Bir teknik direktörün, oyuncu tercihlerine her zaman saygı duymak gerek. Antrenman performansı, davranış tarzı, takım arkadaşlarına saygısı gibi faktörler elbette önemli. Örneğin Şenol Güneş'in, Alanzinho ve Henrique'yi kadroya almaması, Colman'ı maçın üçte ikilik bölümünde kulübede oturtması gibi. Belli ki Güneş hem oyuncularına, hem tribüne bazı mesajlar vermek istemişti. İstemişti lakin büyük risk almıştı deneyimli hoca. Manisaspor karşısında sahaya sürdüğü takımdan belliydi. Buna bir de Zokora, Volkan, Serkan gibi çok şey beklenen futbolcuların beklenenin altında performans göstermesi eklenince, mutlak kazanması gereken maçı az daha yitiriyordu bordo-mavili ekip.
İlk yarıda aradaki fark pek belli olmadı. Manisaspor temkinli oynamaya çalışırken, Trabzonspor gol yollarında sıkıntı çekti. Burak ve Halil'in savunmanın arasına yaptıkları koşularda istedikleri topları alamamaları, Colman gibi bir pasörün yokluğu ile ilgiliydi. Bu bölümde istediğini bir kez yapabildi ev sahibi, onda da savunmanın önemli hatası vardı. Üç topla golü bulurken, Burak'ın asistini klas bir vuruşla gole çeviren Halil, "Aslında çift forvette daha yararlı olmaz mı?" sorusunu akıllara getirdi.
İkinci
Kırmızı ışıkta geçmenin cezası 5 bin lira olsa, bu karara en çok kimler tepki gösterir? Kuralları ihlal etmeyi adet haline getirmiş, trafik anarşistleri. Başkasının hakkına saygı göstermeyen magandalar. Veya insan yaşamını gaz ve fren pedalı arasına sıkıştıran ruh hastaları.
Bu durum şahsen beni ilgilendirmez.
Kırmızıda duruyor, yeşilde geçiyor ve insan hayatına değer veriyorsam, kime ne cezanın kaç paraya yükseltildiğinden.
Peki, şike ve teşvik suçlarına verilen küme düşürme cezasının kaldırılmasını istemek?
Futbol ekonomisini kurtarmak, kulüplerin kapanmasını önlemek, yayıncı kuruluşun iflasına engel olmak söylemleri, işin ahlaki boyutundan çok duygusal yönüne değer verenlerin görüşüdür.
Ortada işlendiğine inanılan bir suç var ki, küme düşme cezası kaldırılsın isteniyor.
Birileri yargıya intikal eden davanın sonuçlarından çekiniyor ki, talimat değişikliği gündeme getiriliyor.
Bir yasa 9 ayda 3 kez TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilip, Cumhurbaşkanı’nın onayına sunulunca insanların kafası karışıyor.
Doğal olarak.
Şike ve teşvike verilecek cezaları öğrenmek kolay da, yasa numarasını akıllarda tutmak pek kolay değil.
Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine dair yasayı kamuoyu 6222 sıra numarası ile tanıyor.
Şike ve teşvike verilen cezalarda indirim öngören, ancak Cumhurbaşkanı tarafından veto edilen yasanın numarası ise 6250.
10 Aralık 2011 tarihinde TBMM’de tek satırı değiştirilmeden ikinci kez kabul edilip, Cumhurbaşkanına gönderilen ve yürürlüğe giren yasanın sıra numarası da 6259.
Eğer siyasilerimiz, yap-boz tahtasına çevrilen yasa üzerinde yeni bir tasarrufta bulunmaz ise, bir müddet daha rahatız.
İlk yirmi dakikalık bölümde moralsiz, özgüvenini yitirmiş, isteksiz bir takım görüntüsündeydi Trabzonspor. Orduspor'un orta alanı dilediği gibi kullandığı, Culio'nun tek başına rakip savunmanın tozunu attığı sıkıntılı süreçte, kalesinde göreceği bir gol Trabzonspor'un yeni bir travma yaşamasına yol açabilirdi.
Peki ne oldu da böylesi bir dönüş yaşadı Trabzonspor? Arkadaşları adeta yürürken, onlara nazire yaparcasına her topu kovalayan, pres yapmaya çalışan biri vardı çünkü sahada; Halil Altıntop. Halil doksan dakika boyunca sahanın en iyisi idi. İnanın dün akşam onun gayreti olmasa, Trabzonspor'un üzerindeki ölü toprağını atması mümkün olmayabilirdi. Halil'in buram buram yetenek kokan golü, Trabzonspor'un fitilini ateşledi. Eski coşkusuna kavuşabilmek için tam da böyle bir hamle gerekiyordu bordo-mavili takım için.
Sonrasında haftalardır gol orucunu bozamayan, atamadıkça gerilen ve takımını gerileten Burak çıktı sahneye. Kendi yaptırdığı penaltıyı kullanmak için topun başına geçtiği an sanırım genç oyuncunun unutamayacağı anıları arasındaki yerini aldı. Gerçekten çok zordu o vuruşu gole çevirmek. Burak bu penaltıyı kaçırsa da Trabzonspor maçı yine kazanabilirdi. Ancak
Lige radikal değişimlerle başlayan takımlardan biri idi Galatasaray. Geçen sezonu zirvenin 36 puan gerisinde tamamlamak, reformun fitilini ateşleyen en önemli faktördü. Yönetim, zihniyet, sonra teknik kadro ve transfer politikaları yenilendi. Aslında sancılı geçeceği düşünülen ve kabul edilebilir başarısızlıkların yaşanabileceği bu dönemde, Galatasaray beklentilerin ötesinde performans sergiledi.
Muslera, Ujfalusi, Melo, Elmander, Selçuk, Engin, Ceyhun gibi yenilerin arasına Semih (dün akşam oynamasa da)ve Emre gibi genç yetenekleri katıp, kaybetmek üzere olduğu Baros ile diğerlerini uyumlu bir takım haline getirmek, her babayiğidin harcı değildi. Fatih Terim ve öğrencileri zor süreçte düşünülenden fazlasını başardı.
Gaziantep yenilgisiyle yanlışları sorgulayan Terim'in sırrı, bireysel değil takım oyununu ön plana çıkaran, yardımlaşan, savunmada dikkatli, hücumda istekli ve özgüvenli bir ekip yaratma düşüncesiydi.
Son 5 maçı kazanmanın getirdiği moralle Arena'da iştahlı bir takım beklerken, her topu kovalayan, orta alanda baskı yapıp rakibin oyun kurmasını engelleyen Manisaspor karşısında uzun süre bocaladı Galatasaray. Topa daha çok sahip olmasına karşın, pozisyon
Şike soruşturması sürecinde gerilen ortam, son günlerde yapılan karşılıklı açıklamalarla tavan yaptığında Kadıköy’deki maç çok daha farklı çizgiye gelmişti. Fenerbahçe tribünlerinden yükselen “Dişe diş, kana kan intikam” söylemi taraftarın sahadaki oyundan çok, yakın geçmişiyle hesaplaşma peşinde olduğunun göstergesiydi. Tribündeki gerilimin takıma yansımaması düşünülemezdi böyle atmosferde. Fenerbahçe bu olumsuzluğu maç boyunca hissetti. Aşırı motivasyon özellikle ilk yarıda sarı-lacivertlilerin düşündüklerini sahaya yansıtmalarını engelledi.
Trabzonspor sezonun en zor deplasmanında oyunun ilk bölümünde denk mücadele ortaya koydu. Göbeği Colman ve Aykut ile kapatarak Alex’in savunmanın arasına atacağı topları kesme düşüncesi doğru, ama uygulamada etkisizdi. Aynı Alex’in kullandığı köşe atışında savunmadaki hatalı adam paylaşımının faturası ise ağır oldu.
Sadece o mu? Her iki kanatta Serkan ile Halil’in defansif oyunu, Stoch ve Gökhan Gönül’e önlem gibi görünse de, Trabzonspor’un hücum organizasyonlarının aksamasına yol açtı. Haftalardır gole hasret kalan Burak’ın aşırı hırsı ve aldığı topu bir an önce kullanma aceleciliği, maç boyunca pek çok pozisyonu ezmesine yol açtı.
İlgi çekici bir süreçten sonra şiddet yasasındaki cezalar indirildi. Top artık yargıda. Şike yapan veya teşvik primi veren varsa, mahkeme sonunda deşifre olacak.
Hafifletilmiş yasayla özgürlüklerine kavuşsalar bile, kaçınılmaz son, o yafta yakalarına asılacak.
Şimdilerde aynı lobi daha da ileri gidip, talimattaki küme düşürme cezasının kaldırılması için çalışıyor.
Günlerdir kamuoyu oluşturmak için bu yönde iddialar ortaya atılıyor, medyamız da üzerine atlıyor.
Peki olur mu? Neden olmasın?
Bu memlekette konu futbol olunca, imkansız denen nice şeyin değiştirildiğini görüyoruz.
Dün yasa, yarın talimat.
Trabzonspor'un sorunu belli. Öncelikle yoğun ve ağır maç trafiğini kaldıracak bir kadro genişliğine sahip değil. Sezon başı transfer masallarının ne kadar gerçeği yansıttığı, kadroya katılan yeni oyuncuların nasıl bir katkı sağladığı ortada. Bu tabloya bir de mental yorgunluğu ekleyin, buyrun size sıradan bir süper lig ekibi!
Üç günde bir maç oynamanın yol açtığı en büyük sıkıntı, kafa ile ayaklar arasındaki koordinasyon bozukluğu. Birinin emrettiğini diğeri algılayamıyor, ötekinin yapmak istediğine diğeri karşılık veremiyor. Özellikle son vuruşlara yansıyan bu olumsuzluk, iki farklı geriye düşmesine rağmen sahadan puanla ayrılmasına engel olan en önemli faktördü Trabzonspor adına.
Şanssızlık mı? O tali bahane! Hadi Adrian'ın volesinde direk çıktı karşısına. Ya Halil'in vuruşu? Sahanın en çalışkan, en üretken adamı Alanzinho'nun kaleci ile karşı karşıya kaldığı andaki hamlesi? Bu kadar pozisyona girip tek golü penaltıdan kaydetmek şansızlık ile açıklanabilir mi?
Bir takım kötü oynayıp kaybedebilir. İyi oynadığı vakit de kazanamayabilir. Lakin son 5 maçında galibiyete hasret kalıyorsa, yakın geçmişe de dönerek nerede hata yapıldığını tespit etmek ve gerçekçi önlemler