Yıl 2002’ydi. Nisan ayı. Sokakta yeni bir kedi türedi. Annem keşfetti ilk, mutfak penceresinden. Simitçinin yanında takılıyormuş. “Herkese sürünüyor, sevilmek istiyor” dedi. Birkaç gün sonra ben karşılaştım sokaktakilere yemek verirken. Uzun tüylü bir tekirdi. Burnu, yakası ve patileri beyaz. Sanki koyu renk ceketin içine fırfırlı gömlek giymiş gibi görünüyordu.
İlk görüşte aşktı. (Öyle olur bazen. Bir gün biriyle ki bu kedi ya da köpek de olabilir, göz göze gelirsiniz, içinize bir sıcaklık yayılır. Tabii bu kedi köpek olunca kolaydır, alır götürürsünüz eve. İnsan olunca zordur.) Eve dönünce anlattım anneme, “Böyle böyle bir kedi var” diye. Annem “Hah işte” dedi, “Simitçinin yanındaki”. Ertesi gün camdan bir baktım, caddenin ortasına boylu boyunca yatmış güneşleniyor. Hemen indim aşağı, aldım kucağıma. Boynuma sarılıverdi. Sanki hep kucakta gezermiş gibi. Artık bırakmak olmazdı tabii. Eve geldik. Adı Cicoz oldu. İyi huylu bir kediydi Cicoz. Çok uyuyor, çok yiyordu. Hiç doymuyordu hatta. Biraz ezik gibiydi, diğerlerinden dayak yerdi. Ama o sayede daha çok korunuyor, daha çok kucağa alınıyor, sofradan arsızlık yapmasına izin veriliyordu.
Apolet kedi
Veteriner en az 2
İnternette Prof. Dr. Tamer Dodurka’nın 2 Aralık 2007 tarihli, çok bilgilendirici bir yazısına rastladım. Dodurka, Osmanlı döneminde sokak hayvanlarının ne kadar önemli olduğuna dair örnekler vermiş: “Hayvan ve ağaçlar yararına oluşturulan vakıflar, kediler için yapılmış binalar, hayvanların beslenmesi için tahsis edilmiş uşaklar, bırakılan miraslar, zengin Osmanlıların kedileri her gün kebaplarla beslemeleri, kasap ve lokantaların önünde sıraya girmiş hayvanlar, sonbaharda geri dönemeyen ve bakıma ihtiyaç duyan leylekler için bakım merkezleri, dünyada örneğine rastlanmayan Bursa’daki leylek, Dolmabahçe’deki kuş ve Üsküdar’daki kedi hastaneleri, cami ve mezarlıklardaki suluklar, kuş evleri, sokakta doğurmuş bir hayvan gördüklerinde hemen oracığa bir kulübe yaptırmak için yarışan insanlar, yük hayvanlarına merhametsiz uygulamalara karşı çıkartılan fetvalar, bu hayvanlara aşırı yükten dolayı ıstırap çektiren insanlara aynı yükü taşıtarak ceza verilmesi vb.”
Peki ne oldu da bugünlere geldik?
Prof. Dr. Dodurka bunun nedeninin batılılaşma olduğunu belirtiyor. Çünkü o dönemde Batı kültüründe hayvanın yeri yok. Yegane üstün varlık insan.
Nitekim biz de ‘uygarlaştıkça’ (I. Ahmet
Kediler tuhaf hayvanlar. Birlikte yaşadığınız her gün haklarında yeni bir şey keşfediyorsunuz. Özellikle de yiyecek tercihi konusunda. Rahmetli kedim Çavdar beyaz peynire düşkündü mesela. Ama yalnızca belli bir şarküteriden alınan beyazpeyniri yer, marketlerde kutuda satılan markalarınkini ağzına sürmezdi. Bir de nane ve okaliptüslü şeylere meraklıydı. O kadar ki dişlerimi fırçalarken onun ağzına da bir parça macun sürerdim. Yıllar içinde patlamış mısır, cips yiyen, haşlanmış kabak için çıldıran, sadece fıstıklı çikolata tercih eden, bal yalayan, elma, fındık seven kedilerim oldu. En son geçenlerde biri tabağımdam soya soslu mantar çaldı.
Özel mi arsız mı?
Tabii ‘sahip’ olarak, (yani kim kime sahip tartışılır ama) bu acayiplikler insanı eğlendiriyor. Biraz arsızlık yapıp farklı davranınca “Ne özel bir kedim var” diyorsunuz. Ama bir de uzmana sormak gerekiyor.
Bu abur cuburlar minik kaplanınıza ne kadar faydalı diye... Pıtış Evcil Hayvan Kliniği’nden Veteriner Hekim Cem Pakkan “Kediniz ne yerse ne olur?” sorusunu yanıtladı.
Cumartesi günkü Kelebek’te Sinem Vural’ın ‘Kedi’ grubu üyeleriyle bir röportajı vardı. Sorulardan biri şöyleydi: “Grubun adının Kedi olmasına nasıl razı oldunuz? Kedi birçok kişide yalnız ve yaşlı kadınları çağrıştırdı.”
Sanırım bu genel bir kanı.Yani sadece yalnız ve yaşı geçmiş kadınların kedi beslemesi. Ya da kedi seven kadınların yaşlanınca 100 kediyle birlikte yaşayacakları ve öldüklerinde kedileri tarafından yenecekleri fikri (ki çoğu kedisever “Olsun, kedilerim bir gün daha doysun” diye düşünecektir).
Oysa Kedi grubunun üyesi Ceren çok genç ve güzel. Evde iki, sokakta 20 kedisinin olduğunu söylüyor. Ayrıca evindeki kedisini karısından, sevgilisinden üstün tutan (ki bu bir hayvansever için gayet anlaşılabilir bir şey), sokak sokak dolaşıp kedi-köpek besleyen erkeklerin sayısı da az değil. Hatta bir araştırma erkeklerin kedilerine, kadınlardan daha sadık olduğunu gösteriyor. Kedisi için sevgilisinden vazgeçeceğini söyleyen erkeklerin sayısı kadınlarınkinden fazla.
İnternette erkeklerin kediyle ilişkisi hakkında neler var diye bakınırken harika bir haber çıktı karşıma.
Los Angeles’taki Found Animals adlı vakıf, barınaklarlardan hayvan sahiplenmeyi
Bu sıralar favorim Cesar Millan, namı-ı diğer ‘Köpeklere Fısıldayan Adam’. National Geographic kanalında her salı 21.00-23.00 arası programı var. Muhteşem bir adam. Davranış problemleri olan köpekleri yola getiriyor gibi görünse de asıl yaptığı sahipleri eğitmek. Çünkü o sağlıklı bir ruh haline sahip ve kendine güvenen bir insanla yaşayan köpeğin de sağlıklı ve itaatkar olacağını savunuyor. İnternetteki sayfasında da önerilerini ve görüşlerini paylaşıyor, sorularınızı yanıtlıyor.
Malum yeni yıl geliyor, hediye zamanı. Sevimli köpek yavruları da popüler hediye seçenekleri arasında. Cesar, bu konuyu bir daha düşünmenizi tavsiye ediyor:
“Köpek ve insan arasındaki bağ olağanüstüdür. Sevdiğiniz birinin bu duyguyu yaşadığını görmek sizi de mutlu eder. Ancak olaya bir de diğer açıdan bakın. Partilerin, çılgın kutlamaların,coşkulu, neredeyse manik bir atmosferin yaşandığı bir ortamda bu dostluğun temelleri ne kadar sağlam atılabilir?
Köpekler düzene ve liderliğe ihtiyaç duyar. Bir köpekle ilk tanışmanın sakin ve güven dolu bir ortamda gerçekleşmesi gereklidir ki hayvan yeni aile içindeki hiyerarşiye uyum sağlayabilsin. Yeni yıl arifesiyse bunu sağlamaya pek de uygun değildir.
A
Bu köpekler birileri onları beslemeyi akıl etmese açlıktan ölecek. Belki amaç o. Gönüllüler ellerinden geldiği kadar onları doyurmaya çalışıyor. Ama genelde sayıları bir elin parmağını geçmediğinden yetişemiyorlar
Siz hiç bu kadar çok köpeği bir arada gördünüz mü? Hayır değil mi? Burası Beykoz Ormanı. Bu fotoğraf da onları beslemeye giden gönüllüler tarafından çekilmiş. Orada, Bolluca Ormanı’nda, Şile’de, Marmara Ereğlisi çöplüğünde ve daha birçok gözden uzak bölgede, kaderine terk edilmiş, onlarca hatta yüzlerce köpek var. Çoğu belediyelerce toplanıp oralara bırakılıyor. Şehri temizleme adına. O hayvanlar, buz gibi soğuklarda, cayır cayır sıcaklarda yaşamaya çalışıyor. Yiyecek yok, su yok. Eee köpek dediğin avlanıp karnını doyuran ya da otlayan bir hayvan da değil. Birileri onları beslemeyi akıl etmese açlıktan ölecekler. Zaten belki de amaç o.
Gönüllüler ellerinden geldiği kadar, onları doyurmaya çalışıyor. Ama genelde sayıları bir elin parmağını geçmediğinden yetişemiyorlar. Açlık, hastalık kol geziyor.
Ama her besleme gününde o tanıdıkları araba yanlarına geldiğinde kuyruklarını sallaya sallaya koşup önlerine bırakılacak birkaç lokma yemek, başlarını okşayacak bir el
İlk kedimi üniversitede kendi başıma eve çıktığımda almıştım. Simsiyahtı, adı Esmer’di. Kedileri elbet tanıyordum ama ilk kez aynı evde yaşayacağım için bir de ‘kedi bakımı’ kılavuzu satın aldım. Kitabın ilk sayfasında şu yazıyordu “Bir kediyi eğitemezsiniz. Ama o sizi eğitecektir.”
Zamanla bunun ne kadar doğru olduğunu anladım ve tabii kedilerin ne kadar zeki olduklarını da. Çok kedi tanıdım. Ama hâlâ, istediklerini yaptırmak için ne taktikler geliştirdiklerini, seslerini nasıl kullandıklarını görmek hayrete düşürüyor.
Görevimiz hizmet etmek
Biber mesela... Kışın kalorifer yandığında, üzerine yatmayı sever. Ama mutlaka altında bir minder ya da örtü ister. Eğer yoksa, evin neresindeyseniz size seslenir, sizi yatmak istediği kalorifere götürür ve üzerine örtü koymanızı söyler. O kadar çok konuşur ki yapmak zorunda kalırsınız. Ayrıca musluktan su içmek ister. Sizi çağırır ve musluğu açtırır.
Sonra Efe... Oyuncak fareleri var. Gece yatmadan önce, gürültü olmasın diye onları toplayıp, salondaki büfenin çekmecesine koyuyorum. Ben eve gelince Efe’nin ilk işi büfeye çıkıp bağırmak oluyor: “Çekmeceyi aç, faremi ver, çekmeceyi aç, faremi ver...”
Boncuk’sa ön patilerini süper
Bundan yıllar önce babamı arayıp evleneceğimi söylediğimde, müstakbel damadıyla ilgili ilk sorusu “Hayvan seviyor mu?” olmuştu. Bizde hayvan sevmek bir kişilik göstergesi, insanlık ölçeği oldu hep.
Elbette ben de her hayvanseverin iyi insan olmadığını biliyorum (Adolf Hitler’in Blondi isimli bir Alman çoban köpeği vardı mesela, çok sevdiği. Saddam Hüseyin’in de öyle. Hatta onun adı da Blondi’ymiş.) Ama hayvan sevmeyen birinin iyi olabileceğine hiç inanmadım. Çünkü günlük hayatta önemsemediğimiz bu detay aslında büyük bir tehlikeye referans ediyor; kendinden başka bir canlıyı önemsememeye, onu görmezden gelebilmeye.
O yüzden yemek yerken ayağının dibinde miyavlayan kediye ya da buz gibi havada yağan karın altındaki büzüşmüş köpeğe bakıp da hiçbir şefkat duygusu göstermeyen insanlara temkinli yaklaşırım. Çünkü o duyarsızlık elbet bir gün bir insana da yönelir.
KABUS GİBİ BİR HAFTA