Neden insanlar golden retriever’lara bayılıyor da dobermanlardan korkuyor? Ya da neden bir anda ortalık Dalmaçyalı doluyor? Çünkü köpek cinslerinin modası var. Trendi belirleyense beyaz perde
Hollywood’un yarattığı köpek modasıyla ilgili bir araştırma okudum. Ne zaman bir köpek filmi yapılsa, barınaklar o cinsle doluyormuş. Düşündüm, bizde de durum farklı değil. Eskiden ortalık Collie’lerden geçilmezdi. Şimdi sıra golden’larda.
Tüm dünyada geçen yılın favori köpeği Jack Russell’mış. Neden? Çünkü Oscar ödüllü ‘The Artist’in yıldızı Uggie adındaki Jack Russell’dı. Film 7 dalda Bafta kazandıktan sonra sadece İngiltere’deki bir barınağa (Battersea Dogs and Cats Home) 600’den fazla kişi Jack Russell için başvuruda bulunmuş.
Ama eve gelen köpek, her zaman beyaz perdedeki gibi davranmıyor. Öyle olunca da ya sokağa ya barınağa bırakılıyor. Hatta Uggie’nin kendisi bile ilk iki sahibi tarafından fazla vahşi bulunup terk edilmiş. (O yüzden köpek sahiplenirken markasına, tipine değil, enerjisine, size uygun olup olmayacağına bakmak, iyi araştırmak gerekiyor. Sonrasında da hayvana zaman ayırmak...)
Bazen de tam tersi bir durum yaşanıyor. Eğer köpek kötü roldeyse, toplumun o
11 yıldır sokakta hayatta kalmayı becermiş bir kediden insan ne ister?
İstanbul için medeni sayılabilecek bir semtte yaşıyorum. Medeni derken yüksek binalardan ve alışveriş merkezlerinin bolluğundan bahsetmiyorum. Hayvansever bir mahallem var diyebilirim. Düzenli besleme ve kısırlaştırma yapılır. Köpeklerimiz küpelidir. Belli bir süre takıldıktan sonra ortadan kaybolsalar da (Beşiktaş Belediyesi’nin günahını almayayım!!!) karınları doyar. Kedilerimiz genelde şişman ve uzun ömürlüdür. (Trafik yüzünden telef olanlar hariç)
Resimde gördüğümüz kedi yaklaşık 11 yaşında. Sokak kedisi. Topacık, sakin, sevgi dolu bir hayvandır. Arka sokağımızda yaşar. En alt katta oturan kedisever komşumuz tarafından bakılır. Nadiren bizim sokağa gelir. Geçen hafta bir akşam onu benim mama verdiğim yerde gördüm. Şişli Belediyesi’nin hediye ettiği yuvaların içinde yatıyordu. Yemek yemek için çıktı, sonra hemen tekrar içeri girdi. Karanlıktı da. Anormal bir durum fark etmedim. Ertesi akşam baktım gene orada. Bu kez dışarı bile çıkmadı. Biraz zorlayınca baktım bacaklarını aça aça, zar zor yürüyebiliyor.
Cihangir’deki Pıtış Veteriner Kliniği’ni aradım. (Aile hekimimiz sayılırlar) Akşam
Küçücük bir köpek hayatınızı ne kadar değiştirebilir? İşte bu kadar...
Milliyet, eskiden şimdiki Hürriyet’in yerindeydi. Etrafında kocaman bahçesi olan bir bina. Neredeyse sekiz yıl çalıştım orada. Tabii bahçe olunca kedi-köpek olmadan olmuyor. Her sabah kuru mama taşıdım yanımda, her öğlen yemek artıklarını toplayıp kendimce karınlarını doyurmaya çalıştım. Tabii sadece ben değil. Birkaç kişi daha vardı benim gibi. Bina yönetimi ses çıkarmasa da pek hoşnut değildi durumdan. Arada Bağcılar Belediyesi’nden birileri gelip hayvanlardan yakalayabildiklerini toplayıveriyordu. Kendini kurtaranlara bakmaya devam ediyorduk. İçlerinde sahiplenilenler de oluyordu. Mesela iki tanesi bende. Tombik ve Pascal.
Geçenlerde şimdi o binada çalışan bir arkadaşımın da bahçeden bir köpek sahiplendiğini öğrendim. Kendisinden nasıl karar verdiğini ve hayatında neler değiştini yazmasını istedim. Evini bir hayvanla paylaşmak isteyen ama çekinen herkese ilham vermesi için... İşte Radikal Gazetesi’nden İpek İzci’nin ‘Karamel’ macerası:
“Mesai bitiminde işten çıkamayacağınız kesinleşmişse yapacak tek şey vardır: Silkinmek için bi’ kahve içmek. Ben de o gün öyle yaptım. Her zamanki gibi
Kedinizin kendisini okşatırken aslında sizi sahiplendiğini biliyor musunuz?
Bir kediyle yaşıyorsanız onun nasıl sevilmek istediğini bilirsiniz. Çünkü size öğretir. Gelip kafasıyla toslar, döner poposunu dayar. Bazen, size bakarak duvar ya da koltuk köşelerine sapık gibi, defalarca yanaklarını sürter. Bizler de, amaçları onları memnun etmek olan basit yaratıklar olarak kedilerimizin isteklerine uyarız.
İnternetteki bir veteriner sitesinde kedilerin ‘hassas’ bölgeleriyle ilgili bir yazıya rastladım. Öğrendiklerimi paylaşmak isterim.
Kediler her ne kadar özgür ruhlu, hatta umursamaz görünseler de sahiplenmekten hoşlanıyorlar. Etraflarındaki her şey (siz dahil), tanıdık olsun, onların olsun istiyorlar. Böylece mutlu ve güvende hissediyorlar. Bunu da koku bırakarak yapıyorlar. Sevilmekten en çok hoşlandıkları dört bölge, koku bezlerinin bulunduğu yerler.
Gıdı: Çenenin alt kısmı, özellikle de alt çene kemiğinin kafatasıyla birleştiği noktalar çok önemli. Zaten okşarken başlayan motor sesinden, kedinizin ne kadar zevk aldığını anlayabilirsiniz.
Kulak arkaları: Buralar koku bırakmak, dolayısıyla okşanmak için mükemmel bölgeler. Ayrıca kediniz başını öne eğerek hafifçe
Onlar kardeş. Başka evlerde, başka kedilerle büyüdüler. İki yıl sonra karşılaştılar. Tiplerinin benzediğini biliyordum ama aynı acayiplikleri yapmaları, inanılmaz
2011 kışı sert geçmişti hatırlarsanız. Şubat ayında bahçede hamile bir kedi peydah oldu. Şahane bir tekir. Karnı şiş. Belli ki doğuma az kalmış. Önce birkaç akşam, diğerlerini beslerken gördüm. Sonra apartman kapısında beklemeye başladı. Derken içeri kim girse peşinden apartmana girmeye başladı. Dışarısı buz gibi. Hem ısınmak istiyor hem de doğuracak yer arıyor. (Ben ne kadar içim acısa da apartmana girmelerine izin vermem. Çünkü illa ki şikayet olur, insanlar itip kakar, tekmeler vs. Olan hayvana olur)
Her neyse... Baktık olacak gibi değil, zaten o havada doğan yavrunun yaşama ihtimali yok. Hayvanı yakaladığımız gibi Pıtış’a (evdekilerin doktoru) götürdük. Tekir kız, 9 Mart 2011’de dört yavru doğurdu. İkisi gri, ikisi kendi gibi tekir. İkisi erkek, ikisi dişi. Ailecek iki ay orada kaldılar. Tekir yavrulardan biri sahip buldu. Grileri bir aile dostumuz aldı. Anneyi kısırlaştırıp sokağa bıraktık. Simba bize kaldı.
Simba şimdi kocaman, ama gerçekten kocaman bir kedi. Ancak tuhaf huyları var. Cüssesine göre
Reklamlarda gördükleriniz yalan. İnekler bize sütlerini mutlulukla vermiyor. Biz onları yavrularından ayırıp sütlerini çalıyoruz
Önceki gün Amerikalı veteriner Holly Cheever’ın yıllar önce şahit olduğu olayla ilgili yazdıklarını okudum. Kendisi şimdi zor durumdaki hayvanlara yardım eden bir kuruluşun başında.
Cheever, Harvard ve Cornell Üniversitelerinden mezun olduktan sonra bir kasabada çalışmaya başlıyor. Bir çiftlik sahibi arıyor ve ineğinde sorun olduğunu söylüyor. Hayvan beşinci doğumunu yapmış. Ama gerektiği kadar süt vermiyor.
(Burada bir parantez açmak istiyorum: Süt inekleri öyle reklamlarda, karikatürlerde gördüğümüz gibi mutlu ve refah içinde bir hayat yaşamıyor. İstekleri dışında, suni olarak dölleniyorlar. Ki bu insana yapılınca adına tecavüz deniyor. Spermler vajinalarına demir boruyla ya da elle bırakılıyor. Hayvan doğurduktan 24 saat, en fazla 1 hafta sonra yavrusu yanından alınıyor. Bu anne ve yavrusu için her canlıda aynı travmayı yaratıyor. Yavru erkek, et olmak üzere besleniyor. Dişiyse zaten annesi gibi süt ineği oluyor. Sağma işlemi hayvana acı veren ayrı bir prosedür. Pompalar hayvanın iliğini kurutana kadar memelerinde. Sütü bitince süreç
Hayvanları esaret altında, abuk subuk hareketler yaparken görmek çocuklar için iyi değil. Psikolog Duygu Öztürk, “Çocuğun hayvana bakışı, insana bakışını da etkiler” diyor
Çoğumuz artık sirklerdeki hayvanların işkenceyle eğitildiğini biliyoruz. Psikolog Duygu Öztürk, sirk, yunus parkı gibi hayvanların esaret altında tutulduğu, kötü muamele gördüğü yerlerin çocukların ruhsal gelişimini olumsuz etkilediğini, empati yoksunluğuna yol açtığını savunuyor. Halbuki bireysel ya da toplumsa sorunların en büyük sebebi, empati yoksunluğu değil mi? İşte Öztürk’ün görüşleri:
Sirkler neden çocuklar için zararlı olabilir?
Çocuklar başkalarının davranışlarını taklit ederek veya onlarla özdeşleşerek dış dünya hakkında bilgi sahibi olur. Sirkler, insanın başka bir canlı üzerindeki tahakkümünün ve sömürüsünün en zalimce uygulandığı ortamlardan biri. Gösterileri izleyen çocuk, buradaki davranışları taklit edebilir, kendine model alabilir.
Pet beslenmesinde son trend çiğ gıda. Yani BARF. Doğadaki hiçbir hayvanın pişmiş yemek yemek üzerine evrilmediğini düşünürsek mantıklı olabilir
Biliyorsunuz, evde birlikte yaşadığımız kedi ve köpekler etobur. Köpekler gene bir derece daha evcil ama kediler hala içlerindeki avlanma içgüdüsünü koruyor. Yani aslında onlar biz, biz onlar kadar olsak, her öğün birimizi mideye indirebilecek kapasitedeler. Ve çiğ beslenme doğalarına en uygun olanı.
Ancak bu konuda tartışmalar sürüyor. Çiğ etin parazit yaptığı söyleniyor, “Köpek vahşi olur” deniyor vs... Tabii hazır mama üreticilerinin manipülasyonunu, tıpkı çocuklarda gibi hayvanlarda da dönem dönem beslenme trendleri yaratıldığını unutmamak gerekir. (Mesela ben bebekken annem mamama her gün bir beyin katarmış, şimdi duyuyorum su bile yasak neredeyse. Neymiş aptamil maptamil. Yıllar içinde doğruyu bulduklarına da inanmıyorum. Tamamen trende ve maddi kaygılara göre değişiyor bence.)
Her neyse... Tabii bir kaba leblebi benzeri taneler döküp hayvanınızı doyurabilmek kolay vazgeçilecek bir lüks değil. Ama kuru ya da ıslak tüm hazır mamalarda çok fazla katkı maddesi bulunduğu bir gerçek.
Kedi-köpek beslenmesinde son trend BARF.