Eğer oturduğunuz yerin yeşillikli bir bahçesi varsa dikkatli bakın. Mutlaka kedilere koyduğunuz mamaların dikenli ortakları çıkacaktır
Her akşam apartmanın bahçesindeki kedilere mama indiriyorum. Sanırım 20 yıldır. 1-2 haftalık tatiller haricinde hiç aksatmadım. Bahçe yeşillik, ağaçlar, sarmaşıklar falan var. İlk kez geçen ilkbaharda gördüm onları. Üçlü bir kirpi ailesiydiler. Bir anne, iki de yavru. Topak topak şeyler. Hareket etmeyip sessiz durunca gittiğimi sanıyor pıtır pıtır yürüyüp kedilere koyduğum kuru mamaları yiyorlardı. En ufak bir seste anneleri saklanıyor bebekler de peşinden otların arasında kayboluyordu.
Geçenlerde mamaları koydum dönerken bir hışırtı oldu bir baktım yavru bir kirpi. Kuru mamaları yiyor. Elimi uzattım. Kaçmadı bu sefer. Ne yapacağını bilemedi herhalde. Önce top oldu, sonra açtı kendini. Üstü dikenli ama yüzü yumuşacık.
Yıllar önce orta 1 yazı falandı sanırım. Okulda Almanca öğreniyoruz. Teyzemlerle tatile çıkmıştık. Marmaris taraflarında bir yerde öğle yemeği için gittiğimiz lokantada arka masada oturan Alman bir aileyle tanıştk. Hani vardır ya “Konuşsana kızım Almanca”, işte o muhabbet. Ailenin de bir oğlu var Robert. Neyse biz
Yunuslar, attığımız balığı havada yakalayınca seviniyoruz. Oysa onlar her şeyin farkında. Tutsak olduklarının, doymak için numara yapmaları gerektiğinin, bir daha evlerine dönemeyeceklerinin...
Yunuslar dünyadaki en zeki ikinci yaratık. (Birinci biziz çok şükür!) TÜBİTAK’ın sitesinde yazanlara göre “Aynı zamanda çok karmaşık neokortekse (beyinde problem çözme, farkındalık vb. zekâ belirtileriyle ilgili alan) sahipler. İnsanın mimiklerini anlayabiliyor, aynada kendini tanıyabiliyorlar.
Yine aynı yazıda geçen, Loyola Marymount Üniversitesi’nden filozof Thomas White’a göre yunuslar, felsefi tanıma göre, insan olmak için gereken özelliklerin çoğuna sahip. White, “Çevrelerinin farkında ve duygulara sahip olmalarının yanı sıra, kişilik sahibi olmaları, kendini kontrol etme davranışları sergilemeleri ve başkalarına da etik denebilecek şekilde davranmaları (ki bu özellik çoğumuzda yok) onlara insan demek için yeterli” diyor
Şimdi biz, en zekiler, normalde 100 kilometrekarelik bir alanda yaşayan bu memelilere ‘numara öğrenebilen balık’ muamelesi yapıp havuzlara tıkıyoruz. Sonra da onları eğittiğimizi sanarak, attığımız balığı havada yakalayınca seviniyoruz.
Oysa
Köpekle bebeğin aynı evde uyum içinde yaşaması için bir ön hazırlık şart. Uzmanların önerilerine kulak verelim
Araştırmalar, özellikle doğumundan itibaren evde evcil hayvanla büyüyen bebeklerin, bağışıklık sisteminin daha güçlü olduğunu gösteriyor. Yani onları sokağa atmak yersiz. Sadece biraz dikkat ve ön hazırlık gerekiyor
Son zamanlarda Facebook’ta, Twitter’da sıkça sahibi hamile kaldığı ya da doğum yaptığı için evden atılan kedi-köpek ilanlarına rastlıyorum. Ben de tanıdığım birkaç kadın doğum uzmanına ve hem hayvanlı hem bebekli arkadaşıma sordum:
1-Hamilelikte evde evcil hayvan beslemek caiz midir? 2-Evdeki hayvan bebeği yer mi?
Üç doktorun da ortak fikri şu: Kedilerden bulaşabilecek en önemli hastalık toksoplazma enfeksiyonu. Kedi dışkısından bulaşabildiği gibi iyi yıkanmamış sebze meyve ve iyi pişmemiş etten de geçebiliyor. Anne adayı kumu bizzat kendisi temizlemezse (mecbur kalırsa mutlaka eldiven kullanmalı), hayvanın aşıları düzenli olarak yapılıyorsa sorun yok. Köpekler için de parazit ve kuduz aşılarını yaptırmak yeterli.
Zararı değil yararı var
Araştırmalar, özellikle doğumundan itibaren evde evcil hayvanla büyüyen bebeklerin, bağışıklık sisteminin daha güçlü olduğunu gösteriyor. Ayrıca eğer genetik bir alerjik problem yoksa, yine kedi ya da köpekle büyüyen
Pamela Anderson, PETA’nın kürk karşıtı kampanyaları için ilk soyunan ünlülerden. Yakın zaman önce Türkiye’deydi biliyorsunuz. Burada bir cips reklamında rol aldı, Orçun’u öptü vs. vs. Ama anlaşılan bu kadarla kalmamış... Çünkü ülkesine dönünce Facebook’taki sayfasından Türkiye’deki hayvanseverlere açık bir mektup yazarak onları sahipsiz hayvanlara karşı duyarlı olmaya davet etti. Sokaktaki kedi köpeğin sürekli üreyip telef olmaların engellemek için acil olarak ciddi bir kısırlaştırma kampanyasının yürütülmesi gerektiğini belirten Anderson, “Hayvan sayısı onlara sevgi dolu bir ev verecek hayvansever sayısının çok üzerinde. Basit bir cerrahi operasyonla, ne kadar acıyı önleyebileceğinizi bir düşünün!” diye yazdı. Ve PETA’dan bir teşekkür daha aldı.
Bu arada Kanada’da fok katliamı bir kez daha başladı. Vahşete dur demek için, http://www.thepetitionsite.com/takeaction/636/017/315/ adresinden destek verebilirsiniz.
NURTOPU GiBi SIPA
Daha önce Bursa Osmangazi’deki Sahipsiz Hayvanlar Doğal Yaşam ve Tedavi Merkezi’nden bahsetmiştim. 114 dönüm ormanlık alan üzerinde kurulmuş ve hayvanların gerçekten bakıldığı bir yer. Avrupa’nın en modern tesisi. İşte buradan bir bebek
Hayırsızada katliamını anlattığı kısa filmiyle Altın Palmiye kazanan Avedikian, bu kez İstanbul köpeklerinin bugününü sorguluyor
Yönetmen Serge Avedikian’ın ismini duymuşsunuzdur. 2010’da, Cannes Film Festivali’nde 1910 yılında Hayırsızada’ya sürülerek ölüme terk edilen onbinlerce köpeğin dramını anlattığı ‘Hayırsızada’ adlı kısa filmiyle Altın Palmiye kazanmıştı.
Avedikian, ‘Hayırsızada’nın senaryosunu tamamladığı dönemde Fransız yazar Catherine Pinguet’ın 2009’da yayınladığı ‘İstanbul Köpekleri’ adlı kitabını keşfetmiş. Pinguet’in kitabının (Saadet Özen’in çevirisiyle, Yapı Kredi Yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırıldı) Hayırsızada’yı ve istanbul’un köpeklerinin hikayesini ayrıntılı bir şekilde işlediğini görünce kendisiyle tanışmış. İkili Avedikian’ın bir sonraki belgeseli için birlikte çalışmaya karar vermiş.
Tesadüfle gelen kitap
Pinguet 12 yıl İstanbul’da yaşamış. Üniversitede ders vermek üzere kente gelen Pinguet, bir gün Taksim’de bir kafede otururken, köpekleriyle sokak sokak dolaşan Osman Amca’yı görmüş. Taksim çevresinde yaşayan herkes Osman Amca’yı bilir. Kendisi hâlâ, yaz-kış, her gün köpekleriyle sokak sokak dolaşır, kilim satar, hayvanlara yemek
‘Hayvan Partisi’, cumartesi günü ilk toplantısını yaptı. Türkiye’de hayvan hakları alanında sonsuz emeği olan İsmet Sungurbey anısına düzenledikleri ‘Köpek Konferansı’na ben de gittim ve bakın ne duygularla ayrıldım oradan
‘Hayvan Partisi’ kuruldu, biliyorsunuz. Geçen hafta, Milliyet Pazar ekinde Güliz Arslan’ın haberiyle tanıştık kurucularıyla. Kendi anlatımlarıyla amaçları ‘insan merkezli işleyen dünyada unuttuğumuz, görmezden geldiğimiz, zarar verdiğimiz diğer canlıları gündeme taşımak’. Yani “Hayvanları sevin ya da sevmeyin, yaşam haklarına saygı duymak durumundasınız” diyorlar. Çok isabetli bir hedef.
Cumartesi günü ilk toplantılarını yaptılar. Türkiye’de hayvan hakları alanında sonsuz emeği olan İsmet Sungurbey anısına düzenledikleri ‘Köpek Konferansı’na ben de gittim.
Dakka 1 Gol 1
Herkes yerini almış konferansın başlamasını beklerken, içeriye bir adam girdi. Ön tarafa gelerek dinleyicilere döndü ve “Ben bir hayvanseverim, buraya iki köpek arkadaşımla geldim. Bu konferansını onlarla izlemek istiyorum ama izin vermiyorlar” diye bağırmaya başladı. (Ya da yüksek perdeden konuştu diyeyim) Parti üyeleri birdenbire “Korsan konuşma yapmayın, burası insanlar için,
“Kimin umrunda, farelerle sıçanların aslında sevgi dolu hayvanlar olduğu? Aralarında sıkı dostluklar kurdukları? Zeki ve yaratıcı oldukları? Mutlu olduklarında kıkırdadıkları?
Kimin umrunda, farelerle sıçanların, tıpkı kediler ve köpekler gibi, çok iyi anneler oldukları, yavruları için kendilerini feda etmekten çekinmedikleri?
Deneylerde kullanılmak üzere daracık kafeslere tıkıldıklarında yalnızlık çekiyorlar, korkuyorlar, depresyona giriyorlar. Tıpkı insanlar ve diğer bütün hayvanlar gibi farelerle sıçanlar da acıyı hissediyor.
Tüm dünyada, hayvan deneylerinin yüzde 90’ı fareler üzerinde yapılıyor. Bu da milyonlarcasının kesilip, deşilerek, acı verici operasyonlara maruz kaldıkları anlamına geliyor. Ve tabii ki uyuşturulmadan. Genellikle iyileştirilmeleri için çaba harcanmıyor, pislik içindeki kafeslerde ölüme terkediliyorlar. O kadar önemsiz kabul ediliyorlar ki hemen hiçbir ülkede onlar koruyan bir yasa yok. Onları öldürmek, işkence yapmak suç değil. Ama kimin umrunda?”
Bu metin PETA’nın bir spotundan. Her ne kadar “İyi bir amaç uğruna” diye kendimizi ikna etsek de, hayvan deneyleri, zalimliğin en gelişmiş hali. İnsanın sağlıklı kalmasının başka bir yolu