Doç. Dr. İsmail Ermağan - (İstanbul Medeniyet Üniversitesi) / Biyoteknoloji günümüzün en devrimsel gelişmeleri arasında bulunuyor. Daha 2007 yılında “yapay hayatın eli kulağında” haberleri gündeme bomba gibi düşmüştü. İnsan, hayvan ve bitki hücreleri üzerinde genetik dönüştürmeler gıdadan enerjiye, tarımsal savaştan sağlığa hem olumlu hem olumsuz gelişmelere gebe olduğu kesin.
Nöroteknolojiyi popüler yapan kısmen Musk’ın nöral ağlar projesi oldu; halbuki 2000 yılından itibaren hem ABD hem de AB bu alana yoğun bütçe ayırıyor. Beyne yapay bir bellek yerleştirilerek teknoloji vasıtasıyla hastalara, bedenlerinde işlevsizleşen hareket, görme, vücut kontrol yetilerini yeniden kazandırılmak isteniyor. Radikal gelecek, işte böyle böyle geliyor. Nöropolitika ise bambaşka fırsat-tehdit ilişkisi demek! Bilim cellatların elinde de meleklerin elinde de yoluna devam ediyor. Atom bombası da insülin de bir teknoloji ürünü değil mi?
Neler yapılmalı?
Endüstri 2.0 ile 3.0’ın ortasında kaydedilen büyük tecrübeler ortamında, 1927 tarihli ve “Zaman, Teknoloji ve Siyaset Biliminde Yaratıcı Ruh” (Time, technology, and the creative spirit in political science) isimli makalesinde Beard, siyaset biliminin en temel gerçeği olarak; teknolojinin bütün düşünce tarzları ve politikalar üzerindeki sarsıcı etkisine dikkat çekmişti. 2013-2017 yılları arasında görülen Endüstri 4.0 ve 5.0 gelişmeleri bu iddianın hâlâ geçerli olduğunu bize ispatlıyor.
Peki Türkiye’nin teknoloji ile sınavı ne durumda? Neler yapmalı?
Ne tarım ne de sanayi devrimlerinin gerekliliklerini hakkıyla yerine getirebilen Türkiye, Endüstri 4.0’da gardını alabildi; yapay zekâdan dijital dönüşüme yol haritaları hazırladı; kısıtlı bütçeden AR-GE çalışmalarına paylar artırıldı, özellikle altyapı eksikliği giderilmeye çalışılarak beşeri sermayesini teknoloji alanında daha özenli-planlı yetiştirmeye girişti.
Yeterli mi? Henüz değil. Mesela Oxford’un 2020 raporunda Türkiye, yapay zekâda dünyada 67’nciydi. Çok ilginçtir; iki temel sorun karşımıza çıkıyor:
İlki, bu teknolojik girişimlere rağmen kamuoyunda sahiplenici bir bilinçlenmeye ve siyasal arenada pozitif politikalara gereksinim var. Hem kalkınmanın yolunun teknolojiden geçtiğine inanma hem de ülkenin bu bağlamda aldığı-alacağı-alması gereken yol konularında kamuoyu nezdinde daha yüksek bir duyarlılık oluşması gerekiyor. İkinci temel sorun kamuoyundaki genel algıyla ilgili: Teknolojinin, sadece mühendislerin işi-çalışma alanı olduğuna inanılıyor.
Oysa sözel branşlardan disiplinlerarası yetişmiş “teknoloji danışmanları”na ihtiyaç her geçen gün artıyor!
Siyasal partilerimizin seçim beyannamelerinde teknoloji başlığında ne talep edelim? Ya da var mı bu konuda toplu bir seferberlik? İvedilikle toplumsal bir farkındalığın geliştirilmesi büyük önem taşıyor zira.
İktidarı ve muhalefeti ile bu konuda Türkiye’ye düşen görevler; yukarıda açıklanan her bir ÇAT alanında eğitim müfredatını dönüştürmek, beşeri sermayesini eğitmek, bilim bütçesini artırmak, dünyayı ilgili alanlarda takip etmek-iş birlikleri geliştirmek ve son tahlilde bu “teknoloji seferberliğini” katma değer üretme yolunda halkına çok iyi anlatmak olarak sıralanıyor.
BİTTİ