Bilgin Gökberk

Bilgin Gökberk

bilgingokberk@mail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



O, Erdoğan Demirören'in en vergici olduğu dönemde Erdoğan Demirören'in oğluydu. Şimdi Yıldırım Demirören. Erdoğan Demirören de artık Yıldırım Demirören'in babası. Türkiye'de onun gibi binlerce işadamı var. Ama en popülerlerinden biri de o. Çünkü Beşiktaş'ın futbol şubesinin bir yöneticisi o. Kolay mı elveda demek ? Kolay mı bırakıyorum demek ?
Bir "made in Bilgili" filmi diye yorumlanabilir belki. Ya da bir başkanın cinliği belki. Bence de medyanın gücü belki...
Mesela Gaziantepli Alper (!) imza atıyor. Yine o masa, ortasında bir imza atan, sağında, solunda da bir sürü attıran. Sanki "bilmemkim" geliyor Fenerbahçe'ye. Ve de o bilinmeyen kimler o masalarda işte bilmemkimler haline geliyor.
Mesela işte bir yaz günü, yine o masanın bu sefer Beşiktaşlı'sında ben oturacağım, sen oturacaksın olmamış mıydı ? İtişip kakışılmamış mıydı ? Belki bir noter ve belki de bir müdür. Yeter de artmaz mıydı ki ? Hadi arkadaşları ve eşi söylemediler diyelim. Çocukları da mı söylemez insanın ? "Baba be, böyle ayıp olmuyor mu ki ?" Medyalı yapamıyorlar hesapta. ama medyasızda hiç yapamıyorlar ki. Ve de bazen işte öyle panikliyorlar ki...

Medyatik'in medyası gitti...
Popescu, Kopenhag'ta o son penaltıyı atarken bir tek ben, ve niçin bir tek ben "atmaaaa" diye bağırdım. Duymadı ve attı da. Bizdiler, benlere ayrıldılar da. Hatta sen - ben'lere de. Başkan'ından coachuna, yöneticisinden kulübenin en ucundaki futbolcusuna. Beşiktaş da bu sendromu yaşıyor yani, geçer yani. Başarı, başaranların en büyük düşmanı buralarda.
İşte nerde mesela Albayrak, nerde mesela Cansun, mesela UEFA Kupalı Başkan Süren şimdi nerde ? Belki arada sırada şampiyonluk belgesellerinde, ya da herhangi bir TV'nin o transfer masasına benzeyen başka bir masasının yolunu gözleyerek, o günleri özleyerek. Demirören ve Kıvanç tabii medyatikler. "Medyalar"ını başkanları ha aldı, ha alıyordu. Tam "tik"leriyle baş başa kalıyorlardı ki ve iyiki öyle çabuk uyandılar ki...

Efes'le Koraç'landığında bırakmadı (bırakmalıydı). 12 Adam'la Avrupa ikincisi olduğunda da (yine bırakmalıydı). Indianapolis sonrasında da bırakmadı ve de niçin bırakmadı, İsveç'te Sırplar'a yenildiğinde de. Sonra işte kamuoyu baskısı filan ve bırakmak zorunda kaldı falan.
Menajer Hakyemez, Erman (Kunter) ve Remzi (Dilli) daha milli takımın başındayken, "Aydın'la geliyoruz" demişti. Onun o kadar çok hayır'ı vardı ki, ama Örs'e kim hayır diyebilirdi ki ? Farkında olmadan da öyle bir kullanılmıştı ki. Türkiye'nin bu en kariyerli coachunun kaderine bakın. Ya da işte coachların kaderine bakın. Adamdı tabii. Adam gibi adamdı da. Ama fena halde kullanıldı da. Son kullanılma tarihinden sonra da ....
Onu sever gibi gözükenlerden daha çok seviyorum desem sanki inanacak mısınız ki ? Ya da sanki niçin inanacaksınız ki ? Doğan olsam, onla giderdim tabii. Ama Doğan olsam, onla gelmezdim de tabii. Ama Örs olsam da zaten Doğan'la gelmizdim tabii.
Sizin gözlerinizden belki kaçan küçük (?) de bir ayrıntı daha var tabii. Ülker, Milli Takım'ın 1, 2, 3 ve 4 no'lu coachlarının içinden 3 ve 4.'sünü almıştı. Örs ve Hakyemez, o mesajı bile alamamıştı.

Kurbanlık olmasın
12 Adam'a, bence iş'siz değil de iş'li bir coach gerek denir mi bilmem ama; denmese de işte, ben dedim bile. Veya hangi hakiki coach, senede bir ay için 12 ay, aylığa razı olur ? Ve de niçin razı olur.
Örs farklıydı tabii. Hem sahada, hem dışında kazanmıştı. Bence doymuştu da, bence yorulmuştu da. Yanında Çetin, Tolga, Murat da vardı... Bizi Litvanya gibi oynatacak biri lazım bize. Hırslı, heyecanlı, tabii canlı, damarlarında yarışmacı kanlı biri lazım bize. 11 ay yatan coach Allah aşkına bir ayda winner olur mu ki ? Ya da öyle bir coachtan fayda umulur mu ki ? Her hafta yarışan biri, her hafta kazanamasa da kazanmaya çalışan biri. Kaybetse de, kaybetme hakkını işte o haftalarda kullanan biri. Ve de tabii 12 Adam'ın coachluğunu "emekliliğe geçiş" gibi görmeyen biri.

İsveç'te yanlız basketbolcusuyla değil, coachuyla, menajeriyle, yorumcusu, sunucusu, hatta reklamcısıyla bile sınıfta kaldık demiştim ve ilave etmiştim, reklamcılar da bu sefer formsuzdular. Takım konseptini öne çıkaramadılar.
Vatan'dan Barış Mutlu, pazar eki için bir röportaj da yaptı benle. Reklamcılara sataşmam, ilgisini çekmişti. Aynı röportajın yanında da Sinan Çetin'den görüş almış. Bakın ne diyor Çetin: "Komik, komik, komik. Milli Takım'ın elenmesinden reklam filmini sorumlu tutmak o kadar komik ki. Serdar Erener, 12 Dev Adam'ı bulana kadar Türkiye'de basketbola ilgi ne düzeydeydi. İddia sahipleri bence bunu araştırsın. Şampiyon olsaydık başarı reklamcılara mı addedilecekti ? Reklamcılarla ilgili suçlamalar tek kelimeyle ayıp."
Reklam sektörünün vizyonu Türkiye'de öyle geniş ki ve de raklamcısının da tabii ki. Peki ya Sinan Çetin'in ki. Dediğim zaten belli değilmi ki uzatmaya gerek varmı ki?

MİLLİYET'in Genel Yayın Yönetmeni Sayın Mehmet Yılmaz'ın 14 Eylül 2003'teki yazısının başlığı, "Kalbinde olamayanı kaleminde de bulamazsın". O yazıyı okumadınızsa bulup okuyun işte. Hatta iki kere okuyun işte. Hatta saklayın, arada sırada yine okuyun işte. "O" da benim için o çok özel kadın işte. Ve de binlerce, yüzlerce olmasa da onlarca oldukça hoş kadın arasında bile "O" yine de benim için o çok özel kadın işte. Onun için her cuma "O"na yazıyorum ya işte. Genel Yayın Yönetmeni'm bana da arka çıkıyor ya işte.

SERİ İLANLAR

Cuma'ları ise Milliyet'teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi







SPOR


ERRIKSON'DAN BARIŞ ÇUBUĞU
At yarışları
Avrupa ligleri
Hüseyin Beşiktaş'ta
İKİNCİ LİG PUAN DURUMU
ABD tam gaz
Güzeller geçidi
Derbiden kaçamadı!
Real bile başedemez
Aslan'a kurt kapanı
Kral ucuz kurtuldu
Fatih fetihe hazır
Hitit kralını arıyor
Cimri Chelsealiler
Girgin'den savunma
Çizme, Emre'ye yine alkış tuttu
İzmir'de yat şöleni
Real Sociedad'ı Nihat ateşledi
Haber turu...
Medyatik'in tiki
Akıllı ama tedirgin