Önce siz
Bir kere niye böylesiniz. Sizi ilgilendirmeyen bir sürü gereksiz şeyle çok ilgileniyorsunuz. Daha da kötüsü, çok da bilgileniyorsunuz. Eğer başkanı, ailesi veya yakından veya uzaktan akrabası değilseniz veya yönetim kurulu ya da Fenerbahçe’nin herhangi bir kurulu, derneği, üyesi hiç değilseniz, ya da kongre üyesi de değilseniz, sade bir Fenerbahçeli iseniz size ne BBG’cilik, pardon BFG’cilikten (Biri Fenerbahçe’ye gözetliyor). Tabii siz merak edince de...
Sonra onlar
Onlar da kameralarını BFG evinin içine koyuyorlar. Mesela Fenerbahçe Kongresi’ni bile naklen veriyorlar. Yukarıdakilerden biri değilseniz eğer, size ne kongrenin size naklinden. Sonra onlara kızıyorsunuz. Konuşturanlar, konuşturduklarının dinlenmediğini veya seyredilmediğini farketseler veya onlarla ilgilenilmediğini, konuşturtmazlar. Onlar da konuşmazlar zaten. Mesela Yıldırım’ın dedikleri. Hepsi, hepsi 1 - 2 dakikalık bir özet olur, böyle olursa da allah aşkına fena mı olur. Yani sorun onlarda değil, sizde...
Eeeee!
Mesela telegol. Herkes diyor ki, "Bu ne biçim program" veya Ahmet Çakar... Yine herkes diyor ki, "Bu ne biçim adam". Sonra o beğenmedikleri Ahmet Çakar ile konuşmak için hatta bekleyen bir sürü ismi iri adam. Gündüz 3 - 5 dakikaları için sizi 3 - 5 sekreterden geçirenler, gecelerinin dakikalarını, saatlerini Çakar’a telefonda veriyorlar. Sonra yine aynı hikaye, "Çakar ile muhatap olunur mu?". Ama oldun. "Bu program seyredilir mi?", ama seyrettin. Sonra hep bir ağızdan, "Ne seviyesiz program veya programlar". Bence seviyesiz değil, ortalama seviye bu. Yani seviyeli, yani Türkiş seviyeli.
Kitabımın hemen hemen yarısı bitti bile. İsmini de buldum, "Bir kişi okusun yeter". Yani o kişi satın almışsa, bir satması da yeter. O kişi, tahmin ettiğiniz o değil tabii. Başka biri. Sıfatı çok iri. Ve o, beni de çok çok üzen biri. Onun için bir kişi okusa yeter, onun için bir satsa da yeter. Günümü boşverip, dünümü koruyorum. Ama ne pahasına koruyorum, nasıl koruyorum. Galiba delice ama Napolice koruyorum. Bence okuduklarınızın en iyisi olacak.
Ya yediğimiz, ya içtiğimiz dokunuyor belki bize. Kuyruklu yıldız mı geçti üzerimizden, onun etkisinde miyiz desem, bir değil, binlercesi bile bu kadar tuhaf mı yapar bizi. Ya kuruya, ya dönere ya rakıya, ya peynire ya da bilmem neye birşey kattılar, ya da Irak öncesi mesela Amerikalılar, çaya, kahveye birşey attılar.
İşte Yıldırım’ın son konuşması, işte havada uçuşan dolarlar, arabalar, işte suçlamalar. Biliyorsunuz hepsini, tek tek saydırmayın yine bana. Keşke Fenerbahçe kulübünün bir odasında toplansaydılar. Başkanı masanın ortasında, sağında solunda asbaşkanları veya Saran, Özbağ veya başka birileri olsaydı. Karşılarında da ülkenin radyosu, televizyonu, gazetesi, dergisi... Keşke yönetimi ve başkanı daha vurmayan, daha kırmayan bir bildiri hazırlasalardı. Mesela bildiriyi de daha soğukkanlı Atilla paşa okusaydı. Keşke olanların hepsi, dediğim gibi olsaydı veya Fenerbahçe’nin başkanını kollayacak bir yönetim kurulu olsaydı.
İşte o maçın öncesiydi. Fenerbahçe başkanı açtı ağzını, üstelik gözünü de yummadı. Söyledikleri, başkanın dedikleri çok da ilgilendirmiyordu beni, gereği de yoktu. Hadi ona göre vardı da, yeri doğru muydu. Hadi yer de doğru, peki zaman uygun muydu. Üstelik tarzı, konuşmanın içeriği, şekli, kısaca hoş bir konuşma değildi. Ama bir kelime şok etti beni. Savaşla yatıp, savaşla kalktığımız, savaş yiyip, savaş içtiğimiz günlerde, futbolun tribünlerinde başka bir savaşın başlatılması. Amerika bile bedel ödemeye hazır. Peki Aziz Yıldırım hazır mı?
Hidayet, 15 Şubat cumartesi akşamı NTV’nin telefonunun ucundaydı, Sacramento’da. Sordular, "İsveç’te ne olur? Rakiplerimizden haberin var mı?", "Vallahi yok" dedi, sonra da devam etti. "Sahi kim var, bizim grupta". Kuralar da 13 Şubat perşembe çekilmişti (Ya da bir gün önce).
Zırt, pırt arıyorlar İstanbul’dan onu. Yok o şunu dedi, yok bu bu bunu dedi. Dedikodu arasında grubu da çıtlatsalardı. Mesela kısa bir mesaj. "Grubumuzda Hırvatistan, Yunanistan, Ukrayna var". Hepsi, hepsi dört kelime. Milli takım kimin ne kadar umurunda veya kimlerin umurunda. Hidayet’in milli takımdaki sorunu veya milli takımın Hidayet sorunu da, bu ilgisizliği değil mi, zaten?
SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010