Venedik Bienali’ne 2005’te ilk kez gittiğimde ne kadar etkilendiğimi unutamam. Hüseyin Çağlayan’ın “Olmayan Varolma” adlı video çalışmasını Palazzo Levi’de izlemiştik. Daha sonra hep birlikte diğer ülke pavyonlarını büyük bir heyecan ve kıskançlıkla gezmiştik. Aradan yıllar geçti. Sonunda dört yıl önce İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) ve 21 destekçi sayesinde Türkiye, Venedik Bienali’nde 20 yıl süreyle kalıcı bir pavyona kavuştu.
Hemen akabinde Venedik Bienali’yle imtihanımız başladı. Bienal zamanı saat 6.00’da Atatürk Havalimanı’nda güvenlikten geçer geçmez, ellerinde fotoğraf makineleriyle magazinci arkadaşlarımız hazır bekliyordu. Bir gece kulübü kapısından farkı yoktu bu görüntünün. “Herhalde çok ünlü biri gelecek” derken, fotoğrafçılardan açıklama geliyordu: “Herkes Venedik’e bienale gidiyor. Onun için buradayız.” Hemen arkasından da şu soru yöneltiliyordu: “Sizin grupta kimler var?”
Zaten merhabalaştıktan sonra herkes birbirine aynı şeyi soruyordu, “Hangi ekiptensin?” Bir nevi kimlerdensin? “Survivor” izleye izleye böyle olduk, herkes safını seçmiş durumda. Sanki taraf olmayan bertaraf olacak gibi bir durum söz konusuydu. Sanat dünyası son derece acımasızdı, herkes birbirine tepeden bakıyordu. Sanatçı sanatçıya burun kıvırıyor, işlerine bakmadan “O da sanat mı?” diyordu. Sonra da “Dekoratif sadece” deniliyor, konu kapatılıyordu.
Dört yılda biraz ilerleme kaydettik tabii. Bu yıl Venedik Bienali’yle ilgili beni en çok heyecanlandıran bienal ile eş zamanlı GAA Vakfı tarafından düzenlenen Venice Design 2017’ye Türkiye’den gidecek olan bir sergi.
İstanbul merkezli True Treu tasarım kolektifi, “Synesthesia: Beklenmedik Duyumlar ve Göç Hikayeleri” sergisiyle Venedik’te. Nude Glass sponsorluğunda, Benan Kapucu küratörlüğünde. Peki ama True Treu tasarım kolektifinde hangi isimler var? Ali Bakova, Argun Dağçınar, Aykut Erol, Can Yalman, Demirden Design, İzlem Akman, Neslihan Işık, Serhan Gürkan ve Yiğit Yazıcı.
Sergide yer değiştirme, kök salma, köksüzlük, teknolojik ve kültürel ağlar içinde hareket, tohumların yayılması, ötekiyle yüzleşme gibi göç olgusunun farklı boyutlarını sorgulayan ürün yerleştirmeleri yer alıyor. En çok dikkatimi çeken Can Yalman’ın “Silent Scream / Sessiz Çığlık” isimli çalışması oluyor.
Varoluşumuzu olabilecek her şekilde tehdit eden adaletsizlik, kenara itilme ve şiddetle yüz yüze geldiğimiz bir dünyada, yaşanılan travmaları görünür kılıyor. Bu çığlığa özel bir algoritma ile üç boyutlu bir form kazandırırken, tam da o an’da donduruyor ve “duyulur” hale getiriyor.
Demirden Design’ın “Confrontation / Yüzleşme” isimli enstalasyonu huzurlu bir ortak yaşama giden, arzulanan yolun üzerindeki engelleri düzleyerek sınırsız bir dünya vizyonu sunuyor. Yerküreye ait olanı öne çıkararak, başlangıç noktasında hafızada kalan mekanları hatırlamak istediğimizde kendi yansımamıza bakabileceğimiz düzlemler oluşturuyor.
Sergi 13 Mayıs-26 Kasım tarihleri arasında Palazzo Michiel’de görülebilir.
“Önemi daha da artacak”
Bülent Eczacıbaşı, Türkiye’nin Venedik Bienali’nde 20 yıl süreyle kalıcı bir pavyona kavuşmasının önemini o zamanki röportajımızda şöyle anlatmıştı: “Venedik Bienali örneği eski mekanları kültür-sanat faaliyetleri için kent hayatına kazandırmanın kentin marka değerini ne kadar artırdığını gösteriyor. (...) 20 yıl boyunca Türkiye Pavyonu’nun Venedik Bienali’nde sabit bir mekana sahip olmasının ülkemizin uluslararası alandaki bilinirliğine önemli katkılarda bulunacağını düşünüyorum.”