Uzun ve engellerle dolu bir yolculuktur Mustafa Kemal’in 19 Mayıs’ta Samsun’dan başlayan ve 29 Ekim’de Cumhuriyet’le sona eren yolculuğu... Meşakkatli ve bir o kadar da tehlikeli. Doğru düzgün yol, araç ve kalacak yer yok ama padişahın idam fermanı var. Velhasılıkelam cehenneme yolculuktan farkı yok!
Peki kaçımız bugün Cumhuriyet’in temel taşlarını oluşturan Samsun’a, Amasya’ya, Sivas’a, Erzurum’a, Ankara’ya ve de İzmir’e gidip, Cumhuriyet’in ayak izlerini takip etti? Ya da bugünün insanına bu inanılmaz yolculuğu anlatacak kaç tane tur programı var? Milli bayramlar da aynen dini olanlar gibi tatile evrildi. Göstermelik birkaç resmi tören dışında, ne yazık ki coşkuyla yapılan kutlamalardan ya da programlardan bahsetmek mümkün değil. Haydi gelin peşine düşelim tarihimizin, unutmayalım ve unutturmayalım bugünkü özgürlüğümüz için ödenen
bedelleri ve ödeyenleri...
Samsun
Kurtuluşa ilk adımdır Samsun. Mustafa Kemal, 16 Mayıs 1919 öğle üzeri Beşiktaş açıklarından bindiği Bandırma vapuruyla 19 Mayıs sabahının 06.00’sında varır Samsun’a... Cumhuriyet’in peşindeysek eğer Tütün İskelesi, İlk Adım Anıtı, Bandırma Vapuru, Mustafa Kemal’in 18 arkadaşıyla milli mücadelenin planlarını yaptığı,
Geçtiğimiz hafta Isot’un peşindeydik, bu haftaysa tarihin ve efsanelerin peşinde olacağız.
Öncelikle eğer Şanlıurfa ve çevresini hakkını vererek gezmek isterseniz, en az üç güne ihtiyacınız var. En azından tüm önemli yerleri görmüş olursunuz. Gezilecek önemli yerleri sizler için listeledim. Ama Şanlıurfa’da öyle yerler var ki, sadece onun için bile gidilebilir ve bunların başında da Göbeklitepe geliyor.
Nereleri gezelim?
Camiler: Ulucami, Mevlid-i Halil, Eski Ömeriye, Halil-Ür Rahman,
Rızvaniye, Selahaddin Eyyubi ve Fırfırlı.
Müzeler: Mozaik, Arkeoloji, Mutfak, Kurtuluş, Kent ve Müzik.
Diğer yerler:
Yıllardır giderim güzel ülkemin, güzel insanlarının yaşadığı peygamberler diyarı, efsaneler şehri Şanlırfa’ya... Nemrut ile İbrahim’in hikayesini, Harran’ı, Göbeklitepe’yi ve de lezzetli yemeklerini, bir rehber olarak hem yabancılara hem de ülkem insanına anlattım onlarca yıldır.
Geçtiğimiz hafta sonuysa, bu kez sevgili Şenay Sadıç’ın ilettiği Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Nihat Çiftçi’nin daveti üzerine 2’nci İsot Festivali için yeniden Urfa’daydım. Şenay, anne tarafından Urfa, baba tarafından Diyarbakır’lı. Gazetecilikle başlayıp, halkla ilişkilerle devam eden başarılı kariyere sahip bir meslektaşım. Her ne kadar soyadımız aynı olsa da bir akrabalık bağı keşfedemedik bugüne kadar. Yine Şenay’ın dostları olan Selma, Erkin, Özgür ve İnci’yle üç gün boyunca isotla kalktık, isotla yattık Urfa’da.
Onlar şehrin lezzetleri üzerine yoğunlaşırken, ben de keşfe ve sohbete daldım Urfa sokaklarında, halk ve yerel yöneticilerle. Sonuçta iki haftaya yayılacak güzel bir yazı çıktı bu ziyaretten. Bu hafta konumuz, isot ve yeme içme, haftayaysa keşfetmek isteyenler için ne, nerede, nasıl ve kaça mal olur sorularının cevaplarını bulacaksınız Seyyah-ı Alem’de…
Yıllık 1 milyon ton
Kırmızıb
Geçtiğimiz sene 9 Mayıs’ta, ‘Seyyah-ı Alem’e Diyarbakır’ı, ‘Bilinen Ama Tanınmayan Kadim Şehir’ başlığıyla konuk eylemiş ve “Bu hafta sonu ön yargılarımızın kurbanı olan, Anadolu’muzun kadim şehri Diyarbakır’daydım. Yukarı Mezopotamya’nın verimli topraklarında Asurlular, Urartulular, Medler, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Artuklular, Eyyübiler, Akkoyunlular, Selçuklular ve Osmanlılar’ın hüküm sürdüğü, Süryanice, Kürtçe, Ermenice, Arapça’nın, çan sesleriyle ezanın birbirine karıştığı muhteşem bir mozaik. Bu mozaik, şehrin yeni semtlerindeki geniş ve bakımlı caddeler, gençlerle dolup taşan birbirinden çekici kafeler, modern alışveriş merkezleri, şık binalar ve restoranlarla harika bir uyum içinde harmanlanmış halde. Tüm bunlara ek olarak, bir de içten bir misafirperverlik... Kadim Diyarbakır, hak ettiği ilgiyi göremeyen, eskiyle yeninin bir arada olduğu, mutlaka görülmesi gereken bir şehir. Ön yargılarınızı evde bırakın ve Diyarbakır’ı keşfe çıkın. Pişman olmayacaksınız” diye yazmıştım. Konuyu, yönetim kurulu üyesi olduğum Türkiye Turizm Yazarları ve Gazetecileri Derneği ATURJET’te de gündeme getirmiştim. Daha sonra oy birliğiyle Diyarbakır’ın sahip olduğu güzellikleri, gerek
Müzik... Ruhun gıdası, din, dil, ırk ve zamanın olmadığı, sözün önemini yitirdiği, duygu ve düşüncenin en saf şekilde anlatılabildiği evrensel iletişim aracı... Konfüçyüs’e göre ‘yerle gök arasındaki uyum’, Platon’a göre ‘evrene ruh, zihne kanat, hayallere uçma gücü, hayata ve her şeye neşeyle tılsım veren ahlaki
bir yasa’, Pisagor’a göre de ‘anlatmanın matematiksel bir yolu’dur müzik.
Biz de peşinden düştük yollara... Efes’te coşan ruhumuz Konya’da dinginleşti, huzura kavuşmuş bir halde döndük bir kaos yumağı olan Şehr-i Dersaadet’e.
Opera ve bale
Geçtiğimiz yıl Uluslararası Efes Opera ve Bale Günleri olarak düzenlenen etkinlik, Efes’in büyülü atmosferindeki görkemli antik tiyatroda bu sene festivale dönüştü. 7 Eylül’de Mikis Theodarikis’in ‘Zorba’ balesiyle başlayan müzik yolculuğu,
11 Eylül’deki gala konseri ve 14 Eylül’de Puccini’nin ölümsüz operası ‘Tosca’ ile devam etti ve 18 Eylül’de Carl Orff’un ‘Carmina Burana’sıyla son buldu.
Seneye yine eylül ayında tekrarlanacak etkinliği, şimdiden 2019’da yapılacaklar listenize ekleyin. Gitmişken gündüz Efes’i ve çevresini gezip, tarihin derinliklerinde kaybolun, akşamsa 2 bin yıl önceden günümüze binlerce oyunun sergilendiği tiyatroda
Bize ait, kişiliği olan bir tatildir mavi yolculuk... Özeldir, güzeldir ve eşi benzeri yoktur. Ritüelleri vardır; huyunu suyunu bilmediğin, tanımadığın insanla çıkılmaz, gösteriş yapılmaz, bangır bangır müzik dinlenmez ve komşu tekne rahatsız edilmez. Doğayla bütünleşmek, günlük gailelerden uzaklaşmak, ruhu dinlendirmek, dalgaları dinlemek, yeşili maviyi hatırlamak ve akşam masa başında katılana kadar gülebilmek için yapılır. Katılamayanları çatlatmak için fotoğraflar çekilir, uyuyup zamanı mundar edenler anında çekiştirilir, sonra uyandırılıp anlatılır, giderken balık tutulur, taze taze yenir, bilumum deniz haşeratının tadına bakılır, yüzünü buruşturanlarla dalga geçilir, artık aramızda olmayanlara kadeh kaldırılır, sese bakılmadan, cazdan türküye, arabeskten sanat müziğine kadar şarkı söylenir, her bir anı unutulmamak ve hatırlanmak üzere belleklere kazınır...
Ve her daim iki kişinin; mavi yolculuğa mucidi Cevat Şakir’in ve yelkenlisi Kısmet ile dünya turu yapan ilk Türk, Sadun Boro’nun adı, mutlaka anılır.
Doğal güzelliklerde kaybolun
Azra Erhat’ın ‘dalları deniz olan bir ağaca’, Bedri Rahmi’ninse ‘beşiği deniz olan bir bebeğe’ benzettiği bu yolculuğu anlamak ve anlatabilmek için,
Genel olarak hep aynı serzeniş gelir dostlardan: “Biz aynı tur ya da tatil programına yabancılardan çok daha fazla para ödüyoruz.”
“Peki doğru mu bu iddia?” derseniz, evet genel olarak gerek yurt içi gerekse yurt dışı seyahatlerde Avrupalılar’a göre daha çok para ödüyoruz. Ödüyoruz da neden ödüyoruz, işte onu söylemek hoşlarına gitmiyor dostların. Onun yerine “Siz bize kazık atıyorsunuz” diyerek, suçu acentelere atmak daha kolay geliyor sanki...
E-postalarımdan birindeki “Cüneyt Bey, ekim ayında tatile çıkacağız. Sizce nereye gidelim?” sorusunu okuyunca, aklıma bu kronik şikayet geliverdi. Şimdi ekime kalmış üç hafta, karar verip, harekete geçene kadar bir hafta daha geçecek, kalacak geriye tüm organizasyon için sadece iki hafta...
Son ayda karar veriyoruz
Elin Avrupalısı, şimdiden 2019’da tatili için araştırmasını yaptı, karar verdi ve rezervasyonunu çoktan tamamladı. Biz daha 2018 Ekim’indeki tatilimizde nereye gidelim diye araştırma aşamasındayız. Bu konuda yapılan çalışmalar, Türk insanının neredeyse yüzde 80’inin nereye gideceğine son bir ay içinde karar verdiğini gösteriyor.
Elin Avrupalısı bir yıl önceden karar verip, rezervasyonu tamamlamış olduğu için, yabancı tur operatörleri
Geçtiğimiz hafta birbirinden değerli misafirlerimle; dar sokakları, meydanları ve muhteşem barok mimarisiyle Avusturya’nın bence en sevimli ve gezmesi kolay kenti Salzburg’daydım. 150 binlik nüfusuyla Viyana, Graz ve Linz’den sonra, ülkenin dördüncü büyük şehri. Ortasından geçen Salzach Nehri’nin ikiye ayırdığı, şirin, insani boyutlarda ve yürüyerek her yerine ulaşabildiğiniz, masallardan fırlamış hissi veren kent, aynı zamanda kültür, sanat, bilim ve sporla da yoğrulmuş bir tarihe sahip. Wolfgang Amadeus Mozart, Herbert von Karajan ve Christian Doppler, Salzburg’ta doğan ünlülerden aklıma ilk gelenler...
Nereleri gezelim?
Salzburg hiçbir araca ihtiyaç duymadan yürüyerek gezilebilecek bir şehir. Salzach Nehri’nin güneyinde kalan Altstadt yani tarihi bölge, kale dahil gezilecek yerlerin çoğunluğunun bulunduğu kısım. Çevresiyle birlikte, iki gün şehrin tadını çıkarmak için yeterli olacaktır. Dolayısıyla kısa kaçamaklar yapmayı sevenler için ideal. Mutlaka görülmesi gereken yerler yürüyüş sırasına göre aşağıda. Sizler de kaldığınız otele göre başlangıç noktasını değiştirebilirsiniz:
- Mirabell Sarayı ve Bahçeleri
- St. Sebastian Mezarlığı
- Mozart’ın Evi
- Doppler’in Evi