Bu yıl San Sebastian’dan sevindirici haber erken geldi. Şef Ebru Baybara Demir, 100 bin Euro ödüllü Basque Culinary World Prize’da ilk 10 aday arasına girmeyi başardı.
Geçen yıl ekim ayında Gastronomika’daydım, metrekareye en çok Michelin yıldızı düşen şehir San Sebastian’dan bildirmiştim.
Küçücük şehrin tam 16 Michelin yıldızı var.
Dünyanın en büyük gastronomi organizasyonlarından Gastronomika da burada yapılıyor.
5 kıtadan 40 şef bir araya geliyor ve deneyimlerini izleyicilerle paylaşıyor, bazen konuşarak, bazen sahnede canlı yemek pişirme şovlarıyla.
Peki ama hangi şefler?
Angel Leon, Mario Sandoval, Joan Roca, Paco Morales, Ramon Freixa, Carme Ruscalleda, Diego Guerrero, Eduard Xatruch, Oriol Castro, Marcos Moran, Sergio -Javier Torres, Paco Perez, Alber Adria gibi...
Geçen yılın en önemli özelliği Türkiye’nin konuk ülkelerden biri olmasıydı.
İstanbul’da gezmeyi seven birinin yazın Bodrum’a, Çeşme’ye gitmesi kadar doğal artık haziran ayında Basel’e gitmesi.
Eskiden Art Basel’i sanatla gerçekten ilgili olan koleksiyonerler, sanatçılar ve galeriler takip ederdi.
Şimdi ise her eline boya alan kendini sanatçı ilan eden de, her hobi olarak kendine sanat galerisi açan da, sanatla sadece moda olduğu için ilgilenen koleksiyoner de, sadece Instagram’da ‘story’ yapmak isteyen de kendini ilk uçakla Basel’e atıyor.
Bu sadece Türkiye’de değil, dünyada da böyle.
Art Basel için her yıl en az 300 özel uçak geliyor İsviçre’nin küçük şehri Basel’e.
Brad Pitt’ten Dasha Zhukova’ya tanıdık isimler de bu fuarı kaçırmıyor.
Üstelik özel uçaklara önceden uyarı yapılıyor, planlanan saatinizi kaçırırsanız bu havalimanına inmeyi unutun, çünkü başka saat bulma ihtimaliniz yok diye.
Satışların önemli bir bölümü kapalı kapılar arkasında, 1 günden iki güne çıkarılan VIP günlerinde yapılıyor.
Modern Türk sanatında kalbimde ayrı yeri olan iki kadın sanatçı var, biri Semiha Berksoy, diğeri Fahrelnissa Zeid.
Semiha Berksoy, müthiş eserlerine rağmen hak ettiği değeri bulamadı ne yazık ki.
Fahrelnissa Zeid ise bu konuda Semiha Berksoy’dan daha şanslıydı, eserleri daha çok değer kazandı.
Şimdi Londra’nın önemli müzesi Tate Modern’de Zeid sergisini gezerken bunları düşünüyorum.
Berksoy’u da Zeid’i de gerçekten tanımayı çok isterdim.
Sadece eserlerine bakarak ne kadar renkli bir dünyaları olduğunu anlamak mümkün.
İstanbul Modern’in temelini attı
Zeid’in Tate Modern’deki sergisinde baş köşede ‘Cehennemim’ adlı eseri var.
Önceki akşam 6 kişi bir restoranda yemek yiyoruz. Bir yandan Nextflix dizilerinden konuşuyoruz, Black Mirror’ın hayatın ‘like’lar üzerine kurulu bölümünden bahsediyoruz.
“Gelecek korkutuyor, bu dizi beni depresif yapıyor” diyen var, “Zaten böyle yaşıyoruz” diyen de...
Sosyal medyadaki ‘beğeni’lerimizden değil, Uber’deki puanımızdan bahsediyor.
İşte o ana kadar aklımın ucundan bile geçmemiş Uber puanıma bakmak.
Birden herkes kendi puanına bakıyor, puanı daha yüksek olanlar düşük olanlara puanlarını nasıl yükseltebilirler tüyoları veriyor.
Peki ama neden puanı yükseltmek gerekiyor?
Masadaki evli çiftlerden biri örnek veriyor, “Benim puanım yüksek, ben çağırınca hemen bir araba geliyor, kocamın puanı düşük, ilk kullandığında bir kere 1 yıldız aldığı için, o çağırınca araba yok gösteriyor uygulama” diyor.
İşte o anda hepimizi alıyor bir telaş, bir stres...
1) Dünyanın en iyi 51. restoranı seçilen Mikla’nın şefi Mehmet Gürs, Karaköy’de Novotel’in terasında yeni bir restoranla İstanbul’da yemek meraklılarını sevindirecek.
2) Açık havaya hasret kaldığımız şu günlerde UNIQ Açıkhava Film Festivali ilaç gibi geldi. Bu akşam “Ayışığı” filmi var programda.
3) La Boom Teras’ta günbatımı keyfi mutlaka yapılması gerekenler arasında. La Boom bu yaz baştan aşağı yenilendi, kendinizi pekala Marakeş’te zannedebilirsiniz.
4) İstanbul’un en sevdiğimiz suşicilerinden Ioki, bu yaz Bodrum’a gidiyor. Kurochan by Ioki bu yaz Mandarin Oriental’de.
5) Uber, İstanbul’dan sonra Bodrum ve Çeşme’de hayatımızı kolaylaştırmaya devam edecek.
6) Alaçatı’da en heyecanla beklenen otel Muzaffer Yıldırım ve Haldun Demirhisar’ın The Stay’i. Sadece yetişkinlere özel bol müzikli, eğlenceli, festivalli planlanan otel ay sonu açılacak. Daha sonrası için The Stay’in yurt dışına açılma planı da var.
7) Banyan Tree gibi bir Uzakdoğu zincirinin Nef grubuyla birlikte Bodrum’a gelmesi sevindirici. Özellikle de turizm konusunda zor günler geçirdiğimiz bu dönemde.
Vapurla Adalar sefası
Bu hafta sonu dünya İngiltere’deki seçimleri konuşadursun, Londra’da ise konuşulan başka bir seçim daha var.
O da, Londra Erkek Moda Haftası’nda hangi tasarımcıların, hangi markalarının defile ve prezentasyonlarının görülmesi gerektiği.
New York Times’tan tembihliyiz, görülmesi gerekenlerin başında Hüseyin Çağlayan’ın Chalayan defilesi geliyor.
Yarın Mayfair’deki Chalayan butiğinde gerçekleşecek defileden Instagram’da canlı yayın yapacağım.
Tracey Emin imzası
Şimdi moda haftasının diğer konuşulanlarıyla devam edelim.
Bu yıl 5.si kutlanıyor, erkek moda haftasının başında “İstanbul zaten moda başkenti” diyecek kadar İstanbul’a sık sık gidip gelen, hatta Marka Konferansı’nda da konuşmacı olan, GQ dergisinin efsane yayın yönetmeni Dylan Jones var.
5. yıl şerefine özel bir logo hazırlamak istemişler, bunun için de Kıbrıs kökenli Tracey Emin’in kapısını çalmışlar.
Şimdiye kadar izlediğim ve en çok etkilendiğim konserlerden biriydi Royal Albert Hall’daki Phil Collins konseri.
Royal Albert Hall kadar müthiş bir yerde izlenen her konser etkileyici oluyor zaten.
Daha önce izlediğim George Michael konserini hâlâ unutamıyorum.
Gideceğimiz akşam konser son anda sağlık sorunu nedeniyle iptal edilmiş, daha sonra ileri bir tarihe ertelenmişti.
Ama pes etmemiş ve daha sonraki tarihte George Michael’ı sahnede canlı izleyebilmiştim.
Ve hâlâ unutamıyorum.
Belçim Bilgin’den canlı yayın
Şimdi ise BKM’nin genel müdürü Zümrüt Arol Bekçe’nin “Phil Collins konserine gelir misin?” demesiyle başladı her şey.
Cumartesi akşamüstü Londra’da The Ned’den çıkıp London Bridge’den yürüyerek Borough Market’e geçtik.
Borough Market’te tezgâhlar kapanmış.
Civardaki efsane makarnacı Padella, Barrafinaların sahiplerinin tacoscusu El Pastor arasında gidip gelirken, hadi bir çay-kahve içip kalkalım dedik.
Sonuç, daha gideceğimiz yere varamadan haber geldi, önce Londra Köprüsü sonra Borough Market...
Peki ama sokaklarda dolaşmamak, güvenli yerlere çekilmek gerektiği tembihlenirken İngilizler ne yaptı?
Ellerinde biralarıyla kaçanlar mı, daha sonradan “Terör bizi korkutamaz, biz oturur çayımızı içeriz” diyeni mi istersiniz...
Sadece İngilizlerin kendine özgü espri anlayışının sonucu değildi bu.