Bu hafta ailemizin en yaşlı üyesi Biber’in hikayesini anlatacağım. Daha doğrusu anneme anlattıracağım. Çünkü onun kedisi, hatta en kıymetlisi...
“1995 yılının Nisan ayında evde tek kedi vardı, Esmer. Üst kat komşumuza her akşam küçük bir kedi gelirdi aynı saatte. Sekizinci kata çıkar, yemeğini yer, sokağa dönerdi. Bir akşam apartmanın altındaki markette, ikinci katta oturan cadıya rastladım. Paspasına tuvaletini yaptığı için kediyi zehirleyeceğini söyledi. Ben “Yazıktır, yapılır mı? Dışarı çıkamamıştır” diye kediyi savunmaya çalıştım ama cadı kararlı görünüyordu.
Aklım kedide kaldı. O gece, gazete parası bırakmak üzere sokak kapısını açmadan önce kendi kendime “Eğer o kedi bu kapıdan girerse onu alırım” dedim ve evet: Merdivenlerden koşarak indi, içeri girdi. Hayretler içindeydim. Beni mi duymuştu?
Biber’in gelişi böyle oldu. Kapıdan girdiği andan itibaren de sanki hep burada yaşamış gibi evi sahiplendi. Bir süre sonra şişmanladı. Ben kilo aldı diye sevindim. Meğer gebeymiş. Veteriner, “Çok küçük olduğu için doğurması tehlikeli” dedi. Kısırlaştırdık
Hep kaprisli, istediğini yaptıran, çok akıllı bir kediydi. Dolaplara tırmanır, kapakları açar, o yetmezmiş gibi
Taksim Meydanı’nda polis gaz maskelerini taktı. İnsanlar biliyor, biber gazı atışı başlamak üzere. Ama onun haberi yok...
Yine bir cumartesi gecesi. Polis görevinin başında. Taksim Meydanı, ellerinde karanfillerle, ölen ve yaralanan arkadaşlarına saygılarını sunmak için gelenlerden arındırıldı. Ama iş bitmedi. Sokakta insan kalmasın isteniyor sanırım.
Evdeyim. Ne yazsam diye düşünürken ekranda onu görüyorum. Tazyikli sudan kaçan insanlara bakıyor. Polis gaz maskelerini taktı. İnsanlar biliyor, biber gazı atışı başlamak üzere. Ama onun haberi yok. Birazdan gözleri yaşaracak, ciğerleri yanacak... Bir sokak köpeği. Siyah-beyaz...
Doğuçtan direnişçi aslında. Kötü muameleye, itilip kakılmaya, açlığa, susuzluğa direniyor... İçgüdüsü bu. Yaşamak için direnmeli. Bu geceyi atlatırsa da direnmeye devam edecek.
UYUŞTURUCU YERiNE KÖPEK
Washington Üniversitesi tarafından yapılan yeni bir araştırma köpeklerin insanın beyin kimyasını ve fonksiyonlarını düzelt tiğini kanıtladı. Bir madde bağımlılığı kliniğinde gerçekleştirilen çalışmada, köpekle etkileşim kuran gençlerin ruh halinde belirgin bir düzelme olduğu gözlendi. Araştırmayı yürüten Lindsay Ellsworth, köpekle iletişimin ya
Bu yazıyı yazdığım saatlerde polis ‘Gezi Parkı’ adına tüm İstanbul’a müdahale ediyordu. Araçlarında ‘Halk için emniyet, adalet için hizmet’ yazan polisleri izliyorum bir yandan. Her yer biber gazı, asitli su... “Bu durumda hâlâ hayvanları mı düşünüyor?” derseniz, evet. Daha doğrusu insan denen hayvanı düşünüyorum
Diğer canlılarla insan arasındaki farkın zeka olduğu söylenir. Bense insanı ayıranın ahlak olduğuna inanırım. Her canlı, kendi yaşam döngüsü içinde hayatta kalmasını sağlayacak zekaya sahiptir. Yemek bulmak, korunmak ve asıl amacı türünü devam ettirmek için yöntemler geliştirir, şartlara uyum sağlamayı öğrenir.
İyiyle kötüyü ayırabilme yetisi, vicdan, erdem ve sorumluluksa insana hastır. Bence insan olmanın gereğini ahlaklı olmaktır.
Ama ne yazık ki zekaya daha çok önem veriliyor. Zekanın ölçüsüyse doğaya, diğer canlılara, hatta diğer insanlara ne kadar hükmettiğimizle orantılı. Hükmetmenin yolu da karşı tarafın zayıf noktasını bulmaktan geçiyor.
Hükmetmek...
Biber gazı günlük hayatımızın bir parçası oldu. Bizler, bir nebze kendimizi koruyabiliyoruz. Ama sokakta yaşayan hayvanların böyle bir şansı yok. O yüzden hepimizin bilmesinde yarar var diye düşündüm. Ve bu haftalık lafı fazla uzatmayayım dedim:
Eğer biber gazından etkilenmiş bir hayvana rastlarsanız yapmanız gerekenler şöyle: Önce gözler suyla yıkanacak. Yüzde 50 sulandırılmış sıvı talcid içirilebilir. Akciğer ödemini gidermek için dextonetozon veya anhistaminik enjeksiyonla yapılabilir ya da yine antihistaminik tablet, şurup da olur.
Vicdanlı, toleranslı, şiddetsiz bir hafta diliyorum.
Erkeğin en iyi dostu artık köpek değil. Kedi besleyen erkek sayısı giderek artıyor
‘Kedili kadın’ diye bir ‘şey’ var değil mi? Kafada bir resim beliriyor hemen. Peki ya kedili erkek? Daha doğrusu kedili bekar erkek? Artık böyle bir ‘şey’ de var. Ve sayıları giderek artıyor. (Çok şükür!)
Birkaç hafta önce Hürriyet’ten Sabanur Kıraç’ın kedili kadınlar üzerine yazısını okuyunca (ve de mutlu olunca, çünkü genel geçer klişeden uzak bir tablo çizmişti) aklıma geldi bu konu. Ben de tanıdığım kedili erkeklere sordum, okudum, araştırdım.
Bir kere çoğu bekar erkek artık köpek yerine kedi tercih ediyor. Çünkü 1- Kediler şehir hayatına daha uygun. (Kendi kendine kalabiliyor, sokağa çıkarmak gerekmiyor vs.Yani iş çıkarmıyor.) 2 - Erkekler artık yakınlık kurma ihtiyacı duyduklarını kabul etmiş durumda. (Ki bu evrimleştiklerinin kanıtı olarak görülüyor.)
“Erkeğin en iyi dostu köpektir” klişesinin yerini “Gerçek erkek kedi besler” almış. Petplace.com adlı internet sitesinin yaptığı ‘Erkek adam kedi sever mi?’ anketine katılanların yüzde 84’ü “Evet” demiş. Hatta yalnızca ‘iktidarına’ güvenen erkeklerin kedi beslemeye cüret edebileceğine inananların sayısı hayli fazla. Örnekleri de
Bir canlıyı kurtarmak bazen bambaşka mucizelere sebep oluyor. Xena’yla Jonny’nin hikayesinde olduğu gibi...
Xena, geçen eylülde 4 aylıkken otoban kenarında bir polis memuru tarafından ölmek üzere bulunuyor. Memur onu Amerika, Georgia’daki hayvan kurtarma organizasyonuna teslim ediyor. Bir ay sonra organizasyonun bağış toplama etkinliğinde kuyruğunu sallayarak oradan oraya koştururken görülünce, mucizevi kurtuluş hikayesiyle Facebook’ta bir
fenomene dönüşüyor. Sayesinde 30 bin dolarlık bağış toplanıyor.
O etkinlikte bir mucize daha gerçekleşiyor. Xena onca insanın arasında, doğrudan 8 yaşındaki Jonny’yle babasının yanına koşup kendini tanıştırıyor.
Jonny otizmli. Bu yüzden çekingen, başkalarıyla iletişim kurmakta biraz isteksiz. Ama Xena’yla birbirlerini görür görmez aşık oluyorlar. Aile onu sahiplenmeye karar veriyor.
Xena mart ayında tamamen iyileştikten sonra yeni evine geliyor. Evde iki köpek daha var. Bu arada kendisi bir Pittbul /Staffordshire terrier kırması. Yani ‘tehlikeli’ denen iki ırkın karışımı. Hem aile fertleriyle hem de diğer köpeklerle hemen kaynaşıyor. Ama Jonny’yle ilişkileri bambaşka. Jonny’nin annesi, Xena eve geldikten sonra
Bu, Hollanda’daki Hayvanları Koruma Partisi’ni anlatan belgeselin adı. Geçen hafta Türkiye Hayvan Partisi sayesinde izledim. Kuruluşundan bugüne neler yaptıkları neler başardıklarını gösteriyor. Etkilenmemek mümkün değil
Parti (Partij voor de Dieren), Marienne Thieme tarafından 10 yıl önce kurulmuş. Partinin başkanı da kendisi zaten. Dünyada bir ilk. (Şimdi biz de dahil 10 ülkede hayvan partisi var) 2006’dan beri meclisteler. İki sandalyeleri ve tek bir amaçları var: Hayvan refahı. Kendi çıkarları için bir şey istedikleri yok. Belki de bu yüzden avantalara, politik oyunlara, sağ gösterip sol vurmalara ihtiyaç duymuyorlar. Netler. Düsturları, Gandhi’nin ünlü sözü “Bir ülkenin gelişmişlik ve uygarlık düzeyi o ülkenin hayvanlara davranış biçimiyle ölçülür.” Yani hayvan haklarını koruyup geliştirerek, hayvan istismarını önleyerek eko-sistemde daha sürdürülebilir bir etkileşim ve sonucunda daha mutlu bir toplum yaratmayı hedefliyorlar. Parti tüzüğünde, çiftlik hayvanı üretimi, balıkçılık, hayvanların deneylerde kullanılması ve biyoteknoloji, insanlara eşlik eden hayvanlar, sirk ve gösteri hayvanları, vahşi hayvanlar, nesli tükenmekte olan hayvanlarla ilgili yapılması gereken
Bir köpekle büyüdüm. Ama aklım hep kedilerdeydi. Üniversitedeki ilk senemden itibaren de kedilerle yaşamaya başladım. Onları tanıdıkça aklım daha çok onlarda kaldı
Aynı evi paylaşınca karşılıklı olarak çok şey öğreniyorsunuz. Kediler köpekler gibi değil. ‘Otur”u “Kalk”ı, “Terliğimi getir”i öğrenmiyorlar asla. Ama yastığa başlarını koyarak uyuyorlar mesela. Yorganın altında yatıyorlar. Arka ayaklarının üzerine kalkıp ön patileriyle kapı açıyorlar. Bardaktan su içmek istiyorlar. Hatta ilk kedim çalınca telefonu açardı. Göre göre, beceriyorlar birçok şeyi. Bu aralar “Ben onlardan ne öğrendim?” diye düşünüyorum. Ne yazık ki henüz kulaklarımı oynatamıyorum, ayağımla ensemi kaşımayı da beceremedim ama alt alta sıralayınca fena bir liste çıkmadı.
Sanırım ilk önce sessiz kalmayı öğrettiler. Durmayı, daha doğrusu durabilmeyi, sonra harekete geçmeyi. Sabırlı olmayı.
Birini tanımak için izlemek, incelemek gerektiğini, kendine ait bir bakış açısı geliştirmenin önemini.
Karşınıza geçip saatlerce sizi izlerler, sanki ruhunuzu okur gibi. Belki de o yüzden yanınızda değilken bile ne yaptığınızı bilirler. Arka odada beş dakikalığına uzanmayı deneyin mesela ya da mutfakta gizlice ayak