Önce yeni (eski) forması, sonra o formanın üstündeki yeni numarası. Tamam 9 Ümit'te kalmıştı. Ama Terim ona daha da havalısını almıştı. İşte Hagi'den sonraki Galatasaray'ın önce Felipe'li, sonra Revivo'lu o "On"u ve o "On"un Hakan'daki şimdilik sonu. Galatasaray 10'suz olamazdı da, On'suz da mı olamazdı demek istiyorlardı. İkinci kaptandı da. İlk kırk beşte birincisi de yoktu. Yani kaptandı da. Bence şanslıydı da. O bir Galatasaray bulamamıştı, ama Galatasaray da gibisini bile bulamamıştı. Evet, herşeye rağmen o Hakan Şükür'dü işte, ya da Hakan'a bile şükürdü işte. Elli küsurda Galatasaray'ın beraberlik golünü atıyor, 50 küsur bin (mesela) kişiye de önce "Hakan Şükür, sonra da oh çok şükür" dedirtiyordu.
Daha 10. dakika dolmamıştı bile. Galatasaray, Olimpik staddaki ilk golünü rüzgârlı, trajik şekilde yemişti bile. Atan belki Saffet'ti, ama hadi attıran olmasa da ittiren rüzgârdı işte. İlk kırk beşte dör çok net de pozisyonu vardı Diyarbakır'ın. Tamam Murat Hacıoğlu da rüzgâr gibiydi, dağıtıyordu Galatasaray'ın arkasını. Ama vallahi de, billahi de rüzgâr da sanki Murat gibiydi; oyuyordu Galatasaray'ın hem önünü, hem arkasını. Bir tutam Frank de Boer solu, o da işte geriden topla çıkarken filan, bir çay kaşığı da Prates sağı, o da işte o iki frikiği rüzgâra karşı atarken falan... Hepsi hepsi bu kadardı işte Galatasaray, ilk kırk beşte. Ali Sami Yen böyle az Galatasaraylı kırk beşleri bile alıyordu bazen tek başına. Olsaydı yine belki alırdı da.. Sonra değişti tabii Galatasaray. Önce Terim değiştirdi, o Hollandalı'nın yanında ilk topa basmaktan korkan, korkutan Rumenle, Korkmayan Bülent'in yerini değiştirdi, Rumen'i sağa, Galatasaray'ı ileriye kaydırdı. Ayhan, Berkant'ı zaten çıkartmıştı, Arif'i en ileriye. Prates'i ilk kırk beştekinden daha ileriye... Arif'le, Hakan'la, Hasan'la, Prates'le forveti dörtleyip, ortadan gelenlerle beşleyip, hatta altılayıp, bazen yedileyip... En arkalarında da o müthiş olimpik rüzgâr... Yetmiş küsurda da yine Hakan, yine Hakan. Lig maçıdır, önemli olan üç puandır derseniz, o üç puanı da aldılar işte. Ama iyi ki, sahada Hakan vardı. İyi ki cebimde de zippo'm vardı. Hakan'la başladık, zippo ile bitirelim. O yedi sekiz yaşlarındaki Napolili çocuk, babasının zipposunu hediye ederken "Seni seviyorum Turco" demişti. "Al bunu, sana uğur getirir belki". Zippo sevmem bile diyememiştim, kullanmam da, alıp hiç kullanmamıştım da. O çocuk ya on yedisinde şimdi, ya da on sekizinde. Galiba ilk defa kullandım ben de. Tam da yerinde kullandım hem de. Bağlayalım; ya bir daha zipposuz oraya gitmem abi diye bağlayalım. Ya da zipposuz sakın gelmeyin abi diye bağlayalım. Ya da hani Zippo - Galatasaray. Cuk oturur be, değil mi abi.
SPOR
ŞÜKÜR DUASI: 2-1
At yarışları
Avrupa Ligleri
İzlemeye devam edin
2. LİG puan durumu
NBA'de 4 transfer
Filede tutunamadık
Nanni'de ince taktik
Daum'un inadı tuttu
Korkulan olmadı
Kaçan balık büyük: 3-3
Bursa sessiz: 0-0
Başkent'te darbe: 2-3
Kapadokya ısınıyor!
Haydi Süreyya
Uzma'nın rakibi yok
Hamit'siz olmadı
Haber turu...
Hakan varsa...
Zippo'suz gitmem abi
İkisi de kazanamadı
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010