Genetik materyalimizin yüzde 98.6’sı aynı. Neredeyse aynıyız. Bizler bir yandan onlardan öğreneceğimiz çok şey olduğunu kabul ediyor, diğer yandan birbirimize yapamayacaklarımızı onların üzerinde uyguluyoruz
Primat uzmanı biyolog Patrick van Veen, maymun davranışlarını izlemenin ofis yaşamında işe yarayacağını düşünerek bir iş idaresi kursu açmış. Kursa katılan işadamları/kadınları, İngiltere’deki, dünyanın en kalabalık şempanze gruplarından birine ev sahipliği yapan Chester Hayvanat Bahçesi’ne giderek maymunları izliyor.
Aslında genetik materyalimizin yüzde 98.6’sının aynı olduğunu düşünürsek çok da mantıksız değil. (Zaten kalan yüzde 1,4’lük fark genelde fitne fücura yarıyor.)
Maymunlar önce birbirlerini inceliyor sonra harekete geçiyor. Bu doğru iletişim kurmayı sağlıyor. Oysa bizler, genelde karşımızdakilerin davranışlarını anlamadan kategorize etmeyi seçiyoruz.
Van Veen maymunları izlemenin, özellikle gücün, hiyerarşinin ne zaman işe yaradığını, patronluğun ne zaman etkisiz kaldığını anlamak için yararlı olduğunu söylüyor. Mesela primatların parazitlerden arınmak için birbirlerini tımarlamaları, karşılıklı yardımlaşma, şefkat ve sevgi gösterme, birinin
Washington’da barınakların yüksek enerjili köpekleri, nesli tükenen hayvanları bulmak üzere eğitiliyor
Washington Üniversitesi’nin Biyolojik Çeşitliliği Koruma Merkezi’nin 1997’den beri yürüttüğü ilginç bir program var. Barınaklardaki yüksek enerjili köpekleri alıp nesli tükenen hayvanları bulmak üzere eğitiyorlar.
Sekiz yaşındaki Border Collie cinsi Frehley, binlerce yıldır New Mexico dağlarında yaşayan ve sayıları azaldığından koruma altına alınan bir cins salamanderin (bir tür kertenkele) peşine düşüyor. Böylece bilim insanları, bu hayvanların kaç tanesinin bölgedeki kuraklığı atlatabildiğini öğrenme imkanı buluyor.
Programın başındaki Heath Smith, köpeklerin kokusu olan her şeyle eğitilebileceğini söylüyor. Kilometrelerce uzaktaki bir kokuyu bulmak elbette kolay değil. Ama hayvanların yapabileceklerinin de sınırı yok. Mesela 10 yaşındaki Labrador Sadie’nin işi katil balina bulmak. Teknenin ucunda durup, kulaklarını belli açılarda oynatarak, araştırmacıları katil lalinalara götürüyor.
Emekliler de unutulmuyor
Uzun boylu, heybetli ve çok yakışıklı bir erkek o. Son takıntım, Atatürk Oto Sanayi Sitesi’ndeki kurt köpeği
Araba kullanmaya başlayalı çok olmadı. Tabii acemilik olunca hasar artıyor. Birkaç ay önce, her nasılsa debriyajda sorun olduğunu fark edip arabayı Atatürk Oto Sanayi’ye götürdüm. İlk kez o zaman gördüm Albert’i. Heybetli, yakışıklı, şahane bir kurt köpeği. Mercedes yetkili servisine ait.
Bir kafes yapmışlar. Geniş sayılır. Üstü onduline gibi bir çatı malzemesiyle kaplı. Yüksek tavanlı. (En azından ben rahatça dolaşabiliyorum) Ama içeride kakalar vs. Bitmiş bir motor yağı fıçısından su kabı. Yemek olarak artıklar...
Ama köpek o kadar şahane ki. (Arka ayaklarının üzerine kalkınca benden bir kafa uzun neredeyse) Neyse ben önce kafesteki pislikleri temizlemelerini rica ettim. (Pek rica ettim sayılmaz ama kırmadılar beni) Ertesi gün iki büyük kap aldım. Artık sabahları oradan geçerken kapları yıkayıp suyunu değiştiriyorum. Maması var mı kontrol ediyorum. Yemek artıkları yerine kuru mama vermeye başladılar. Çok sevmiyor ama daha sağlıklı. Arada ıslak mama götürüyorum.
Çalışanlar 1-2 tanesi hariç, beni görünce, iş çıkarırım gene diye, ortadan
Hep köpek sadakati üzerine haberler duyarız. Sahibinin mezarından ayrılmayan, hastane kapılarında nöbet tutan köpekler, yıllarca tren garında sahibini bekleyen Hachiko... Doğrudur. Köpekler sadıktır.
Biz insanlar, hayvanları kendi değer yargılarımızla sıfatlandırırız. Şartsız itaate, sadakat deriz. “Gel” deyince gelir, “Otur” deyince oturursa sadıktır. Oysa hayvanın sadakatinin altında sevgi, güven ve bağlılık vardır. Yoksa itaat etmez. Ama pek çok insan bunu önemsemez. O yüzden kedilere “Nankör” derler. Okşarken dönüp tırmalaması sadakatsizlik göstergesidir.
Arap, babamın kedisiydi. Yazının başlığı o yüzden ‘yadigar’. Siyah, yuvarlak, kozalak gibi bir şey. Uzun tüylü, kısa bacaklı, sincap kuyruklu. Otururken ayakları kaybolur. Cüce bir Darth Vader’e benzer. Çok sevimli görünür. “Görünür” diyorum çünkü huy olarak öyle değildir. Ancak uyurken, o da uykusu açılana kadar, ya da süt falan verdiğinizde falan okşayabilirsiniz. Hemen sinirlenir. Homurdanır, dönüp tırmalar.
Datça’ya veda
Hep böyleydi. Babama da aynısını yapardı. Ama gece olduğunda yastığında yatardı. Babam onu Datça’da yaşadığı dönemde bulmuştu. Oradayken dışarı çıkardı. Bazen günlerce gelmez kendini
Aslında yine hayvanları koruma kanunuyla ilgili yazmak isterdim ama bildiğiniz üzere beklemedeyiz. “Yeniden görüşülecek” diyorlar. O yüzden ben de size evdekileri anlatmaya karar verdim
Evde ikiden fazla kedim olduğundan bahsetmiştim. Değişik yaş gruplarındalar. Tabii yaşlar ilerledikçe, tıpkı insanlardaki gibi onlarda da hastalıklar başlıyor. Ama hepsinin huyu farklı, dolayısıyla hastalıkla baş etmeleri de farklı oluyor.
Evin en yaşlısı Biber. Hiç göstermez ama 19 yaşında. Yıllardır böbrek hastası. Özel mama yemesi ve bol su içmesi gerekiyor. Ve huyu gereği (aşırı kaprisli) diyetine çok dikkat ediyor. Mamasının muhakkak blenderdan geçirilmiş, kolayca yutacağı şekilde sulandırılmış ve oda sıcaklığında olması gerekiyor. Acıktığını avaz avaz bağırarak (çünkü ona miyavlamak denemez) belli ediyor. Aynı taktiği bardaktan ve taze su içmek istediğinde de uyguluyor. Zorda kalmadıkça asla, diğerlerinin kuru mamasından yemiyor, su kaplarından içmiyor. Bence özel ihtimam gördüğünü biliyor ve bunu sonuna kadar kullanıyor.
Bu yazıyı cumartesi yazıyorum. Dün, yani 30 Eylül’de, yeni ‘hayvanları koru(ma)ma kanunu tasarısı’nı protesto etmek için yürüdük. Birçok ilde aynı anda, aynı duyguyla, hep birlikte
Aylardır karşı çıkıyoruz. Adı artık ‘Hayvanları Koruma Kanunu’ değil. ‘Hayırsız Yasa’, ‘Ölüm Yasası’, ‘Kanlı Yasa’...
Varsayalım bu tasarıyı hazırlayanlar çok iyi niyetli, saf ve herkesi kendileri gibi zannediyor. Ama artık dünya öyle değil. Kötü insanlar da var. Bu yüzden onları uyarmamız gerek.
Çünkü biz, kanuna karşı çıkanlar, biliyoruz ki, sokak hayvanlarını yerleşim yerlerinin dışına atıp, adına doğal yaşam parkı demek kandırmacadan başka bir şey değil. Gözünün önündeki hayvana su vermekten aciz olanlar, onları tamamen unutacak. Gözden ırak, gönülden de ırak olacaklar. Belediyelerin kontrolündeki barınaklarda ne haldeler biliyoruz. Kim bilir oralarda başlarına neler gelecek... Açlık, hastalık kol gezecek. Ve TOKİ’ler şehirlere sığmayınca, sıra doğal yaşam parklarına gelecek. Hayatta kalabilenler de yok edilecek, yerlerine binalar dikilecek.
İstismara açık bir konu
Çünkü biliyoruz ki evdeki hayvan sayısına, çevre ve insan sağlığı bahanesiyle sınır getirmek, istismara çok açık.
“O an, onu almam gerektiğine karar verdim. Hayatımda hiç kedim olmamıştı. Nasıl bakılır, kediyle nasıl ilişki kurulur hiçbir fikrim yoktu”
Yasemin Bay’ı tanıyorsunuz. Milliyet’te okuduğunuz kültür-sanat haberlerinin neredeyse tamamında onun imzası var. Ayrıca Milliyet Sanat dergisi ekibinin de önemli bir üyesi. Yasemin, bir süre önce bir sokak kedisi sahiplendi. Adını da ‘Şans’ koydu.
Şans görmüyor. Yasemin’den ‘Şans’ın hikayesini ve görmeyen bir kediyle yaşamanın nasıl bir şey oluğunu yazmasını rica ettim. Yani bu hafta köşe Yasemin Bay’a ait. Yazdıklarını okuyunca sanırım sizler de “Şans mı daha şanslı yoksa Yasemin mi?” diye düşüneceksiniz.
“Şans’la (Yani Pelin Çini, Milliyet hafta sonu eklerinin haber müdürü ve Çini Mürekkebi köşesinin sahibi) sayesinde tanıştım. Bir gün elinde karton kutuyla işe geldi. İçinde perişan halde bir kedi yavrusu vardı; henüz 1,5 aylık kadardı. Balat’ta yol kenarında bulmuş onu. Hayvanın iki gözü de kötü durumdaydı. Tedavisi mümkün değildi ve alınması gerekiyordu. Görmediği için sokakta yaşama şansı olmayacaktı. O an, onu almam gerektiğine karar verdim. Hayatımda hiç kedim olmamıştı. Nasıl bakılır, nasıl ilişki kurulur fikrim yoktu. Ama
Geçen hafta Yeniçiftlik, Marmara Ereğlisi barınaklarıyla ilgili yardım çağrısından bahsetmiştim. Gönül-lüler, Yeniçiftlik için bir proje hazırladı. Ama maddi destek lazım
Tekirdağ iline bağlı Yeniçiftlik Beldesi hayvan barınağı, bundan yaklaşık yedi sene önce, Yeniçiftlik belediye garajının içinde 13 odalı beton bir yapıydı. Yaklaşık 50 köpeğin, belediye ve yerel gönüllüler tarafından beslendiği bir alandan ibaretti.
2010 yılından itibaren İstanbul’dan katılan gönüllülerin ve 2011 yılından itibaren de Yeniçiftlik Belediyesi’nin katkılarıyla barınak genişledi, etrafı telle çevrilip yaz için gölgelikler vs yapıldı. Kış için brandalar takılıp kulübeler getirtildi vs.
Tüm bu altyapı çalışmalarının sonucunda, hayvanlar gönüllü veterinerler tarafından kısırlaştırılıyor, küpeleniyor, aşıları yapılıyor ve alındıkları yere bırakılıyor. Ancak barınakta tam zamanlı bir veteriner olmadığından çoğalmaya yeterince mani olunamıyor.
Köpeklerin beslenme ihtiyacı, fırınlardan alınan ekmek ve askeri kamptan temin edilen yemek artıklarıyla giderilmeye çalışılıyor. Ancak o da yetersiz. Bölgedeki hayvanlar ayda 80 paket (her paket 15 kg.) mama tüketiyor. Ancak gönüllüler ancak 20 paketi