizmet sektörü olmak üzere, kendi işlerini kurdular; gece-gündüz demeden çalıştılar, didindiler. Büyük bir girişimci ruh geliştirdiler.
Tavak Vakfı başkanı Prof Dr. Faruk Şen ve ekibinin yürüttüğü çalışmaya göre, Almanya’daki Türkiye kökenlilerin sayısı üç milyonu, girişimci sayısı 79 bin 200’ü; çalıştırdıkları işçi sayısı 380 bini; toplam yıllık cirolarıysa 38 milyar Euro’yu bulmuştur. Ayrıca, bu girişimciler artık yoğun emekli, az kazançlı hizmet sektöründe değil, Alman ekonomisinin her alanında 130 iş kolunda etkinlik göstermekte, büyük başarılar sergilemektedir. Bütün bu gelişmeler Türkiye kökenlilerin çok daha büyük başarılar sağlayacağını kanıtlamaktadır.

Bir güç oldular
Bu rakamların da gösterdiği gibi, Türkiye kökenliler aradan geçen 52 yılda Almanya’da sağlam bir varlık kurmuş, artık kimsenin göz ardı edemeyeceği bir güç olmuştur. Onların en zor koşullar altında bile kendilerini var etme yeteneğini, Alman politikacılar bir yana, birlikte çalıştıkları Alman iş arkadaşları bile şaşkınlıkla karşılamıştır.
Alman eğitim-öğretim sisteminin dışlayıcı yapısına karşın, bugün sadece Almanya üniversitelerinde 57 bin Türkiye kökenli öğrenci okumaktadır. Bunların ezici çoğunluğu Alman yurttaşı olduğu için, yargıç, avukat, öğretmen, polis olabilmekte, her türlü mesleği başarıyla yerine getirmekte ve yükselmektedir. Ayrıca, Türkiye kökenliler arasından çok sayıda başarılı yazar, sinema, tiyatro, resim, heykel ve müzik sanatçısı çıkmakta; bunlar hem Almanya’nın, hem de Türkiye’nin sanat üretimine katkı yapmaktadır. İkinci ve üçüncü kuşaktan çok sayıda sporcu, Alman ve Türk ulusal takımlarının başarısı için ter dökmektedir.
Türkiye kökenlilerin siyasal yaşama katılımı da hoşnutluk verici şekilde gelişmektedir. Sadece Almanya’da çeşitli düzeylerde ve partilerde milletvekili olarak politika yapanların sayısı 40’ı bulmuştur. Bütün bu olgular, orta sınıfın oluşmasına, sosyolojide iç tabakalaşma denilen olayın gerçekleşmesine işaret etmektedir. İç tabakalaşma, Avrupa’daki Türkiye kökenlilerin diyasporalaşması için de sağlam bir temel oluşturmaktadır.
Söz konusu sosyolojik iç ayrımlaşma, Türkiye kökenlilerin Almanya’daki sosyal ve kültürel yaşamı biçimlendirme yeteneğini ve bilincini daha da geliştirmektedir. Gelişmeler, dolaysız olarak kültürel yaşama da yansımaktadır. Türkiye kökenliler, siyasal karar alma süreçlerini birlikte belirleme istencini ve kararlılığını ortaya koymaktadır. Artık Alman dilini, kültürünü, felsefesini, estetiğini ve tarihini bilmekte, bu bilgi birikimini eleştirel bir yaklaşımla ayrıştırarak edinmekte ve benimsemektedir. Kitle iletişim araçlarını etkin ve verimli olarak kullanmakta, sorunları yapıcı bir tavırla tartışmakta ve başta ayrımcılık olmak üzere, olumsuzlukları sorgulamaktadır.

Yeni bir kültür
Almanya’da doğan Türkiye kökenliler, bu ülkedeki çok-kültürlü ortamda anne-babalarının kültürünü büyük bir sevgi ve içtenlikle korumaya ve yaşatmaya özen göstermektedir. Bu nedenle, kültürler-arası diyalog kapsamında Türk kültürünün belirleyici öğelerinden biri olan İslam dinine saygı gösterilmesini talep etmektedir. Bu istem, “İslam da artık Alman kültürünün bir öğesidir” diyen bir önceki cumhurbaşkanı Christian Wullf gibi sağduyulu politikacılarda yankı bulmaktadır. İkinci ve üçüncü kuşak Türkiye kökenliler, içinde Alman ve Türk kültürünün başat olduğu, canlı, devingen ve direngen “yeni bir kültür” yaratmaktadır. Bu yeni kültür veya kültürler-arası kültür, daha fazla eşitlik, insancılık, çoğulculuk ve en önemlisi tolerans talep etmekte ve evrensel insanlık değerlerini kararlılıkla geliştirmeyi amaçlamaktadır.
Bu amaç, Almanya’da Türkiye kökenlilerin horlanmasını, dışlanmasını ve ayrımcılığa tabi tutulmasını engellemek için, her türlü politik karar alma süreçlerine ve sosyo-kültürel oluşumlara katılmalarını gerektirmektedir. Onlar da böyle davranmaktadır. Öte yandan, söz konusu bu yeni kültürün gelişmesini zorlaştıran birçok etmen hala varlığını sürdürmektedir.
Bunların başında Almanya’nın çifte yurttaşlığı tanımaması, Türk yurttaşı olanların yerel ve genel seçimlere katılmasını sağlayacak yasal düzenlemeleri yapmaması sayılabilir.
Öte yandan, Türkiye de kendi yurttaşlık yasasında değişiklik yaparak, çifte yurttaşlığın önünü açabilir. Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenlileri, Türkiye’nin iç siyasal çekişmelerinin dışında tutmaya, onları kendi çıkarlarının savunucularıymış gibi göstermemeye ve yönlendirmemeye özen gösterebilir.