Türk futbolunun başka sorunları yokmuş gibi bir haftadır tartıştığımız konuya bakın!
8 Mayıs’ta oynanan Beşiktaş-Fenerbahçe derbisini yöneten hakem Arda Kardeşler, maç öncesi para atışını federasyon ve MHK’nin onayı dışında bir yöntemle yapmış.
Nasıl yapmış; “kripto para” ile... Paranın o günkü değeri ne biliyor musunuz? 34 bin dolar, 500 bin lira. Vay be Arda, maça cebinde bu kadar değerli bir para ile çıkıyorsan, helal sana!
TFF ise, “şiddetle karşı” çıktığı bu olay nedeniyle FIFA kokartlı hakemi disiplin kuruluna sevk etti. Gerekçe, MHK talimatının 40. maddesi.
Ne diyor madde? “Geçerli mazereti olmadan, ısrarla görev kabul etmeyen, maç sonucunu etkilemeye yönelik girişimde bulunan, sosyal yaşamı ve davranışlarıyla futbol camiasını küçük düşürecek tutum sergileyen, görsel, işitsel, yazılı ve sosyal medyada futbol ve hakem yorumculuğu yapan, sosyal paylaşım sitelerinde milli, ahlakı ve sportif kültüre aykırı yazı, yorum ve paylaşımlarda bulunan hakemlerin, lisansları disiplin kurulu tarafından iptal
Trabzonspor sezonun en büyük hedefini şampiyonlukla taçlandırdı. İkincisinde ise Ziraat Türkiye Kupası vardı kuşkusuz. Ona da iki adım kalmıştı.Kayserispor yarı finale gelinceye kadar önemli takımları eledi. Kupaya farklı motive oldukları belli.
Finale yükselmeleri asla rastlantı değil. Analarının ak sütü gibi hak ettiler final oynamayı. Uzatma dakikaları dahil maçın her bölümünde üstünlüğünü hissettirdi, hiç vazgeçmediler.Abdullah Avcı’nın sahaya sürdüğü kadroya bakınca hücum yanı ağır basan isimleri gördük. Anlaşılan, ilk maçın avantajını korumak için erken gol bulup oyunu kontrolünde tutmayı planlamıştı deneyimli teknik adam. Lakin şunu söylemeliyim; hocanın oyuncu tercihleri tura veda etmesinde önemli faktördü. Futbolcuları kadar Avcı’nın da zihinsel bir yorgunluk içinde olduğu kesin.
Henüz 41. saniyede Cornelius ile girdiği mücadelede topa elle oynayan Carole hakem Halil Umut Meler’in r adarından kaçamadı. Dedim ya; Avcı hücum yönü ağırlıklı
Malum salgın ve kronik hastalıklarım nedeniyle epey bir süredir seyahat edemiyorum. Oysa bugün Hatay’da olsam, bildiğim lezzet duraklarında damağım çatlayıncaya dek keyfini çıkarırdım. Ben ne yaptım? Ankaralılar bilir. Tunalı Hilmi’de meşhur “kıtır” vardır. Yarım kokoreç, çeyrek midye tava ile kendimi teselli ettim karşılaşma öncesi.
Bu muhabbet ne diyen olabilir. Haklıdırlar. Geçen hafta “tescillenen” ve günlerce yaşanan görkemli şampiyonluk coşkusundan sonra, Hatayspor-Trabzonspor müsabakasının ne anlamı var diye sorarım bende?
Film bitmiş, formalite olmuş son üç viraj. Hâlâ geride kalan sezonun üzerine “gölge” düşürmeye kalkanlar olsa da, kabul edecekleri bir gerçek var; Trabzonspor şampiyon! Bileğinin gücü, alnının akı, anasının ak sütü gibi hak ettiği bir şampiyonluk. Bir pankart üzerinden polemik yaratıp, koca bir sezonu şaibeli ilan etmeye kalkmak, kendi başarısızlığını ve beceriksizliğini örtme çabasından başka bir şey değildir. Tam da dün akşamki maç öncesi
Böyle bir günde maç, oyun, futbol kimin umurunda? Yıllar süren hasretin bitmesi için atılacak tek adım, kazanılacak bir puan kalmıştı. Oldu işte.
Sadece hafta içinde nüfusu ikiye katlanan Trabzon kentinde değil, yurdun dört yanında, dünyanın pek çok ülkesinde bu anı bekliyordu bordo-mavili renklere gönül verenler.
Ama futbol bu. İçinde her türlü aksiyon var. Hele böyle final maçı ise. Gerilim, heyecan, her şey vardı.
Bazen kahramanlara ihtiyaç vardır. Bu müsabakanın değil, sezonun kahramanı kaptan Uğurcan oldu. Öyle kritik bir penaltı kurtadı ki; şampiyonluğun ilanı o sihirli dokunuş oldu.
Bir sezonun öyküsünden söz etmiyorum. Türk futbolunda Anadolu devrimini gerçekleştiren Trabzonspor’un dayatılan düzene başkaldırışından, isyanından, hiç vazgeçmediği direnişinden ve 1975-76 sezonunda yaktığı ateşin bugüne uzanan yolculuğundan bahsediyorum.
Yeryüzünde elbette çok sayıda futbol kenti var. Ama Trabzon çok özel ve tartışmasız en güzellerinden biri. Yediden yetmişe futbolla
Halk arasında bir deyim vardır; “Deveye sormuşlar boynun neden eğri?” Yanıt vermiş “nerem doğru ki?”
Türk futbolunun durumu da böyle.
Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Güven ve adalet kavramları yerle bir olmuş. Riyakarlık, çıkar ilişkileri, bencillik had safhada.
Hele hakem camiası. Yorum yapmaya kalksanız, destan yazarsınız.
Kulakları çınlasın, eski UEFA eğitimcisi Jaap Uilenberg, 2016 yılında yaptığım röportajda şöyle demişti: “6 sezonda tam 5 tane MHK başkanı ile çalıştım. Bu sirkülasyon beni zorladı. Her seferinde MHK’nin hedeflerini beklemek, anlamak, öğrenmek ve ona göre plan yapmak yordu beni.”
Sadece seni mi yordu Uilenberg? Türk futbolunu perişan etti.
Uzağa gitmeyeceğim. Camianın içine düştüğü durumu anlatmak adına, bir örnek; Geçen ekim ayından bu yana tam üç Merkez Hakem Kurulu değişti. Serdar Tatlı, Ferhat Gündoğdu ve şimdi Sabri Çelik.
Maraton, sporun en zor dallarından biridir. Uzun mesafede düşer kalkar, nefesini ayarlar, kimi zaman tempo yapar, bazen de acı çekersin. Futbol ile çok ortak yanı olduğunu düşünüyorum. İlk haftadan 38. maça kadar neyin nasıl yaşandığı değil, son virajda yapacağın hamle ve ipi göğüslemen önemlidir.
Trabzonspor bir ara en yakın rakibi ile puan farkını 17’ye çıkardığında, ortak görüş, bordo-mavililerin ligin en erken şampiyonluğu ilan eden ekibi olacağı idi. Futbolun güzelliği bu, heyecan hep sürmeli.
O yüzden Adana Demirspor maçının anlamı büyüktü. Kazanırsa, kalan süreçte bir puan alması halinde yılların özlemi sona erecekti.
Zor bir müsabaka olacağı düşünülüyordu. Aksiyonu bol ve tartışılan kararları ile öne çıkan bir karşılaşma izledik. Öyle garip başladı ki maç. Henüz ikinci dakikada hakem Yaşar Kemal Uğurlu, kimsenin içine sinmeyen bir penaltı kararı verdi. Simon Deli’nin ceza alanı içinde Visca ile girdiği mücadelede rakibine yaptığı “dokunuş” sonrası Uğurlu
Hakem camiası büyük bir ailedir derler ya. İnanmayın. Hem çıkar ilişkileri, hem hakemler üzerinden nemalanmayı alışkanlık haline getirmiş insanların niyeti açısından, hiç de öyle değil.
Aile kutsaldır. Kimse kötülük düşünmez. Ortak çıkarlar için kenetlenir, zor günlerde omuz omuza verir.
Hakemler için bunu söyleyebilir miyiz? Asla.
Aksine; “adam satma”, “riyakarlık”, “menfaat sağlamak”, “güce hizmet etmek”, “yükselmek için her yolu mübah saymak” gibi kötü meziyetler, camianın kılcal damarlarına işlemiş durumda.
Son yazacağımı baştan söyleyeyim; böyle bir topluluktan kaba tabirle “cacık olmaz.”
Kim kimi kullandı?
Gelelim 8 Mart operasyonuna. Aslında geçen yıl ekim ayında alınmıştı karar. Federasyon üst düzey yöneticileri ve Süper Lig kulüplerinin katılımıyla hazırlanan “liste”, dönemin Merkez Hakem Kurulu başkanına verilmiş ve “gereğinin yapılması” istenmişti. Serdar Tatlı ise teklifi geri çevirip istifasını
Ligin son beş haftasında aldığı sonuçlarla şampiyonluk ilanını erteleyen Trabzonspor’da hedef tek değil ki. Ziraat Türkiye kupasında da iddiasını sürdürmek isteyen bordo-mavili ekip, yoğun bir maç trafiği içinde. Zihinsel ve fiziksel olarak zorlu bir süreç yaşıyor. Yıpranması çok doğal. Taraftar bunu görmeli ve anlamalı. Sabır, hoşgörü ve destek şart.
Kayserispor sınavı da bunlardan biri idi. Final için avantajlı bir skor isteyen Karadeniz temsilcisinde teknik direktör Abdullah Avcı, rotasyonlu bir kadro tercih etmişti. Hocanın ligi de düşünerek hamle oyuncularını dinlendirme düşüncesi sorgulanamaz. Tıpkı Kayserispor’un işi rövanşa taşımak için neredeyse tam takım savunma yapıp, hızlı hücumlarla fırsat kollaması gibi.
Bu anlayış, futbolun güzelliğine gölge düşürebilir. Ama asla eleştirilemez.
Peki, Trabzonspor bu kilidi açmak için ne yaptı? İlk yarıda kanatları hiç kullanamadı. Dolayısıyla gol krallığına oynayan Cornelius topla buluşturmayı başaramadı. O da sıkça orta alana kadar gelerek baskıdan kurtulmaya