Dilek Gappi

Dilek Gappi

dilek.gappi@dogangazetecilik.com.tr

Tüm Yazıları

Kimbilir kaç kez, LPG araçların güvenliğini tartıştık. Patlayan arabalar, bu araçlarda diri diri yanan insanlar.
Üstelik de uygulanan sıkı denetime rağmen, arada bir bu facialara tanık oluruz...
Geçen zaman önlemleri artırır, bir bilinç uyanır diye düşünürüz.
Ama burası Türkiye, öyle olmuyor. Aksine eğer kafalarda siyasi dengeler varsa, çok ciddi tehlikeler dahi görülmezden geliniyor.
LPG araçlarla ilgili alınan karar gibi...
Yayınlanan bir yönetmelikle, gaz sızdırmazlık raporu aranması zorunluluğu kaldırıldı.
Bir ay öncesine kadar, LPG ve CNG’li araçlarda sızdırmazlık raporu olmaması ağır kusurdu, şimdi hafif kusur.
Türkiye’de 3,5 milyon LPG’li araç var. İzmir ve ilçlerinde ise LPG’li araç sayısı 238 bin. Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü kontrol zorunluluğunu ortadan kaldırdı ve sızdırmazlık raporu alan araç sayısı daha ilk ay yüzde 55 düştü. Bundan sonrası tamamen meçhul!
Bu raporu ülkede Makina Mühendisleri Odası (MMO), TSE ve otomotiv ana bilim dalı olan üniversiteler veriyor ki, bu konuda yeterli altyapı özellikle MMO’da var. Makina Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Mehmet Özsakarya, zamanı gelip de rapor almayan LPG’li araçların hepsinin yollarda dolaşan birer bombaya dönşeceğini söylüyor.
Nedeni gerçekten, iktidara mualif bir duruş sergilediği düşünülen odaların etkinliğini azaltmak mı ? Bu ayrı tartışılası bir konu ama şu anda önemli olan tehlikenin boyutu. Sızdırmazlık raporu alması gereken 238 bin araçtan muayene zamanı gelen 145 bin adedinin acil rapor alması gerekiyor. LPG’lerde oluşacak tehlike büyük. Özsakarya bu tehlikeyi “LPG tankların içinde sürekli basınç dolaştığı için gevşeme durumları oluşabiliyor. Zamanla kaçaklar artacak.” diye özetlerken, merak ettiğim bir başka soruyu sordum. “Bu testler çok mu maliyetliydi ki, kaldırıldı.”
Yanıt içler acısı....
Yalnız 25 TL, iki yılda bir ödeniyor ve beş yıldır aynı ücret alınıyor!

Haberin Devamı

Türk Kök Projesi’nin evsahibi olalım

Bazen öyle gündemler var ki, önünüze düştüğü andan itibaren başka kalem başka konuya zor gidiyor. Şimdilerde aklımız, oğluna yazdığı mektupla kalbimizi titreten lösemi hastası İzmirli Gamze Akbaş’ta.
Ölümün kenarında dipsiz bir boşluk içinde olmaktan daha kötüsünün çocuğunu bırakıp gitmek olduğunu en iyi kadınlar anlar. Çocuğunu bu haksızca, zaman zaman arsızca paylaşılamayan dünyada yalnız bırakmak en çok kadına koyar.
Akbaş’ın öyküsünün mutlu sona kavuşması için herkes, tüm İzmir, en çok da kadınlar ayakta... Kan bağışı yağıyor. Ancak bu bağışlar kemik iliği donörlüğü açısından Türkiye’de yalnızca iki kemik iliği bankasında değerlendiriliyor. Birisi İstanbul diğeri de Ankara Üni-versitesi’nde. Bunların kapasitesi de 30-40 binle sınırlı ve zaten dolu.
Sağlık Bakanlığı bu konuda büyük bir projeyi sürdürüyor. 200 bin kişiye ulaşacak kemik iliği bankası. Türk Kök Projesi. Bakanlık 200 binden fazla vericinin dahil olacağı bir sistem kurmak üzere planlamalarını sürdürüyor. Gamze’ye gösterilen ilgi bunun bir simgesi haline getirerek, Türk Kök Projesi’nin merkezi İzmir olabilir. Bu kentin bunun için yeterli altyapısı güçlü üniversiteleri ve uzmanları var.
Bir yerde beklenen bir ilik, öte yanda kan vermek için heyecanlanan binlerce insanın böyle bir sistem içerisinde birararaya gelmesi, bu güzel duyguların kaybolmaması için en güzel yol olabilir.
Böyle bir projeyi İzmir’den hayata geçirmek iyi olur ancak şart değil, yeter ki kısa zamanda başlasın. İzmir’in bu kampanyaya öncülük etmesi de yeterli...
Gamze’nin oğluna ve tüm ilik bekleyenlerin sevdiklerine kavuşması için bu heyecanın yok olmasına izin vermesek diyorum.