Bilgin Gökberk

Bilgin Gökberk

bilgingokberk@mail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Tahrik var. Özür hep aynı. Hani denir ya, özürü kabahatinden kocaman. İşte o özür, bu özür olmalı. Saraçoğlu’nda o var. İnönü’de o var. Ali Sami Yen’de de o özür var. İşte Ankara’da da var. Olay olan her yerde o iki kelime var, tahrik var. İşte son Galatasaraylı, Fenerbahçeli derbi.
Anladığım kadarıyla (anlamıyorum ya) iki yerde tahrik var. 1) Fenerbahçeli yöneticilere göre; Fatih Altaylı’nın onları tahrik etmesi. 2) Galatasaraylı yöneticilere göre de; Fenerbahçeli futbolcuların pankartlarıyla tribünleri tahrik etmesi. Sorun yukarıdakilerse çözüm de aşağıdakiler.
Fatih Altaylı’ya rica ederiz, bir daha hiçbir derbiye gelmez, o pankart da getirilmez. Olaylar biter mi peki ? Bu kadar aptal yerine konulduğumu hiç bu kadar da hissetmemiştim ki. Neyi yorumlayayım ki ? Bu kadar aptal yerine konan birinin yorumları da zaten niye okunur ki ? Ya da okunur mu ki? Hadi İstanbul öyle. Üç büyükler, falan filan. Peki Ankara’da ne Altaylı var, ne de pankart. Peki Ankara niye böyle ?

Gençlerbirliği’nin eski ikinci başkanı, sonradan Ankaragücü’nün Başkanı oluyor da, Ankaragücü’nün eski teknik direktörü sonradan Gençlerbirliği’nin yeni teknik direktörü olurca niye olanlar oluyor ?
O fotoğraf mesela. Belli ki seyirci Cavcav’ı tahrik etmiş. Ama yine belli ki yanındakileri ve arkasındakileri de hiç etmemiş. Mesela iki yeni eski Bakan (çok eski değil yani). Hadi biri başka bir bakanlığa bakan, ama diğeri eski hükümette spora bakan. Ve de yanlarında bir grup Gençlerbirliğili yönetici. Hep beraber gülüyorlar. O Ankaragücülü santrfor (o da no name), Gençlerbirliği kalecisini yerde tekmeliyor, eziyor. Yok elinde bayrak varmış, yok tahrik varmış... Yahu o kalecinin ailesi, o santrforun sülalesini bırakın tahrik etmeyi, bilmem ne etse? Yine de o kalecinin cezası böyle mi olur? Utanmıyorlar mı böyle açıklamalar yapmaya ? Ya da niye utanmıyorlar? Kan davası bitsin deniyor. Davalar kanlı bitsin değil. Adı derbi ya, Ankara derbisi. Cavcav da tahrik olmuş ya. Diğeri altta kalır mı ? Evet, kısa bir mola. Sinirler yatışsın. Hem sizin, hem benim. O moladan sonra da işte ben de tahrik oldum var.

İşte ben de tahrik oldum
Ankaragücü Başkanı da "Biz o bayrağı, Gençlerbirliği yönetimine mi diktik" diyor. Ya da onu demeye mi getiriyor? Vallahi pes. Ben de çıkıp şimdi tahrik olmanızdan ben de tahrik oldum desem. Yüzde seksende değil de ben de otuz beşte kaynadım. Sonra da ne oldu da böyle oldun. Sanki tahrik nasıl olunurun el kitabı var da. Size ne ben de böyle durup dururken tahrik oldum...

Başlık made in benden değil, Ece’den. 10 Mart pazartesi günü Ece Temelkuran’ın Milliyet’teki köşesinden.
Kıskanmadım değil. Kıskandım. Hem de çok kıskandım. Maç cumartesi. Pazartesi de Temelkuran topu topu dört kelime ile anlatıyor, benim köşemde belki de dört bin küsur vuruş ile anlatamayacağımı. İlginç olan Temelkuran’ın yazısının Amerikalı ve Iraklı olması. Daha ilginci da o yazının ana fikrinin bu Galatasaraylı, Fenerbahçeli yazıya da cuk oturması. Sanki kızım sana söylüyorum, kuzum sen dinle. Nasıl kıskanmam.
Dün, yani Köyün Delisi’nin yazıldığı gün telefonunu bulup aradım da onu. Önce kutladım, sonra da rica ettim. Bir - iki cümle daha (Dışarıdan içerisi nasıl gözüküyor acaba)... Bu derbinin kirliliğini uzun uzun aptalca yorumlamak yerine... Anlayacağınız önce bir Ece kıyağı. Sonra bir çay kaşığı Ece, sonra bir tutam ben. Sonra mı, sonrası biraz karışık tabii. Kuruşuk da. Hatta o derbi gibi buruşuk da...

Biraz Ece’ce, biraz Bilgin’ce
Olayların dışında kalanlar, içinde yer alanlardan daha şanslılar diyor Temelkuran. Ve de herşeyin daha farkındalar. O üçü mesela (GS, FB, BJK) birbirlerinden öyle nefret ediyorlarki. Barış istiyorlar mı sanki ? Ya da barış istemiyorlarki. Ve de farkındalar mı ki? Savaşa karşıyım, ama tezkere geçmeli (nasıl oluyorsa) gibi sanki.
Bu üçünü birbirinden ayırmadan, birini, birinden kayırmadan aynı torbaya koyup eleştirebiliyorsak eğer, hatta o torbaya işte Ankaragücü’nü, Gençlerbirliği’ni de atabiliyorsak eğer, yazdıklarımız belki bir parça bir şeye değer. Biz, sizci iseniz, siz de, sözde belki yaklaşıyorsunuz sebeplere. Ama özde de o hızla uzaklaşıyorsunuz... En zoruma giden de bizi (veya sizi) ciddiye almayanları ciddiye almak, sanki gri hücrelerimiz yok olmuşçasına yorumlamak zorunda kalmak. Öyle veya böyle de bu kirliliğin kenarında, köşesinde yer almak. Evet, Ece’ce savaş diliyle barış olmaz. Bence savaşanların eliyle de olmaz. Kaçıyorum zannediyorsunuz. Ya da kaçak yazıyorum. Hayır, hem de koca bir HAYIR. Hatta uzunca bir HAAAYIIIIR... Siz onları tanıyorsunuz. O bir kısım yorumcuyu, bir kısım yazarı, bir kısım yöneticiyi... Bugünlük no name onlar. Sıkıldım zaten bağlıyorum da. Karıştıranlar, barıştıramazlar da...

Hey sen
BU kadar hırlı gürlü bir günde bile yine varsın. Roma’da varsın, İstanbul’da varsın. Evimde, arabamda varsın. Tabii köşemde de sen varsın. Üstelik yoksun. Ama sen yokken de varsın.
İmza Ben

SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi