Geçtiğimiz hafta sonunda Bavyera eyaletinin başkenti ve Alman ekonomisinin lokomotifi, Münih’teydim. Gezmesi ve yaşaması rahat, insan ölçeğinde bir şehir... Bugün 1.5 milyon nüfusuyla Almanya’nın üçüncü büyük şehrinin hikayesi, esasında 750’lerde Tegernsee’de ufak bir Benedict Manastırı kurulmasıyla başlar.
Yıllar geçer ve 1157’de Bavyera Dükü Aslan Heinrich, keşişlerin Salzburg’dan gelen yolun Isar Nehri’yle buluştuğu noktada bir pazar yeri kurmalarına izin verir. Adı da ‘keşişlerin yeri’ anlamına gelen ‘munichen’ olur. Takip eden yılsa Isar, üzerine bir de köprü yaptırır ve pazar yerini surlarla çevirir.
“Kim bu Heinrich?” derseniz, 1155’te Kutsal Roma-Alman İmparatoru olan ve 1190’da Göksu Nehri’ni geçerken boğularak ölen Friedrich Barbarossa’nın kuzenidir. İmparator olmasına yardım ettiği için Barbarossa tarafından, 1156’da Bavyera Dükü ilan edilir. 1158’de köprüsünü tamamladıktan sonra, Fresing’deki Prens Psikopos’un köprüsünü yıktırır ve tuz ticareti için Isar’dan tek geçişin sahibi olur. Dolayısıyla hatrı sayılır bir gelirin de... Ancak 1180’de kuzeniyle anlaşmazlığa düşer, unvanlarını ve topraklarını kaybeder. Barbarossa, Bavyera’yı Otto von Wittelsbach’a verir ve böylece
Bugün bayram! Ancak ne yazıktır ki, artık bayram dendiğinde aklımıza insanların helalleştiği, huzura erdiği, aile bireyleriyle hasret giderdiği, bayramlıklar, eğlenceler ve sofralar gelmez oldu. Artık ‘Kaç gün tatil olacak?’ ve ‘Nereye gidelim?’ soruları var kafalarda...
Kaşgarlı Mahmud’un ‘Divan-ı Lügati’t Türk’üne göre, Farsça ‘bezrem’ ya da ‘bezram’ kelimesinden gelir ‘bayram’. Küskünlerin barıştığı, mutlulukların ve kederlerin paylaşıldığı, toplum hayatını canlandıran, örf ve âdetleri, dini ve milli duyguları, eş, dost, akraba ziyaretleriyle, aile ve komşuluk bağlarını kuvvetlendiren, kabir ziyaretleriyle kaybedilenlerin hatırlandığı günlerdir. Tatil diyerek, anlamını ve önemini küçümsemek, bayramlaşmamak ve aileye zaman ayırmak yerine, tatile gitmekse, bizi biz yapan değerlerden uzaklaşmaktır.
Eski gelenekler
Bir inanç uğruna ya da tanrılara hoş görünmek, işledikleri günahların affı ve isteklerine ulaşmak için canlıların kurban edilmesinin geçmişi, binlerce yıl öncesine gidiyor. Günümüzden
6 bin yıl önce Sümerlerin kurban törenlerinde, hayvanların insanlar için yaratıldığı, “Koyun insanlığın vekilidir; insan yaşamı için bir koyun vermelidir” sözleriyle vurgulanır. 2 bin yıl
Son zamanlarda çevremden gelen soruların çoğunluğu, “Bir yerlere kaçalım ama yurt dışı çok masraflı, güney sahilleri uzak ve de pahalı, yok mu bize yakınlar yerler?” şeklinde olunca, bu hafta Türkiye’nin farklı bölgelerindeki pek bilinmeyen kaçış noktalarını derledim...
Marmara Adası-Balıkesir
Marmara Denizi’nde Balıkesir’e bağlı Marmara Adaları’nın en büyüğü ve Gökçeada’dan sonra ikinci en büyük adamız. Daha çok ailelerin tercih ettiği, İstanbul, Tekirdağ ve Erdek’ten gemiyle ulaşmanın mümkün olduğu Marmara Adası’nda konaklama için otellerin yanı sıra, ekonomik pansiyon seçenekleri de mevcut. “Nerede denize girilir?” derseniz, merkeze en yakın plaj, Kole. Çınarlı, Şifalı Su, Mestenağa, Aba ve Saraylar ise diğerleri. Gitmişken adaçayı için, dondurmasını atlamayın, gece açması ve peynirli patlıcanın tadına bakın.
Amasra-Bartın
Karadeniz’e kıyısı olan diğer ülke sahillerinde yer bulmak mümkün değilken, bizim inanılmaz güzellikteki sahillerimiz ise bomboş. Bartın’ın bir ilçesi olan Amasra, bu genellemenin dışında kalmayı başaran yerlerden. Yeşille mavinin buluştuğu Amasra’nın merkezindeki Büyük ve Küçük Liman plajlarında denize girebilirsiniz. Çevresindeyse, Çakraz, Güzelcehisar, İnkumu,
Her uzun bayram tatili öncesi, tam da tatile üç vakit kala, önce eş, dost hemen arkasından da okuyuculardan aynı soru düşüyor e-posta kutuma: “Eee, yılların turizmcisisin, dokuz günümüz var, nereler popüler bu aralar, nereye gidelim?”
Bu sefer sorular gelmeden davranıp, yazayım da onlarca e-postayı cevaplamaktan kurtulayım dedim. Demekle kalmadım, sordum bizim meslektaşlara, ‘Nereler popüler, nereye gitsin bizim sevgili eş, dost okuyucu?’ diye... Gelenleri toparladım, taradım, eledim ve kalanları aşağıda özetledim. “Sen ne yapıyorsun peki?” diyorsanız, ben bu yıl hem kum, deniz ve güneş hem de görülecek yerler listemdeki ören yerlerini gezmek için yine Kuşadası’nda olacağım.
Türkiye’de gezilecek yerler…
Bu yıl Kurban Bayramı tatilinin uzunluğunu fırsat bilip, bir yerlere kaçmak isteyenler için yurt içi ve dışında pek çok tatil seçeneği mevcut. Ege, benim her daim favorim ama sanırım bu yıl herkesin de tercihi. Bodrum ve Çeşme, her zamanki gibi deniz
ve eğlenceyi birleştirmek isteyenlerin uğrak yeri... “Peki dinlenmek ve yenilenmek isteyenler nereye gitmeli?” sorusuna, Setur’un önerisi, Datça, Akyaka, Kaş ve Göcek sahilleriyken, “İstanbul’a yakın neresi?” sorusuna ise tavsiyesi Cunda
"Son bir kez görmek için döndü ve baktı omzunun üzerinden Metokhites, yıllarını verdiği, servetini paylaştığı ve her bir detayını planladığı manastırına... ‘Tekrar görebilecek miyim acaba Khora’yı?’ diye sordu yanındakilere... Takvimler 1328’i göstermekteydi Metokhites çok sevdiği manastırından ve Konstantinopolis’ten muhafızlar eşliğinde ayrılarak, Batı Trakya’da sürgün edildiği Didymoteichon’a (Dimetoka) doğru hareket ettiğinde..."
Zor bir yaşam, ilginç bir kişilik
1270’te başkent Konstantinopolis’te doğar Theodoros Metokhites. Babası Roma İmparatoru 8’inci Mihail Paleologos’un papalık nezdindeki büyükelçisidir ve imparatoru gibi o da Doğu ile Batı kiliselerinin birleşmesi gerektiğini ateşli bir şekilde savunmaktadır. Buna karşı olan II. Andronikos, tahtı ele geçirince, baba Metokhites ve ailesi sürgüne gönderilir. Nikaia yani bugünkü İznik’te büyür Theodoros. Önce dil bilgisi, mantık ve hitabetten oluşan ‘trivium’, sonrasındaysa aritmetik, geometri, müzik ve astronomiden oluşan ‘quadrivium’ eğitimlerini tamamlar. Bunlarla yetinmez, felsefe ve teoloji de okur.
Takvimler 1290’ı gösterirken, Nikaia’ya uğrayan İmparator II. Andronikos, genç entelektüel Metokhites’ten etkilenerek, onu
Bugün, tahtını lüks tesislerce işgal edilen güney sahillerine kaptırmış, bir zamanlar Yeşilçam filmlerine ev sahipliği yapan, denize sıfır ekonomik pansiyon ve otelleri, yazlıkları, sakin yaşamı, temiz havası ve birbirinden güzel plajlarıyla yıllardır İstanbul ve Balıkesir başta olmak üzere, tüm Türkiye’den vefakâr misafirlerini ağırlayan şirin bir tatil beldesi Avşa’yı anlatacağım.
Adı bir zamanlar ‘Propontis’ olan; Marmara Denizi’nin güneyinde, sadece 21 kilometrekarelik bir ada Avşa. Küçük olduğuna bakmayın, Marmara ve Paşalimanı’ndan sonra bölgedeki üçüncü büyük ada kendisi. Coğrafyacı Strabon da, tarihçi Plinus da bahseder kitaplarında. Pek çok isimle anılır tarih boyunca. Kyzikoslu Pionees, Meryem Ana Manastırı nedeniyle ‘Pangia’ dendiğini söyler. 19’uncu yüzyılda patrikhane kayıtlarında ise ‘Aousia’dır. Rumlar terk etmeden önce ise ‘Afissia’ demektedirler adalarına. Avşa adı da buradan devşirmedir.
Ne yapalım?
Dört km.’ye yedi km. boyutlarındaki adada, her yere yürüyerek gidebilirsiniz. Yürümeyi sevmeyenlerdenseniz, bisiklet ya da ATV kiralayıp, adayı keşfe çıkın. Yolda birbirinden güzel altın renkli kumsallarda mola verip, kendinizi ödüllendirin, manastır ve şapel
Lisede turizme gönül verdiğim günden bu yana yollardayım. Türkiye’nin neredeyse tamamı, yurt dışında da onlarca ülkede yüzlerce şehir...
Genelde tüm olumsuzluklara mantıklı bir açıklama bulma, hatalarıysa anlayışla karşılama gibi bir huyum var. Ama zaman zaman öyle şeylere rastlıyorum ki, ne açıklamak ne de anlayış göstermek mümkün. İki tane böyle taptaze vaka var sizlerle paylaşmak istediğim: Bu hafta Yunanistan vizesiyle sabırların sınanması, haftaya Meander Travel ile ilk ve son macera...
Geçtiğimiz ay Kuşadası’ndaki dostlarla sohbet sırasında, temmuz başı önce Samos’a sonra da ağustosta Sakız’a kaçalım diye düşündük. Sessiz, sakin plajlarda dinlenir, yer içer, eğlenir, döneriz dedik. Keşke demeseymişiz!
Türkler’e vize zulmü
Gidilecek yer Samos olunca, doğal olarak vize gerekli. Ortaya çıktı ki, ben hariç kimsenin yok. Acilen randevular alındı. Yunanistan vize başvurularını kabul eden aracı kurum VFS Global, Kuşadası’nda bir ofis açmış, evrak hazırlanıp, oraya teslim edilecek. Randevu tarihinde gidildi. Arkadaşın elinde dosya, içinde en üste VFS’nin internet sayfasından alınan evrak listesi, altında sırayla hazırlanmış belgeler. Yılların acentacı ve seyyahı olarak, hata olmasın
Efsanevi, gizemli ve çekicidir Korsika... İnsanı da serttir, doğası da... Ama bu, her ikisinin de güzel olmasına engel değildir. Göklere uzanan, tamamı 2 bin metrenin üzerinde 20 dağın hakim olduğu, küçük güzel köyler, yemyeşil ormanlar, berrak dereler ve muhteşem kumsallarla süslü bir ada... Bu doğanın arasına serpiştirilmiş birbirinden güzel minik şehirler, Ceneviz kaleleri, Barok kiliselerle, lezzetli mutfak...
Korsika denince akla ilk gelenler bunlar.
Sicilya, Sardinya ve Kıbrıs’tan sonra, Akdeniz’in dördüncü büyük adası Korsika, içlerinden en az bilineni... Oysa bozulmamış doğası, tarihi, özgün kültürü, güneşi, kumsalları ve deniziyle pek çok Avrupalı’nın gözde destinasyonlarından biri. Her ne kadar İtalya’ya daha yakın olsa da, 18’inci yüzyıldan bu yana Fransa’nın bir parçası olan adaya, tarih boyunca önce İberyalılar, sonra Fenikeliler hakim olur. Bu ikisini Sicilyalılar, Romalılar ve Cenevizliler takip eder. Dolayısıyla yüzyıllar boyu her daim özgürlük ve bağımsızlık için savaşır Korsikalılar. Ama sadece 14 yıl tadını çıkarırlar Pasquale di Paoli tarafından kurulan Korsika Cumhuriyeti’yle gelen özgürlüğün... Sonrasında imzalanan Versaille Antlaşması’yla Fransızlar’ın olur