Yılların hızla geçtiğini en çok bugünlerde hatırlıyorum. Hala kapı kapı gezmekten keyif alacağım yaşlara gelmedim, bu gidişle o zor...
Ama ailemin biraraya geldiği bayram kahvaltısını kaçırmak istemiyorum. Galiba, doğru kelime ‘istemiyorum değil, uzak kalmak içimi acıtıyor.
Ailenin bireylerine gittikçe düşkün olmak belki yaşlanmanın bir belirtisi ama ben bayram sabahı sofrada sıcak tüten o simitleri görmek istiyorum.
Masamıza konulan simitleri eskiden olduğu gibi, başka bir el bana uzatıyor. Bembeyaz çok güzel bir el.
Simiti alıyorum ardından saçlarıma gidiyor o el, yanağıma ince bir dokunuş oluyor. Sonra gülümsüyoruz birbirimize.
Gözucuyla gülümsemeler, başımı okşamalar ve kahvaltı sesleri arasında bitiyor simitler. Ama o süre boyunca babamla ben birbirimize bakıyoruz.
Sanki en çok bizlerden o zaman, bayram sabahlarında gurur duyuyor...
Yaklaşık 10 yıldır en çok bayram sabahlarında babamın silueti gözümün önünde beliriyor. Eskiden de öyleydi; Aileyi bayram sabahlarında biraraya getirmekten ayrı keyif alır, tatile gideceklere, “Bayram kahvaltımızı yapalım öyle gidin” derdi.
**
Bu bayram sabahı, binlerce el, annelerin, babaların, kardeşlerin, sevgililerin, çocukların yüzünü okşayacaktır, tıpkı benimki gibi...
Ben 10 yıldır unutmadım, onların acıları çok yeni. Horatius’un sözüdür; “Ölümün olduğu yerde hiçbir şey gerçek değildir”
Çocuklarını şehit verenler, Van’da yakınlarını kaybedenler, canlarını toprağa teslim edenler, yürekleri acıya gömülenleri “en zor oturacakları ilk bayram sofrasında” bu derin yalnızlığı giderecek bir el, onları birkaç dakikalığına da olsa yalnız bırakmayacak.
Bu bayrama acılarla girsek de böyle bir tesellisi var... Ben de bilirim...
Özünde bayram paylaşmaktır; bazen neşeyi, bazen kurban etini ve sofrayı, bazen de acıyı...
Tüm okurlarımızın Kurban bayramını kutlarım.
O gözleri unutamadı...
Acılar taze de olsa, “bugün bayram ve güzel şeylerden söz etmek istiyor insan. Depremin ardından yaşanan dayanışma, birbirine destek vermek, binlerce insanın Van’a yardıma koşması, ‘enkazın altında kalmamış insanlığın’ izleri mesala. İzmir de bu konuda güzel örnekler yaşattı. Maddi yardımların yanı sıra İzmir Ticaret Borsası enkazdan sağ çıkarıldıktan sonra ölen ve kömür gözleriyle yürek yakan Yunus’un ablasına sahip çıktı. Borsa Başkanı Işınsu Kestelli ile konuştum, o da özellikle kadınar gibi, Yunus’un gözlerini unutamayanlardan.
Rüyalarına girmeye başlayınca Kestelli, iki çalışma arkadaşını bölgeye göndermiş, özellikle Yunus’un ailesini bulmalarını istemiş.
Ondan sonrasında öykü malum. Yunus’un yerine borsa şimdi ablası Sibel ve kardeşi Muhammet’i okutacak. Bayram sonrası kardeşler ailesiyle birlikte İzmir’e getirilirken, Sibel’e burada yatılı okuyabileceği okullar da gösterilecek ve eğer isterse daha iyi fiziki koşullarda okuması sağlanacak. Yunus, depremden sonra yaşadığı o birkaç saatte ne kadar ürkmüştü, şimdi hiç değilse kardeşleri yaşamın ağırlığı altında kalmayacak.
Bu örnekler güzel, ancak asıl zorluklar ve kara kış yeni başlıyor. Bundan sonra yardımların sayısı belli ki azalacak.
Bence, Valilikler eli ile kent merkezlerinde; ‘yardım çadırı, deposu, merkezi oluşturulmalı.
Kurumlar yardıma devam etse de vatandaşların yardımı da önemli. Kaban, soba, ayyakkabı, battaniye, hatta buralara güvenle teslim edecekleri para yardımı.
Her ilde kolay ulaşılacak bir merkez olursa, “yardımlar” da geçen zamanının soğukluğuna takılmaz belki...