Business of Fashion bir blog olarak başlayıp moda dünyasını nasıl etkisi altına aldıysa, şimdi yeme-içme sektörünü değiştiren benzer bir platform var: Code Hospitality.
Önce sadece yeme-içme sektörü çalışanlarını ilgilendiren bilgilerle dolu bir bülten olarak başlıyor, sektörde çalışanlara email ile gönderiliyor. Sonra bir internet sitesi haline geliyor, yine sektörle ilgili içeriden bilgiler veriyor. Daha sonra mobil telefon uygulamasıyla sektör çalışanlarına özel indirimler sağlıyor, iş olanaklarını sıralıyor. Tabii bu aşamada artık bir de üç ayda bir yayımlanan Code Quarterly adlı dergisi oluyor. Sektör dergisi olmasına rağmen sektör dışına, dışarıda yeme-içmeye meraklı herkese hitap eden bir dergi. Kısa sürede yeme-içme dünyasına yön vermeye başlıyor Code Hospitality. Özellikle son bir yılda daha da etkili oluyor. Kurucusu Adam Hyman ile buluşuyorum, yeme-içme sektörünün gidişatını konuşmak üzere. Bakın Adam Hyman neler anlatıyor?
Fine dining şekil değiştirdi
“Londra’da altı-yedi sene önceye kadar kimse bu kadar çok dışarıda yemek yemezdi. Şimdi herkes dışarıda yemek yemeye başladı” diyor. Bunda da en büyük değişimi Polpo’nun başlattığını söylüyor. “Ortaya söylenen küçük küçük
Amal Clooney IŞİD’e karşı büyük bir mücadele veriyor, insan haklarını savunuyor.
Peki ama konuşulan ne oluyor?
Yaptıkları mı, savundukları mı, yoksa kocası ve kıyafetleri mi?
Clooney’nin eşi George Clooney ile birlikte ikiz bebek beklerken mahkemeye topuklu ayakkabılarla gelmesi.
Hamile bir kadının topuklu ayakkabıları dert ediliyor, giymeli mi giymemeli mi tartışmaları, hatta oylamaları yapılıyor.
Cem Yılmaz’ın tepkisi
Cem Yılmaz gençlere destek oluyor, ‘Deli Aşk’ filminin yapımcılığını üstleniyor.
Kadın-erkek ayrımını hâlâ konuşuyor olmamızı her ne kadar anlamasam da dün sabah telefonuma yağan Kadınlar Günü kutlama mesajlarına kayıtsız kalamadım.
Kadınlar Günü’nü kutlamak Sevgililer Günü kadar zorlama geliyordu eskiden.
Özellikle de kadına şiddet konusunda henüz yeterince ilerleme kaydedilememişken.
Yine de kadınların dayanışması ve tabii erkeklerin de buna destek olması çok değerli tabii.
Çiçekler, hediyeler değil beklentimiz, sadece kadınların da erkekler kadar değerli olduğunun kabul edilmesi.
Dün en çok paylaşılan mesaj, “Kadın olmak masallarda bile zor... Ya kurbağa öpersin, ya en sevdiğin meyveden zehirlenirsin, ya kuleye kapatılırsın, ya saçlarını elin adamı tırmansın diye uzatırsın, gece 12’de Külkedisi’ne dönersin elbiselerin yırtılır...” diye başlıyordu.
Ama en çok konuşulan ise büyük şirketlerin Kadınlar Günü’ne özel reklam ve ilanlarıydı.
Filli Boya’dan Boyner’e, Uludağ Gazoz’dan Doğuş Holding’e birçok büyük şirket Kadınlar Günü’nü hatırlayarak, kutlayarak kadınların kalbini kazandı.
Uzun zamandır hiçbir film bu kadar acımasızca eleştirilmemişti.
Hatta o kadar kötü şeyler söylendi ki, acaba izlememeli mi diye bile düşünenler oldu.
Neyse ki hiçbirine kulak vermeyip, İstanbul Kırmızısı’nı kendim izlemeyi tercih ettim ve izleyince de gördüm, biz artık çok az şeye birlikte sevinebiliyoruz.
Ferzan Özpetek’in önceki filmlerinden ‘Şahane Misafir’ için de benzer şeyler söylenmişti.
Arkasından da ‘Gişede beklenen ilgiyi görmedi’ haberleri yapılmıştı.
Bunda biraz da Ferzan Özpetek’le Cem Yılmaz bir araya gelince beklentinin çok yüksek olması neden olabilir diye düşünüyordum.
Bir de Özpetek ve Yılmaz filmin tanıtımı için o kadar çok röportaj verdi, o kadar çok aynı şeyleri anlattı ki, ister istemez bir önyargı oluştu.
Şimdi de durum aynı.
Bir gece önce önemli bir ödül töreninin partisine gidilmiş, sabah 08.30’da ise baretler, inşaat çizmeleri giyilmiş, henüz açılmamış olan dev bir otel ve kulüp şantiyesini gezmeye hazırım.
Bu şantiyeye ilk kez gelişim değil. Geçen yaz başında Londra’da gizemli bir şantiye partisine katılmıştım, işte burası orası. City’de, bankaların merkezinde tarihi bir bina; eski Midland Bank binası.
Soho House’un kurucusu Nick Jones’un yeni otel ve üyelere özel kulüp projesi The Ned’in şantiyesi burası. Nick Jones daha inşaat aşamasında düzenlediği partilerle tanıtıyor işlerini. İstanbul’da da benzer bir davette komite üyelerini ve yakınlarını ağırlamıştı.
Türk hamamı da var
“İşte burada kulüp başlıyor, burada bir restoran ve bar olacak, yanda ise spor salonu” diye anlatmışlardı o zaman.
The Ned, İngiliz Soho House & Co. ve Nomad otelleriyle tanınan Amerikalı Sydell otel grubunun ortak projesi. 252 odalı bir otel ve aynı zamanda özel kulüp olarak hizmet verecek. Açılış partisi 26 Nisan’da.
The Ned’i Soho House’dan ayıran en önemli özellik, üyelerini yaratıcı sektörlerle kısıtlamaması, tabii bu durum en çok finans sektöründe çalışanları sevindirecek.
Paris Moda Haftası’nın ‘front row’u gelecek sezon neler giyeceğimizi incelerken ben de Londra’da bir ‘front row’dayım.
Medyada gelecek sezonda neler göreceğimizi dinlemek üzere.
Ön sıranın ya da nerede oturduğunuzun aslında önemi yok.
Sağımdaki sandalyede Jonathan Newhouse oturuyor. Vogue, GQ, Vanity Fair gibi dergileri yayımlayan Conde Nast International’ın 1979’dan beri başkanı.
Solumda ise henüz Oxford Üniversitesi’nden geçen yıl mezun olmuş, 22 yaşında bir gazeteci var; James Waddell, The Economist’in sosyal medya editörü.
“‘Sosyal medya, arkadaşınız değil!’ konu başlığını görünce bu paneli kaçırmamalıyım dedim” diyor.
“Neden bu kadar sosyal medyaya karşılar ki?” diye soruyor.
Sadece gülümsüyorum.
Türkiye’nin en stil sahibi kadınları listesinin açık ara başında geliyor Derin Mermerci.
Sadece giydikleriyle değil, kendine has bir duruşu olmasıyla da başkalarından ayrılıyor.
Bir yandan çok global trendlerin de öncüsü, bir yandan da tamamen lokal bir dokunuşu da var.
İşte şimdi, başta eşi Cem Aydın ve Aslı Ekşioğlu olmak üzere müthiş bir ekiple yeni bir işe soyunuyor.
Kendi zevkini anlatmak ve paylaşmak üzere.
Uzun zamandır üzerinde çalıştığı internet sitesi www.derinmermerci.com kısa adıyla DM, dünden itibaren yayında.
“Derin, bu site sana benziyor” diyenlere “Evet benziyor” diyor Derin.
Ve ekliyor: “Tarzımı, hayatımı, dünyamı yansıtmasıyla...
Monocle dergisinin kurucusu Tyler Brule ile konuştuklarımıza pazar günü kaldığımız yerden devam ediyoruz.
“Son 10 yılda neler değişti, neler aynı kaldı?” diye soruyorum.
“İyi soru, editör yazımı bu konuda yazdım” diye başlıyor anlatmaya.
“Medyada türbülanslı bir 10 yıl olmasına rağmen, klasik değerler değişmedi, iyi gazetecilik, fiziksel ürün, sınırlara rağmen uluslararası dünya, en iyi insanları işe almak hala önemli olan. Sadece iyi insanlar değil, 12 saatlik Cakarta uçuşundan sonra hâlâ konuşmak isteyeceğin kadar ilginç insanlarla çalışmak.
Şanslıyız, büyük bir şirketin parçası değiliz, paramız varsa kimseye sormadan, bürokrasiye takılmadan istediğimizi yapabiliyoruz.
‘Okurları dinlemeyiz ama bu sefer dinledik’
10. yılda dergi değişiyor, herkesin anlamayacağı ama süper fanatiklerin hemen fark edeceği bir değişiklik yaptık. Daha ucuz kâğıt kullanmadık, daha uzun hikâyelere yer verdik. Okurlarımız bizimle birlikte 10 yıl daha büyüdü, gözleri artık daha az görüyor, en büyük şikâyet puntolardı. Çoğu zaman okurları dinlemeyiz ama bu sefer dinledik, puntoları büyüttük.”
Dergilerin markalaşmasına geliyor konu. “Hepsi öyle olmak zorunda değil. Biz ilk sayımızda çanta satıyorduk, konferanslar