Yeni dönemin ilk işaretlerini hatta sonuçlarını almaya başladık. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya ziyareti ve St. Petersburg’dan verilen mesajlar, içeride sağlanan “birlik” görüntülerinden sonra ekonomiye ve siyasi istikrara olumlu katkıyı yapan en önemli gelişmeydi. Yenikapı mitingi ve Rusya ziyareti sonrası Batı medyası da yeni Türkiye gerçeğini kabul etmeye başladı. 15 Temmuz vahşetini görmeyen, tam aksine, direnen halka çamur atmaya çalışan, hükümetin darbe ve FETÖ karşıtı önlemlerini antidemokratik gelişme diye anlatmaya çalışan Batı medyası, bu hafta başından itibaren, kısmen de olsa, Türkiye’de neler olup bittiğini görme ve anlatma yoluna girdi. Döviz kurları, faizler olması gereken seviyeleri gördü, çünkü bu gelişmeleri “piyasa” da satın almaya başladı. FETÖ çetesine darbeyi yaptırmaya çalışan küresel odakların belli ki Batı medyası üzerinde darbe sonrası yapılacaklar konusunda hayli geniş kapsamlı çalışmaları vardı. Bu faaliyetlerin esasında 2013 Gezi kalkışmasından başlayarak organize olduğunu, belli merkezlerden yönetildiğini ve 15 Temmuz’a giden süreçte yoğunlaştırıldığını biliyoruz. Şimdi geçici bir süre 15 Temmuz yenilgisini kabul edecekler ve tıpkı Türkiye’deki 15
Artık hiç şüphesiz ki yeni bir dünya kuruluyor. “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de yerini alır” sözü, bilindiği gibi, 1964’te ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’un Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmemesini istediği mektuba İnönü’nün cevabı olarak tarihe geçmiştir. Ama o günden yakın zamana değin “eski dünya” devam etti ve Türkiye de bu “eski dünyanın” sıradan bir ülkesi oldu.
Şimdi ise yeni bir dünya gerçekten kuruluyor ve Türkiye, bu yeni dünyada yer almaya çalışan edilgen bir ülke de değil, bu yeni dünyayı kuran asli, kurucu bir ülke...
15 Temmuz akşamı olan direniş, meydanlardaki demokrasi nöbeti ve Yenikapı mitingi gösterdi ki Türkiye’de halk buna inanıyor. Bu gerçeği Batı da biliyor ama ısrarla görmezden geliyor. Esasında Batı basınında 15 Temmuz’un ve sonrasının çarpıtılarak anlatılması da buraya bağlıdır.
ABD - Türkiye...
Özellikle 2008 krizinden sonra, 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya sisteminin hızla çözüldüğünü söyleyebiliriz. Bu sistemin, hegemon ülkelerin inisiyatifinde kurulan ekonomik ve siyasi birlikleri, temel kurumları da hızla işlevsizleşti. ABD önderliğinde geliştirilen dünya ticaret sistemi, IMF’nin yönettiği/yönlendirdiği para ve maliye politikaları, doların ve
15 Temmuz sonrası atılan adımlar hiç şüphesiz ki Türkiye’nin yakın tarihinin en dönüştürücü adımlarıdır. Başka bir anlatımla, bu süreç, halkın 15 Temmuz akşamı darbeye direnerek başlattığı bir demokratik devrimdir. Bu açıdan bu süreçte yapılan reformların hukuki dayanağından çok toplumsal meşruiyetine bakmak gerekir. Yakın dönemde Türkiye’de devletin yeniden yapılanmasının tarihsel olarak iki temel durağı olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, 1839’da Tanzimat’la başlayan süreçtir. Bu süreçte Batı’nın etkisi ve belirleyiciliği tartışmasızdır. Batı ideologlarının tespitiyle “Doğu Sorunu”nun çözümü için Osmanlı Devleti’nin yeniden yapılandırma sürecidir Tanzimat. Ama burada Tanzimatçılar, bir müddet sonra, Abdülhamit sorunuyla karşı karşıya kaldılar.
15 Temmuz’dan önce bu konuda şunu yazmıştık: “1839’da Osmanlı’da başlayan Tanzimat devri tabii ki Batı için bu Doğu Sorunu’nun çözülmesi yani Osmanlı’nın çözülmesi sürecidir. Bu süreç, dışarıda, yani Balkanlar’da, Kafkasya’da, Doğu Akdeniz’de ve Kuzey Afrika’da Osmanlı’nın kolunun kanadının kırılması meselesidir ama içeride de Batı’ya bağımlı, sultanın iradesinden bağımsız hareket edecek bir bürokrasi oluşturmayı amaçlar. Abdülhamid’den
Günler, 15 Temmuz’un arkasındaki karanlığı görmemizi sağlayacak verileri, gelişmeleri önümüze getiriyor. Aslında 15 Temmuz öncesine bakıldığında da bu darbe girişimini de aşan, adeta Türkiye’yi parçalamaya dönük bir işgal harekâtının ipuçlarını yakalayabiliriz. Öncelikle bu işgal harekâtında kullanılan FETÖ’nün asker kanadıyla sınırlı olmayan, FETÖ’nün uyuyan “sivillerini” ve onların ikinci, üçüncü halkası olan kimi “liberal”- gizli anti-Erdoğancı çevrenin de bu darbe sürecinin ve sonrasının asıl aktörleri olduğunu da pekâlâ söyleyebiliriz.
15 Temmuz’u takip eden günlerde, kimi ABD’li neoconların Türkiye’de olduğunu ve bu çevrelerle toplantılar yaptığını öğrendik. Şaibeli yollarla Türkiye’yi terk eden isimlere de baktığımızda bu işin “üst aklı” meselesinin artık bir komplo teorisi-tespiti olmadığını söyleyebiliriz.
Zaten bunu Türkiye devleti, hem darbe girişimi öncesi hem de darbe girişimi sonrası en üst seviyeden -Cumhurbaşkanı’nın bizzat kendisi- dillendirdi ve bu tespiti bir yerde resmi olarak yaptı. İşin şaşırtıcı yanı, bu girişimin üst aklına bağlı olarak politik duruşunu ve ideolojisini üreten bu kesimlerin, Türkiye’de “liberal” ve darbe karşıtı bir kimlikle aramızda yaşamış
Şüphesiz ki 15 Temmuz tarihi Türkiye’nin iktisadi ve siyasi tarihinde milat sayılacak bir dönüm noktası olacaktır. Bu tarihin nedenleri ve sonuçları üzerinde durmalıyız. Çünkü bundan sonrası Türkiye kadar Türkiye’nin bulunduğu coğrafya ve dünya için de önemlidir. Şu on günde olanları hızlandırılmış bir tarihi süreç olarak da okuyabiliriz.
Bu süreci anlatmak için, öncelikle temel bir tez yazmamız gerekiyor; o tez de şudur: Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan ile belirginleşen yeni iktisadi ve politik yolu, bu vesileyle, hızla merkeze taşınmış ve toplumsal meşruiyetini en üst düzeye çıkarmıştır. Zaten çok ciddi küresel ayakları da olan bu darbe girişimi, doğrudan Erdoğan’la ifade edilen bu iktisadi ve politik yönelimedir. Bunun başka bir anlatımı, merkezin Cumhurbaşkanı ile ifade edilmesi ve bunun, politik bir gerçeklik olarak, daha geniş bir toplumsal meşruiyet çerçevesinde güçlenmesidir.
Direnenler kimdi?
Bunu, önce ekonomiden başlayarak, açalım: Türkiye ekonomisinin temel dinamiği olan -kamu dışında- iki ana kesim vardır; birincisi devletle birlikte büyüyen ve palazlanan ve seksenli yıllardan itibaren hızla küreselleşme gayreti içinde olan geleneksel ve büyük sermaye... İkincisi ise,
15 Temmuz darbe girişiminin ayrıntıları belli oldukça, Türkiye’ye yönelik bu saldırının arkasındaki küresel yapı ve bunun hangi ekonomiye dayandığı da ortaya çıkıyor. Bunu tespit etmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu tespit, yalnız Türkiye’nin bundan sonraki yolunu değil, dünyanın da gidişatını belirleyecek, bize nasıl bir dünyada yaşadığımızı anlatacak bir kılavuzdur. Darbenin taşeronluğunu üstlenen FETÖ yapılanması aslında Türkiye çıkışlı küresel bir terör yapılanmasıdır. Bu girişim bunu tüm dünyaya anlatmış oldu. Ancak, FETÖ’yü hangi ekonomi besliyor ve koruyor; bu sorunun cevabını artık daha açık ve ayrıntılı olarak verebiliyoruz. Esasında 15 Temmuz’da olan yalnız konvansiyonel bir darbe girişimi değildi, doğrudan Türkiye’ye bir saldırı ve bunun sonucunda gerçekleştirilecek, Türkiye için, neocon “Balkanlaştırma” projesi idi.
Marifetli neoconlar...
Şimdi bu tespiti doğrulayacak veriler elimize geliyor. Bu darbe girişimi olmadan önce, ancak bir komplo teorisinden öteye gitmeyecek-böyle görünerek üzerinde durulmayacak- bilgi ve kanıtlar şimdi elimizin altında. Örneğin ABD’li neoconların darbe öncesi İstanbul’da cirit atması, Fuller’in ekibinin yaptığı toplantılar açığa
Böyle bir terör ve darbe saldırısına maruz kalıp, bu kadar hızlı toparlanan, piyasaları, Başbakan Yıldırım’ın deyişiyle “tıkır tıkır” işlemeye başlayan bir başka ülke yok. Öncelikle Türkiye’ye yönelik bu darbe girişiminin dış bağlantısının çok güçlü olduğunu ve bu girişimin aslında ülkeye dönük topyekun bir saldırı olduğunu da söyleyebiliriz. Bu anlamda 15 Temmuz, Latin Amerika’da ve Türkiye’de 70’li, 80’li yıllardaki ordu darbelerinden çok daha farklı savaş senaryosunu da içeren bir yeni nesil savaş-terör saldırısıydı.
Bu tür saldırıların 2001 yılında 11 Eylül saldırısıyla başladığını varsayarsak, Türkiye’nin 15 Temmuz saldırısı karşısında ekonomik olarak da nasıl sağlam durduğunu anlarız.
11 Eylül 2001 saldırısından sonra ABD ekonomisinin nasıl felç olduğunu biliyoruz. 11 Eylül saldırısından sonra, tam bir yıl içinde, ABD’de 1.8 milyon kişi işini kaybetti. Kongre, yalnız havacılık sektörüne saldırıdan sonra 15 milyar dolar yardım yaptı ama hızlı çöküşü önleyemedi. Saldırının ilk haftasında ABD borsalarındaki kayıp 1.4 trilyon doları bulmuştu. Saldırılardan sonra ABD, yalnız 2001 yılında, 5 milyon turist kaybetti.
İktisadi direniş...
15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de bono piyasasında
Öncelikle 15 Temmuz tarihinin bir sürecin sonucu olduğunu yazmak istiyorum. 15 Temmuz gecesi bu sürecin zorunlu sonucu mu belki bunu tartışabiliriz; ancak, darbe girişimi gecesi, bütün darbeler gibi, iktisadi ve politik bir sürecin finali idi. Tabii ki burada iktisadi derken, Türkiye ekonomisindeki bir kriz ve sıkışıklık halinden bahsetmiyorum, tam aksine, daha önceki askeri darbelerden ayrı olarak, bu alçakça darbe girişiminin iktisadi temeli “dışarıdaki” krize bağlı...
Türkiye’deki darbe girişimi sürecinin temel aktörü olan FETÖ yapılanması 12 Eylül’den beri bütün darbelerin ve darbe girişimlerinin ana “sivil” destekçisi durumundadır. FETÖ lideri Gülen’in 12 Eylül öncesi, İzmir Bornova’da camide verdiği vaazlara bakın, bu vaazlarda Gülen, yalnız darbe çağrısı yapmakla kalmıyor, askerlere katliam yapmalarını öneriyordu. 12 Eylül’de, şimdiki gibi, halk direnemedi. Bunun için bu alçağın istediği toplu katliamlar olmadı, yani darbeci askerler, savunmasız halka ateş açmadılar. Ancak bu 15 Temmuz akşamı gerçekleşti. Aksi düşünülemezdi, çünkü Türkiye artık darbenin ne olduğunu biliyordu ve askerlere karşı sivil direniş, kuşaktan kuşağa geçen kendiliğinden bir ezberdi artık.
FETÖ ve