Hiddink’i bu maça getirenler, “Ligin en pozitif futbol oynayan iki takımını seyredeceksiniz” dediyse, korkarım Hollandalı teknik adam Türk futboluyla ilgili fikirlerini gözden geçirmeye karar vermiştir.
Neden mi? Hollandalı teknik adamın üst düzey geçmesi beklenen bir mücadelenin son 9 dakikasını seyretmeden stattan ayrılması, kalabalığa kalmayayım endişesinden değildi kuşkusuz.
Aslına bakarsanız berbat bir ilk yarı vardı sahada. Bursaspor’da teknik adamından futbolcusuna yansıyan gerginlik, onu bu haftalara taşıyan oyun anlayışı ve performansından bir hayli uzaklaştırmış göründü.
Ne doğru dürüst top kontrolü, ne kanat organizasyonu, ne de rakip savunmanın kilidini açacak hücum alternatifi vardı lider takımda. Oysa karakter olarak ofansif futbolu seven, ancak dün ilginç bir şekilde savunma ağırlıklı bir oyunu tercih eden Gençlerbirliği karşısında işi zor olmayabilirdi Bursaspor’un.
Nitekim ikinci yarıyla birlikte, özellikle sol kanatta Volkan’ın çalışkanlığı atakları bu bölgeye yoğunlaştırdı. Ergiç ve Batalla’nın kötü performansları göbekten çıkışını engellerken, Ali Tandoğan sağdan her zamanki bindirmelerini yapamadı. Iglesias’ın giriş amacı yüksek toplarla buluşmaktı,
Maçın istediği şekle bürünmesi için Trabzonspor son yirmi dakikayı beklemek zorunda kaldı. Galibiyet dışındaki her skorun Beşiktaş’ı şampiyonluk yarışının bir adım daha ötesine iteceği gerçeği, iki takımı da ilk yarıda tam bir taktik savaşına mecbur bıraktı.
Ömer Aysan gibi bir savunmacı ile sürekliliği olmasa da Engin ve Gabriç’in yokluğunda Şenol Güneş en ideal kadroyu sürmüştü sahaya ama, meslektaşı Mustafa Denizli de aynı dertten muzdaripti. Üstelik onun Tello ve Tabata gibi daha önemli eksikleri vardı.
Örneğin maçın ilk yarısında geriden çıkan uzun paslarda Tello imzası bulunsa, Bobo ve Holosko savunmanın arkasında buluştuğu topları birkaç hamlede kullanmak zorunda kalmayabilir, dolayısıyla o pozisyonlar çok daha ciddi tehlikelere dönüşebilirdi.
İlk yirmi dakikada skor üstünlüğünü ele geçirip kontrolü eline almayı planlayan Beşiktaş bu bölümde İbrahim Toraman, Holosko ve Bobo ile gole çok yaklaştı. Ancak son haftalarda kalesini kapayan Onur’un zamanında müdahaleleri rakibe bu şansı vermedi.
Buna karşın Trabzonspor’un yakaladığı en ciddi pozisyonda Umut ve kaleci Rüştü ikilisi peşi sıra iki pozisyonda karşı karşıya geldi, bu kez deneyimli file bekçisi çıktı sahneye.
Trabz
Futbolun siyaseti olmaz mı? Pekala olur.
İzleyeceğiniz stratejiler, hazırlayacağınız projeler, yatırımlar, kulüplere karşı duruşunuz...
Bunların tümü futbolun siyasetiyle ilgilidir.
Daha ileri gidelim, oyunun çıkarlarını koruyan ve kollayan yasal düzenlemeler için, futbol-siyaset ilişkisi de gereklidir.
Haber, üç gün önce Fenerbahçe internet sitesinde yayınlandı.
“Avrupa Voleybol Federasyonu’nun, Fenerbahçe Acıbadem bayan voleybol takımının Romanya’nın Metal Galati takımı ile 18 Şubat’ta Burhan Felek spor salonunda oynadığı Indesit Şampiyonlar Ligi 12’li play-off turu rövanş maçına, şartnamede belirtilenden az sayıda seyirci gelmesi nedeniyle kulübe 3 bin euro para cezası vermesi kararlaştırılmıştır.”
Medya olaya farklı yaklaştı. Verilen cezanın komikliği konuşuldu.
Oysa, can sıkıcı asıl nokta, Avrupa Voleybol Federasyonu Başkanı Riet Ooms’un utana sıkıla kaleme aldığı cümleydi;
“Ne yazık ki söz konusu maçta seyirci sayısının 560 olması dolayısıyla kulübünüze yaptırım uygulanacaktır”.
Bundan büyük ayıp olur mu?
Eleme grubu, Aroma 1. ligi ve kupa müsabakaları dahil hiç maç kaybetmeyen, Türkiye’nin bu sezon Avrupa’da hedefe yürüyen tek temsilcisi olarak kalan bir takımın, kendi salonunda oynadığı maça sadece 560 taraftar gelir mi?
Ankaragücü iyi savunma yapan bir takım. Son dokuz lig maçında tek yenilgi alması, buna karşın kalesinde üçü Galatasaray’dan olmak üzere sadece altı gol görmesi sağlam bir istatistik.
Başkent ekibinin hâlâ sıkıntılı bölgenin etrafında dolaşıyor olmasının tek nedeni ise iyi oynadığı maçlarda bile gol sıkıntısı çekmesi.
Ancak Beşiktaş karşısında hem iyi savunma yapan, hem de puanın üzerine yatmak yerine kazanmak için hücum eden ve pozisyon bulan bir ekip vardı. Özellikle ilk on dakikalık bölümden sonra orta alan üstünlüğünü sarı-lacivertli ekibe geçti. Hürriyet ve Sapara rakibin oyununu bozmanın yanı sıra göbekten gelecek atakların yolunu tıkadı. Savunmasıyla iyi yardımlaştı. Sol tarafta Rothen arı gibi çalıştı. Ankaragücü’nün neredeyse tehlikeli gol girişimlerinin tümü buradan başladı. Rothen, Ekrem ve İbrahim Kaş’ı çoğu pozisyonda çaresiz bıraktı. Geremi, önünde Mehmet Çakır zaman zaman etkili bindirmeleriyle Vassell ve Vittek’i teşvik etse de, İbrahim Toraman- Sivok ikilisi ilk toplara zamanında müdahale etmeyi bildi.
Bu arada Rüştü’nün kritik iki kurtarışını da unutmamak gerek. Dolayısıyla başkent ekibinin forvet hattındaki etkinliği aynı oranda azaldı.
Ciddi eksiklerle
Makukula tam doksan dakika rakip savunmanın sıkı markajından kurtulup yüzünü kaleye dönememişti. Yani neredeyse bir maç boyu.
Tolunay Kafkas oyuncusunun meziyetlerini ve özellikle ikinci yarıda ağırlaşan sahada rakibi hataya zorlayacağını bildiği için onu ısrarla sahada tuttu. Karşılığını da üç puanla aldı.
Peki Trabzonspor cephesinde neler oldu bu anlamda? Örneğin artık sabırları zorlayan Teofilo 56. dakikada oyuna dahil olmasına rağmen güçsüzlüğü ve isteksizliği ile bu kadar tahammülü hak etti mi? Asla. Gol umudu olarak transfer edilen Kolombiyalı konusunda artık kafalar karışık.
Diyeceksiniz ki 79. dakikadaki o vuruşunda top direk yerine ağları bulsa yine aynı şeyleri söyleyecek misin? Evet. Eğer geçen sezonu 30 golle kapatmış bir forvet isen son vuruşları maç boyunca bir kez dahi yakalasan doğru yapacaksın.
İşte dün akşam iki takım arasındaki en önemli fark bu idi. Daha doğrusu iki teknik adamın tercihleri ve sonuçları arasındaki fark!
Aslına bakarsınız ilk yarıda Trabzonspor daha çok topa sahip olan, çeviren ve kullanan taraftı. Kayserispor’da sarı kart gören üç oyuncunun da Alanzinho’yu hücuma çıkarken kural dışı şekilde durdurduğunu söylersek, takımın en etkili isminin
Bochum Savcılığının şike ve bahis dosyası patladığı vakit de böyle sarsılmıştık.
Kolay mı?
Avrupa’nın şaibeli dokuz ülkesinden biri olmuştuk.
Hiç yakıştıramamıştık kendimize.
Oysa yıllardır bu pisliğin üzerinde oturduğumuzu biliyor, ancak ne hikmetse bulaşanları yakasından tutup “işte budur” diyemiyorduk.
Tuttuklarımıza da 6 ay sonra milli forma teslim ediyorduk.
Şenol Güneş’in Galatasaray maçını kazanan kadro ile maça başlaması riskli bir karardı. Pazar günü sahadaki üst düzey mücadele, bazı futbolcuların performansını olumsuz etkileyebilir, oyundan erken düşmelerine yol açabilirdi. Bunun getireceği zorunlu değişiklikler de oyun planlarını etkileyebilirdi. Nitekim yüksek tempolu maçta ilk fire Ceyhun oldu. Çok pas hatası yaptı, erken yoruldu. Dolayısıyla pres yapmayı sevmeyen Colman ve Alanzihno gibi iki oyuncunun yanında tüm yük Selçuk’a kaldı. Şenol hoca “nasıl olsa orta alanda bir eksik oynuyoruz” düşüncesinin yanı sıra tur için golün şart olduğu gerçeğini de göz önüne alarak ikinci yarıya Ceyhun’un yerine Teofilo ile başladı.
Antalyaspor bu bölümde daha etkili ataklar geliştirirken Tita’nın mükemmel vuruşunda kaleci Onur’un aynı güzellikteki müdahalesi maçın kader anıydı. O top ağlarla buluşsa, Trabzonspor’un işi gerçekten zorlaşabilirdi. Konuk takımın oyundaki ağırlığını hissettirmeye başladığı bölümde sahneye Alanzinho çıktı. Son haftalarda müthiş bir çıkış yakalayan Brezilyalı, takımını rahatlatan ve moral bulmasını sağlayan golü kaydetti.
Golden sonra kontrol tamamen Trabzonspor’a geçti. Bordo-mavili takım özellikle Colman ve