Korku filmlerinin ana kaynağı, arkaik inançların bilinçaltı yerleşimleri veya eski kitaplardaki öykülerden yola çıkan kötünün bedene bürünmüş şekli olarak karşımıza çıkar.
“Ayin-Hereditary” bu bileşik yollardan hareket ederken, anne çocuk ilişkilerine kadar çeşitli alt okumalara açık bir korku filmi. “Ayin” psikolojik gerilim türüne daha yakın durmasına karşın, final bölümüyle alışıldık korku normlarına dönüyor.
Genç yönetmen Ari Arbert ilk uzun metrajında öyküyü hazmettirerek adım adım ilerletiyor.
Bu anlatım seyirciyi yavaş yavaş içine alıyor gerilimi yaşatıyor. Sanat sinemasının ve gerilimin başarılı bir harmanı olmuş.
***
Öykünün merkeze aldığı aile de minyatür sanatçısı anne Annie, zamanının çoğunu evde geçiren baba Steve, küçük kız çocuk Charlie ve ağabey Charlie vardır. Aileyle anneannenin ölümünden dolayı yas içindeyken tanışıyoruz.
Annenin karton kutular içinde anneannenin eşyalarını elden geçirirken, bazı kitaplardan ürktüğünü, onları derinlere gömmek isteğini görüyoruz.
Katıldığı grup terapisinde geçmişini anlatırken, öykünün lanetini taşıdığını anlıyoruz. Annesinden gelen kalıtımın devamı onun ruhunda yeşermiştir.
Tıp fakülteleri doktor kadar sanatçı da mezun eder. Doktorluk mesleği gibi stresli bir mesleğin ruhsal onarımı, en güzel sanattan geçiyor olmalı.
4 doktorun bir araya geldiği “Detoks” grubu bu anlamda hem doktorlara, hem dinleyicisine şifa dağıtıyor.
Grupta branş dağılımı bir küçük klinik kuracak düzeyde; Radyoloji Uzmanı Alper Yüksel, Ortopedi Doçenti İbrahim Akel, Göğüs Hastalıkları Cerrahı Prof.Dr. Kutsal Tarhan ve Aile Hekimi Tuba Aydın.
Grubun tek doktor olmayan beşinci elemanı Deniz Yüksel ise henüz bilgisayar öğrencisi. 2017 yılının Mayıs ayında kurulan grup ilk konserini de aynı gün vermiş. Alper Yüksel’in öğrencilik yıllarında başladığı akustik gitar ve şarkı söyleme tutkusu hiç dinmemiş. Her fırsatta bir yerlerde tellere dokunmuş, şarkısını söylemiş.
Aynı tutkudan mustarip, İbrahim Akel ile çalıştıkları hastane ortamında buluşmaları, grubun kuruluş temellerini atmış. Cazı seviyoruz, bir de saksafon ekleyelim demişler.
Bu işin erbabı Dr. Tuba Aydın İstanbul’dan katılmış aralarına. Bir dönem Alper ve Tuba, Latin Caz eğitimi almışlar İstanbul Pera Sanat’ta.
Davulda Kutsal ben de varım demiş. Deniz’e gelince... Alper’in “oğul kadrosundan”, hangi enstrüman olsa çalan bir yetenek.
İsveçli Björn Borg; soğuk duruşu, çelik gibi sinirleri olan bir tenis şampiyonu olarak benim ve birçok insanın hafızasına kazınmıştı.
En kötü vuruşundan sonra bile mimiksiz bir tavırla elindeki tahta rakete bakar, hafifçe tellerini sıvazlayarak sakinliğini korurdu.
İçindeki fırtınanın böylesine saklı kalması şaşırtıcıydı.
Sonra McEnroe çıkageldi karşısına. Bambaşka bir karakterdi.
Süper tekniği, kesme vuruşları, hücum oyunu hayran eden cinstendi.
Gel gör ki, gerisi tenisin alışmadığı tarzda delişmen bir ruhtu. Hakeme itiraz, kötü vuruştan sonra yere raket çarpma, sürekli söylenme, bağırma tenisin mesafeli sportmenlik ruhuna aykırı olan ne varsa, hepsini yapan bir tenisçi portresi.
1980’de oynadıkları Wimbledon finalini hala önemli anlarıyla hatırlarım. Artık Borg kazandı dediğimiz anda 4. sette yaptığı geri dönüşle tüm zamanların en büyük maçlarından birisinin kahramanı olmuştu.
Bedük olarak tanıyoruz Serhat Bedük’ü... Onun şarkıları insanın kanını kaynatır. Durduk yerde sallanmaya başlar insan. Yeni albümü ‘Flash Forward’ işte böyle bir albüm... Bedük, geleneğini tavizsiz olarak sürdürüyor. İçinde dinlemeye doyamadığım 4 şarkı var ki, bana yazı geçirtecek gibi gözüküyor: ‘Get Wracked’, ‘Gravity’, ‘Alive’, ‘Say Something’... Kendisiyle yeni albümü ve hayatı üzerine bir söyleşi yaptık. Bir süre önce İngiltere’nin başkenti Londra’ya yerleşen Bedük, orada olma nedenini şöyle açıklıyor:
“Aslında tamamen yeni bir ilham arayışı içinde gittim Londra’ya. Hep yeninin, farklının, bir üstünün peşinde geçiyor hayatım. Yıllardır yaptığım ve dinlediğim müziğe yön veren müzikal taban, genelde İngiltere... Hem Amerika’ya, hem Avrupa’ya yön veriyor, hem hepsinden etkileniyor. Her müzisyenin yolu bir şekilde buradan geçiyor. Müzik ve müzik etrafında oluşmuş hayat biçimi, hayatın her yönüne işlemiş vaziyette. Bu da bana ilham veriyor.”
‘Nefis bir enerji’
‘Flash Forward’ harman bir albüm. Funk, pop, soul, elektronik; ne ararsan var içinde...
Serhat Bedük, hazırlık ve kayıt sürecini şöyle anlatıyor: ”Albüme İstanbul’daki stüdyomda başladım. Önce her zaman deneme-yanılma yaparak
Ahlat kara kuru, şekilsiz, taşlı tepelerde tek başına yetişen bir ağaç. Meyvesi de aynı şekilsizlikte. Yine de hayata kimsesiz bir çocuk gibi tutunan, bırakmayan bir karakteri var.
Nuri Bilge Ceylan’ın son filmine ad veren bu ağaç, ana karakterleri baba İdris ve oğul Sinan’ı betimliyor.
Her ikisi de uyumsuz, sevilesi olmayan karakterler. Oğul Sinan (Doğu Demirkol) büyük şehirde üniversiteyi bitirdikten sonra Çanakkale’de doğduğu köye geri döner. Tek gayesi, yazdığı romanı bastırabilmek ve şartlar izin verirse yazar olabilmektir.
Kasabaya gelmesiyle büyükşehrin havasının, suyunun, okuduklarının, yazdıklarının, onu değiştirmiş; doğduğu topraklardaki insanlara, özüne yabancılaştırdığı gerçeğiyle yüzleşir.
Öfkelidir, eleştirir durur, beğenmez, yalnızdır, arkadaş bulmayı beceremez. Baba İdris (Murat Cemcir) sevilen bir sınıf öğretmeniyken at yarışı tutkusuyla tüm birikimini kaybeder. Borç içinde yüzen bir adam olur. Sinan onun bu hatalarını nefretle yüzüne vurur.
“Kış Uykusu”ndan sonra Nuri Bilge Ceylan’dan konuşkan bir film daha. Onun alıştığımız sessizliği yerini uzun diyaloglara, atışmalara, farklı düşüncelerin çarpıştığı, topluma ayna tutan sahnelere bıraktı. Bu laf
Jonny Greenwood kariyerinde Radiohead grubunun gitarist ve keyboard elemanı olarak bilinse de sinema takipçileri onun besteci yönünü çok iyi bilir.
Gitar yanında her enstrümanı çalabilen bir yetenektir. Kendisi de “Gitarı herkes çalabilir esas olan beste yapabilmektir” der. Gruba katılabilmek için önce armonika çalmayı bile kabul eder sonra klavye ve gitara geçer.
Son yıllarda yaptıkları onu grubun karizmatik elemanı Thom Yorke’un önüne geçirdi desem abartmamış olurum. Bunu müzikalite yönünden çok yönlülüğüyle başardı, grubun yaptığı büyük orkestral kayıtlarda tüm aranjmanları tek başına yaptı ve film müziği işinde de gittikçe ilerledi.
En son ‘Phantom Thread’ filmi müzikleriyle Oscar adayı oldu.
Onu ilk olarak Paul Thomas Anderson filmlerinde dinledik. 2007’de Oscar ödüllü ‘Kan Dökülecek’ filminin hafif piyano geçişleri ve solo keman ile yaylıların elele olan notaları Stravinsky ve Bartók’un eserlerini hatırlatıyordu.
***
Haruki Murakami romanından uyarlanmış olan ‘Norwegian Wood-İmkânsızın Şarkısı’ filminde besteci Krzysztof Penderecki yaylı topluluğuyla yaptığı bestelerdeki akustik gitar eşliği harika romantik melodiler ortaya çıkardı.
En beğendiğim besteleri arasında bu film için yapt
Geçen yıl Cannes’da en iyi senaryo (Lynne Ramsey) ve en iyi erkek oyuncu (Joaquin Phoenix) ödüllerini kazanan ve festivalden 2 büyük ödülle çıkan tek film olan “Hiçbir Zaman Burada Değildin” gecikmeli olsa da gösterime girdi.
Gecikti, fakat beklentilerimizi fazlasıyla yerine getirdi. Bir tetikçi öyküsünü büyük klasik “Taxi Driver” tadında anlatması yanında farklı sinema diliyle de seyirciyi etkilemeyi ayrıca başarıyor.
Farklı anlatım lineer akmayan, sürekli güncelin içine flaşlayan geçmiş görüntüleriyle ortaya çıkıyor.
Orada geçmişte, güncelde akandan daha önemli olaylar var ve onları puzzle gibi biz birleştiriyoruz.
***
Geçmişindeki travmaların her türlü yarasını bedeninde taşıyan Joe (Phoenix) bir görevi bitirir bitirmez yeni bir iş için anlaşır.
Senatör Albert Votto’nun reşit olmayan kızı Nina kaçırılmıştır. Senatör kızının bir çetenin elinde fuhuşa zorlandığını söyler.
Joe için sıradan gibi gözüken kayıp kızı bulma görevi, kısa zaman sonra üst kademelere uzanan politik bir sarmala dönüşür.
Yaşamdan uçup gitmiş müzisyenlerin hologram konserleri gittikçe yaygınlaşmaya başladı. Artık konserle yetinmeyip turne bile yaptırmaya başladı organizatörler.
2012’de Tupac Shakur’un Coachella veya American Idol’da Elvis/Celine Dion düeti, 2014 Bilboards Ödüllerinde Michael Jackson şovları yeni bir akımın başlangıcı oldu. 2010’da yaşamını kaybeden Black Sabbath solisti Ronnie James Dio’nun hologram Avrupa turnesi son derece başarılı oldu.
Tabii ki sadece ölenlere değil artık konser vermek istemeyenlere de hologram işleri yapılıyor. Örneğin Abba böyle bir anlaşma yaptı. Prince hologramı geçtiğimiz yıl Amerika Futbolu finalinde konser verdi.
Sıra Frank Zappa ve Roy Orbison’a geldi. Orbison konseri Kraliyet Filarmoni Orkestrası eşliğinde Londra’da yapıldı ve müthiş başarılı bir konser oldu. Orbison hologramı inanılmaz canlı yansımış.
***
Frank Zappa’ya gelince... Hayattayken izleyemediğim idollerimden oldu. 70’li yılların en ikonik rock gitaristlerinden olan Zappa gitardaki virtüöz tekniğini, sınır tanımayan yaratıcılığıyla da birleştirmişti.
Sürekli üretmiş bir müzisyendi. 80’den fazla albümle, besteci/ aranjör / gitarist ve başrol oyuncusu Frank Zappa, her türlü çeşitliliğe sahipti