Üç hafta kadar önce, her daim oldukça severek yazıp, çizdiğim, senede en az 3-4 kez uğradığım ve zaman zaman da bir rehber olarak gruplarımla ziyaret ettiğim Zerzevan Kalesi ile ilgili bir çevrim içi canlı yayın hazırlamam rica edildi.
Bu ricayı bila bedel olmak kaydıyla gerçekleştirmekten mutluluk duyacağımı, ancak kazı başkanı olan Doç. Dr. Aytaç Coşkun Hoca’ya da sormam gerektiğini, ilgili seyahat acentasına belirttim. Değerli hocamın da ricamı kırmaması üzerine, 19 Haziran’da kendisini konuk ettiğim ve Zerzevan’ı her yönüyle anlatan güzel bir program yaptık. Ancak yayının YouTube’daki video’sunun cumartesi günü birdenbire ulaşılamaz hale gelmesi ve bu sorunun salı gününe kadar hallolmaması üzerine, video’yu hesabında yayınlayan seyahat acentasının genel müdürünü aradığımda, kaydın bir derneğin iki yöneticisinin ricası sonrası kendisi tarafından kaldırtıldığını ve nezaketen de olsa bizlere haber verilmesine gerek duyulmadığını öğrenmiş olduk. İlginç olan, yayının kaydını şahsi ilişkilerini
Ayasofya’nın muhteşem mozaik-lerini anlatmaya, bu hafta galeridekilerle devam ediyoruz. Tüm kilise binaları gibi Ayasofya da doğu-batı ekseninde inşa edilmiş ve ana girişi batı tarafında... İç nartekse gelip, sol taraftaki kapıdan çıkın. Girişi sağda olan hafif eğimli bir rampa sizi birbirinden değerli ve birbirinden önemli üç mozaiğin bulunduğu galeri katına ulaştıracak.
Deisis ya da Yakarış
Galeri katına varınca sağa dönerek devam edin. Solunuzda imparatoriçelere ayrılmış alanı göreceksiniz. Burada durup, dünyanın en güzelleri arasında yer alan mihraptaki Meryem mozaiğini ve ana salonu görüntüleyebilirsiniz. Galerinin bitiminde sola dönünce, önce 6’ncı yüzyıla tarihlenen muhteşem mermer kapıyı, hemen arkasında sağ tarafta ise Doğu Roma resim sanatında ‘Rönesans’ın başlangıcı’ olarak kabul edilen ‘Deisis’ mozaiği göreceksiniz.
Deisis’in kelime anlamı, yakarış demek. 13’üncü yüzyıla tarihlenen mozaikte sağda Vaftizci Yahya ile solda Meryem Ana, ortada ise İsa Peygamber bulunmakta. Eskiden Tanrı’ya
Ayasofya’yı anlatmaya, Bizans resim sanatının en önemli örnekleri arasında sayılan mozaikleriyle devam ediyoruz. Ayasofya’nın bugüne ulaşan mozaiklerinin tamamı, yaklaşık 120 yıl süren ve 843’te biten İkonaklazm, yani Tasvir Kırıcılar Dönemi sonrasına ait. Özellikle de 10’uncu yüzyıl ortalarına kadar hüküm süren Makedonya Hanedanlığı döneminde günümüze ulaşamayan pek çok mozaik yapıldığını biliyoruz.
İsviçreli Fossetti Kardeşler, 1847’de Ayasofya’yı restore ederken, tüm bu mozaikleri de açar, restore eder, resimlerini yaparak tekrar kapatırlar. Ancak Cumhuriyet dönemimde Atatürk’ün emriyle başlayan restorasyon çalışmalarında Fossattiler’in tespit ettiği pek çok mozaiğin 1894 yılındaki büyük depremde yok olduğu görülür.
Malum bu aralar bilen bilmeyen Ayasofya hakkında konuşuyor, yazıyor, çiziyor... Ama ne yazık ki uzman olarak lanse edilen, kimilerinin adlarının önünde uzun akademik titrler bulunan bu zatı muhteremlerin pek çoğunun bırakın Ayasofya’nın tarihini bilmeyi, bir kez dahi gezdiklerinden bile şüphe duymaya başladım. 30 küsür yıldır Ayasofya ile ilgili yaptığım anlatım, sunum ve derslerin sayısı 2 bini çoktan geçmiş olmalı. Bir kez daha anlatmaktan zarar gelmez deyip, aldım yine kalemi elime. Bu hafta önce biraz genel konuları yazalım. Haftaya detaya ineriz. Bu arada sorusu olanlar için e-posta adresim yukarıda.
Unutulmaz film kahramanlarından Indiana Jones ve babasının, Kutsal Kase’yi Naziler’in eline geçmeden bulmaya çalıştıkları, ‘Indiana Jones-Son Macera’ filmindeki unutulmaz sahnelerinin çekildiği Petra’yı, İzmir doğumlu şair John William Burgon, “Tarihin yarısı kadar yaşlı, gül kırmızısı şehir” diye tanımlamış.
Film öncesi pek tanınmayan, Ürdün’ün başkenti Amman’ın güneybatısındaki kırmızı çöl kayalıklarında kurulu bu muhteşem antik kent, şatafatlı mimarisi ve sıra dışı doğal güzelliğiyle film sonrası uluslararası bir yıldız oldu.
Sıra dışı bir uygarlık
Sıra dışı bu kentin sıra dışı bir başlangıcı olması da gayet doğal esasında... Nebatiler M.Ö. 4’üncü yüzyılda ilk defa tarih sahnesinde boy gösterdiler. Saldırılardan uzak, güvenli ve ticaret yollarının kesiştiği Wadi Musa’ya yerleşip, koyun, keçi, deve ve at beslediler, bağlar ve zeytinlikler kurdular. Romalılar, Helenler ve Persler ile baharat başta olmak üzere pek çok malın ticaretini yaptılar. Aynı zamanda tanıştıkları kültür ve mimarileri,
Takvimler 13 Cemaziye’l-Evvel 857’yi yani 22 Mayıs 1453’ü gösterdiği gece, gökyüzü pırıl pırıldı. Dolunay beklenirken saat 01.00’de gökyüzüne bakanlar, Ay’ın sanki üç günlükmüş gibi göründüğünü fark ettiler. Yaklaşık dört saat süren bu ilginç durum, Ay’ın yavaşça yuvarlaklaşarak saat 06.00’da dolunay haline gelmesiyle son buldu. Günlerdir kuşatma altındaki Konstantinopolis sakinleriyle imparator XI. Konstantin, bunun kötü bir işaret olduğuna inandıklarından korku içindeydiler.
Birkaç gün sonra Osmanlı Sultanı II.Mehmed son defa teslim olmalarını teklif edip, ret cevabı alınca hücum hazırlıklarına başlandı. O sırada şehrin çevresindeki durum, “Umumi şenliğin başlaması sur denilen büyük borularla işaret verildi. Boğaz sahilleriyle Haliç’in kara ciheti karşısındaki sırtlar üzerindeki çadırlar, karargâhlar, bütün gemiler, binlerce kandiller, mumlar, fenerler ve ateşlerle nurlara boğuldu” diye anlatılmakta...
28 Mayıs gecesi
Önümde bilgisayar, hemen arkasında uzun zamandır beklediği güneşin keyfini çıkarırken sessizce kıpırdaşan Ege’nin mavi suları...
Sahiller, bayram yerleri, sokaklar, berberler öksüz ve yetim bu bayram...
El öpemeyecek çocuklar. Mendil arası lokum, bayram harçlığı, bayram yerleri de hayal oldu böylece. Gerçi uzun zamandır İstanbul’da unutulmuştu tüm bunlar ama güzel Anadolu’mun güzel insanlarının olduğu kadim şehirlerinde sonuna kadar yaşamak mümkündü bayramların coşkusunu...
Özel gün felsefesi
“Bayramlar neden vardır, felsefesi nedir sorularına cevap olsun bu haftaki yazımız” deyince, aklıma 1974 yılında
aramızdan ayrılan, İstanbul Erkek Lisesi’nden okuldaşım, Türk düşünce ve felsefe dünyasında iz bırakmış, Ordinaryüs Profesör Hilmi Ziya Ülken’in 1945 Şeker Bayramı’nda yazdığı, ‘Bayram’ başlıklı köşe yazısı geldi.
Aşağıdaki satırlar o yazıdan...
Uzun ve engellerle dolu bir yolculuğun, kurtuluşun ilk adımıdır Mustafa Kemal’in 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkışı... Ve 29 Ekim’de Cumhuriyet ilanıyla ilk yarısı sona erer bu yolculuğun.
16 Mayıs 1919 öğle üzeri Beşiktaş açıklarından bindiği Bandırma vapuruyla,
19 Mayıs sabahının 06.00’sında varır Samsun’a Mustafa Kemal...
Hemen sonrasında, 6 Haziran’da da İngilizler’in Karadeniz Ordusu Kumandanı General George Milne nota verir geri çağrılması için İstanbul’a... İki gün geçmez aradan bu kez İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Arthur Calthorpe, görevden alınması için bir nota daha verir Osmanlı’ya. Ve aynı gün geri çağırılır Mustafa Kemal....
Talimatlara uymaz. Temmuzun ikinci haftasında, ayın 8’inde de Sultan Vahdeddin’in emriyle memuriyetine son verilir ve yine aynı gün Mustafa Kemal’de göreviyle beraber askerlik mesleğinden istifasını bildirir saraya....
Ertesi gün Amiral Calthorpe, Mustafa Kemal’in ya İstanbul’a dönmesinin temini veya aleyhinde ilgili önlemlerin alınmasını ister