Feridun ANDAÇ
1954’te Erzurum’da doğdu. Yükseköğrenimini MÜ Eğitim Fakültesi’nde tamamladı. İÜ Edebiyat Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. Edebiyat ve karşılaştırmalı edebiyat dersleri verdi. İnceleme, araştırma ve deneme çalışmalarının yanı sıra yazdığı öyküleri ve gezi yazıları çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı. Bu alanlarda yayımlanan birçok kitabı olan Andaç, üniversitelerde görev yaptı, özel kurumlarda alanı ile ilgili yöneticilik görevlerinde bulundu. 2002 yılından itibaren Dünya Kitapları’nın yayın yönetmenliğini üstlendi; edebiyat/kültür/sanat/tarih alanında 200’ün üzerinde özgün kitabın yayımını yaptı. Çeşitli ulusal gazetelerde sürekli yazılar yazan Andaç, Marmara Üniversitesi İletişim ve Güzel Sanatlar fakültelerinde dersler vermektedir.
Şiirinin kurucu yurdunda, Hitit coğrafyasında kavminin izlerini bulmak mümkün.
1940’ların alacakaranlığında, söze ve çizgiye düşkün bir çocuk düşünün... Çorum’un akyaban yazında, açmış önüne bir defter, bozkırda Baudelaire’in Les Fleurs du mal adlı başyapıtını Kötülük Çiçekleri adını vererek Türkçeye çevirmektedir. Hayatın keşfi gibi bir dilden bir başka dilin keşfi yolculuğuna çıkmıştır.
Anlatmıştı bir gün; “Anam
Mehmet Gün
1956’da İstanbul’da doğdu. 1977-83 Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim ve sanat felsefesi okudu MA (Master of art) yaparak mezun oldu. 1986-87 DAAD Berlin Sanatçı Programı’na davet edildi. 1991-1994 arasında resim, fotoğraf ve sanat felsefesi üzerine denemeler yazdı. İlk sergisini 1978 yılında Viyana’da açan Mehmet Gün, bugüne kadar dünyanın çeşitli yerlerindeki önemli sanat galerilerinde ve müzelerinde yapıtlarını sergiledi. Yapıtları 2011 yılında Hatje Cantz Yayınevi’nde kitap olarak yayımlandı (ilk Türk sanatçısı olarak). 2013 yılında Hatje Cantz yayınevinde bir kitap daha hazırlayan Gün, bu yeni yapıtlarını sanat kariyerindeki en önemli değişim noktası olarak görüyor.
Geçtiğimiz aylarda İsviçre’de Basel Müzesi’nde Picasso’nun bir retrospektif sergisi açıldı. Günümüzde bir retrospektif Picasso sergisi kimilerimiz için pek de bulunmayacak bir olay değil... Ama benim bu sergi üzerine yazmamın birinci sebebi Picasso sergisinden çok, Basel Sanat Müzesi’nin Picasso ile olan ve 1967 yıllarına varan serüvenidir. Bu serüvenin içindeki kültürel, eğitimsel ve belki de örnek olabilecek gerçekten yaşanmış bir zaman. Özellikle ülkemizde büyük bir potansiyelle artan
Doç. Dr. Süleyman İNAN
Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun olan Süleyman İnan, 1997’de yüksek lisansını; 2003’te de doktora çalışmasını tamamladı. 2008’de de doçent oldu. 1997’den beri Pamukkale Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Süleyman İnan’ın, Türkiye’nin yakın tarihi, tarih yöntemi, tarih eğitimi ve biyografi üzerine yayımlanmış kitap ve makaleleri vardır.
Hatırlayınız; liselerde geçen yıla kadar okutulan ‘Milli Güvenlik’ dersinin kalkması arifesinde başlayan değerlendirmelerde, eğitimin içine sinen askerÓ vesayetin izlerine dikkat çekilmiş ve eğitimin ideolojikleştirilmesinin özgür düşünmeye ket vurduğu öne çıkartılmıştı. Şimdilerde de gündem, malum, tarih kitaplarının yeniden elden geçirilmesi...
İdeolojik etkiler
Ders kitaplarına bile hâkim olan terminolojiyle yetişen nesiller, altı çizilen endoktrinasyonla başta 27 Mayıs ve sonra diğer gelişmelere (12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat) bakışlarında, bunların gerçekte demokrasi-dışı hareketler oldukları gerçeğini atladı. Ve bu sonuç, eğitim dışındaki hayatımızda pek sorgulayamadığımız bir ezber oluşturdu. Sözgelimi, bir kitap sitesindeki arama kutusuna, tırnak içinde 27 Mayıs’ı
Reha Bilge
1953’te Ankara’da doğan Reha Bilge, Galatasaray Lisesi ve Viyana Üniversitesi’nde öğrenim gördü. “Sur ve Sultan”, “Dervişler ve Sultanlar” gibi romanların, “Siyah Beyaz Arasında Türkiye ve Avrupa” adlı kitabın yazarıdır. “1514 Yavuz Selim ve Şah İsmail” adlı eseri, Batı Asya coğrafyasında ortaya çıkan derin fay hatlarını ve günümüze uzanan sonuçlarını analiz etmektedir. Reha Bilge’nin 2012 yılında yayımlanan, “II. Bayezid, Deniz Savaşları ve Büyük Strateji” adlı kitabı, farklı bir 2. Bayezid portresi çizmektedir. Yine 2012’de yayımlanan, Matrakçı Nasuh’un “Tarih-i Sultan Bayezid” adlı eseri, bir Mertol Tulum ve Reha Bilge ortak çalışmasıdır.
Yeni Papa I. Franciscus, Otranto’da 15’inci yüzyılda Türklere karşı savaşmış 800’den fazla İtalyanı, ‘aziz’ ilan etti. Olayın gazetelere yansımasıyla Türk kamuoyu haberi, garip bir sessizlikle öğrendi. Aradan 533 yıl geçtikten sonra Otranto ve azizleri nereden çıkmıştı? Otranto neydi? Orada neler olmuştu? Yüzyıllar önce yaşamış insanlar, durup dururken neden aziz yapılmıştı? Yeni Papa’nın neden Otranto konusunu hatırlamış veya hatırlatmak istemişti? Otranto acaba neyin simgesidir ve ne ifade etmektedir?
Bir meydan okuma
Dr. Ecz. Rıza OMMATY
1956’da doğdu. A.Ü. Eczacılık Fakültesi’ni bitirdi. Mikrobiyoloji dalında yüksek lisans ve doktora yaptı. Kan ürünleri, CMV ve HLA konularında çalıştı. Bazı ilaç firmalarında yöneticilik yaptı. Yurt dışında ilaç ve serum fabrikası kurdu. Yayınlanmış yedi kitabı ve çeşitli makaleleri bulunuyor.
Bu öykü, kendini sağlığa adayan bilim insanlarıyla etkili ve güvenilir bir tedaviyi hayal eden hastaların öyküsüdür. Öykünün süreci sıkıntıdır. Hedefe; ancak 800-1000 milyon dolarlık harcama ve 10-15 yıllık yoğun çalışmayla ulaşılabilir. Öykünün kahramanı kendini yaratıcılığa, yeniliğe ve keşfetmeye adayan bilim insanıdır. Öykümüz, tedavisi olmayan hastalıkları moleküler düzeyde anlamaya çalışmakla başlar. Genom projesinin aydınlatılması, bilgisayar programlarının gelişmesi ve teknolojik olanaklar hastalığın tanısında yardımcı olur. Ancak, bilinmeyenler her zaman bilinenlerden çoktur. Araştırmaya alınan her 5-10 bin molekülden ancak birinin sonuç vermesi, yolculuğun zorluğunu gösterir. Başarıya ulaşmak için yaratıcı zekaya, detaylı araştırmalara, yorucu çalışmaya, ileri teknolojiye ve multidisipliner proje yönetimine ihtiyaç var. Ayrıca, şans da gereklidir.
Keşif
Prof. Dr. Naci GÖRÜR
Çökelbilim (sedimantoloji) konusunda uzmandır. 1975-1988 yılları arasında Türkiye’nin hemen hemen her çökel havzasında araştırmalar yaptı. Uluslararası bir proje olan ”Okyanus Tabanlarını Delme Programı ” kapsamında Hint Okyanusu’nda Avustralya’nın kuzeybatı şelfinde çalıştı. 1993-2003 arasında TÜBİTAK deniz araştırmaları koordinatörü olarak çok sayıda deniz araştırmaları projesi içerisinde yer aldı. 1999 depremlerinden sonra araştırma faaliyetlerini Marmara Denizi’ne kaydırdı. Nautile adı verilen insanlı bir denizaltıyla Marmara’nın 1240 m dibine daldı ve İstanbul’u tehdit eden fayı inceledi. Marmara Denizi’nde yapılan bu uluslararası çalışmalar sonucu bu deniz jeolojik açıdan dünyanın en iyi bilinen bir iç denizi haline geldi. Görür “denizaltı gözlem istasyonu ” kurmak için çabalarını sürdürmektedir.
Sayın Başbakanımızın söylemlerinden ve sürdürülen hazırlık çalışmalarından anlaşıldığı kadarıyla Kanal İstanbul Projesi’nin gerçekleştirilmesi ciddi olarak düşünülmektedir. Marmara Bölgesi’nin ekosistemini belirli ölçüde etkileyecek olan böyle bir proje bilim kamuoyu tarafından tartışılmamıştır. Hâlbuki özellikle oşinografik anlamda doğal dengeleri
Prof. Dr. Ayşegül KİBAROĞLU
Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Sırasıyla, University of Reading’den Master, Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden doktora derecelerini aldı. Türkiye Bilimler Akademisi’nden aldığı bursla İskoçya, University of Dundee, International Water Law Research Institute bünyesinde doktora sonrası çalışmalarda bulundu.
Fırat-Dicle havzasında su politikaları, uluslararası su hukuku ve çevre politikaları üzerine yayımlanmış birçok eseri bulunmaktadır. Dr. Kibaroğlu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 2003-2011 yılları arasında görev yapmıştır. 2011 eylül ayından bu yana Okan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde görev yapmaktadır. Dr. Kibaroğlu, Fırat-Dicle için İşbirliği Girişimi-ETIC’in kurucu üyesidir.
Ulusal düzeydeki stratejik hedeflerle uyumlu biçimde sınıraşan sular politikaları biçimlendirilmiştir. Suyun, Türk Dış Politikası’nın bir meselesi haline gelmesi, 1980’li yıllarla birlikte, özellikle Fırat-Dicle havzasında çok sayıda büyük baraj ve sulama projeleri inşa etmeyi içeren, kapsamlı bir sosyo-ekonomik kalkınma projesi olan Güneydoğu
Dr. HASAN BAŞ
Emekli Sayıştay Daire Başkanı. 1945 yılında doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Aynı üniversitede doktora yaptı. 1970’te girdiği Sayıştay’da denetçi, başdenetçi ve uzman denetçi olarak çalıştı. Uzun yıllar kurumun başraportörlüğünü yaptı. 1998’de TBMM tarafından üye seçildi. Sayıştay Genel Sekreterliği yaptı. Sayıştay 3. Daire Başkanlığı’ndan emekli oldu.
151. yıldönümü nedeniyle öncelikle Sayıştay’ın kendisi bir durum muhakemesi yaparak Anayasa’nın verdiği görevleri ne ölçüde yerine getirdiğini sorgulamalıdır. Özeleştiri yapılmadan yanlışlar düzeltilemez. Anayasa’nın 160. maddesinde “merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleriyle sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir, gider ve mallarının denetimi” öngörülmüş olup, bu görev hakkıyla yapılabilmekte midir? Örneğin, bütçenin büyük bir bölümünü oluşturan bakanlık bütçeleri ne ölçüde denetlenebilmektedir? 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 6085 sayılı Sayıştay Kanunu’nda öngörülen raporlar TBMM’ye sunulabilmekte midir? Dünyada sayıştayların baş özellikleri olan bağımsızlık ve tarafsızlığını koruyup başını dik tutabilmekte midir?
Kamu giderlerini karşılamak üzere