UEFA şampiyonunu penaltılar belirleyecekti. Son penaltıyı Popescu atıyordu. Rumen libero topa koşarken tribünlerden bir tek ben atmaaaa diye bağırıyordum. Uyanmıştım. O kupa için sanki "biz" gibiydiler. Sanki, çünkü "biz" değildiler (İşte kupa sonrası).
Bir ay hiç konuşmasalardı yine dağılmazlardı da. Sonra Başkan'ından santrforuna herkes "ben" dedi. O "biz" "ben"lere ayrıldı. Önce Şükür ayrıldı. Sonra Emre, Okan. Arif gitti, döndü. Terim gönderildi. Süren seçilemedi. Taffarel yedek, Popescu sıradan oldu. Hagi'nin bile o büyülü havası sanki aniden yok oldu. Olanlar da Galatasaray'a oldu. Evet, bir ay konuşmasalardı belki dağılmazlardı. Ya da profesyonel "biri", hepsi için konuşsaydı. Sonra Terim sonrası. Takım içindeki "ben"ler. Lucescu'nun bana dokunmayanlar ne kadar yaşarlarsa yaşasınlarcılığı. Jardel'li, Hagi'li (Emre ve Okan da var) kadro ile kaçan Türkiye Ligi ve muhtemel bir Avrupa Ligi şampiyonluğu. Sanki Popescu o penaltıyı atmasa ne olurdu. Galatasaray ikinci olurdu. Hatta yarı finalde elenseydiler daha da iyi olurdu. Dağılmazlardı. Tamam, o kupa gelmezdi de belki. Ama neler gelebilirdi neler. Tabii, onlar da "belki".
O golü atsa bi türlü ...
Popescu, Kopenhag'daki penaltıyı atarken hissettiklerimi Ali Sami Yen'de de sık sık hissetmiştim. Galatasaray UEFA şampiyonluğuna gidiyordu. Mesela santrforu topla her buluştuğunda ruhum sıkılıyordu. Tabii Şükür o golü atsın istiyordum. Hem de çok istiyordum. Ama sonra konuşacaktı ya, ya da sağa sola göndermeler yapacaktı ya. Ona da buna da mesajlar verecekti ya. Golünü ya bir Mehmetçik anasına, ya bir lösemili çocuğa bağışlıyordu. Gollerine farklı anlamlar da katıyordu. Gol adı üstünde goldü zaten. Tek başına da yeteri kadar anlamlıydı. Tamam, o atmıştı. Tamam, biz de seyretmiştik. Ama vallahi de billahi de o gole yüklenen anlamlar altında da o kadar ezilmiştikki. Üstelik diyeti de yoktuki.
Sus sus sus, kimseler...
Kore ve Japonya'da Ulusoy'un, Güneş'in demeçleri, futbolcuların o dedi, ne dedili BBG evi'vari söyleşileri, kazandıkça sivrileşmeleri, hayali düşman yaratmaları. Evet, başarıya alışık değildik. Bizi bozuyordu. İşte Kore ve Japonya'da da bizi bi tuhaf yapıyordu. İşte Fransa'da da daha da bi tuhaf yapıyordu. Biz onlara inanıyorduk da onlar galiba kendilerine inanmıyorlardı. Bir konuşucusu olmalıydı onların da. Ne diyeceğini, nerede ne kadar diyeceğini bilen, tabii haddini bilen, en önemlisi de nerede susacağını bilen. Mesela Can Çobanoğlu bu işi iyi yapıyordu. Hepsinden farklı sosyal dünyası ile işini de iyi yapıyordu. Ama onlar Can'a benzeyeceklerken, o yavaş yavaş onlara benziyordu. Menajeri, coachu, şusu busu, hep beraber, hepsi beraber iyi çalışıyorlar, saha içinde kazanıyorlar, sonra konuşuyorlar, sonra da konuşurken kazandıklarını kaybediyorlardı, bir çuval futbolu da adeta berbat ediyorlardı.
Sen (ben) ne diyorsun yaaa?
Benim için de hoş değil tabii. İşte arkamdaki sahifelerde yeni Milli Takım'ın Dünya futbolundaki yeni rolü molü, belki en öndekinde de muhtemel bir Milli Takım'ın Fransa'ya golü. Adama (bana) sorarlar da (siz), haklılar da. Sen (ben) ne diyorsun yaaa ? Bağlayalım. Onlar yanlız iyi bir futbol takımı. Belki de çok iyi bir futbol takımı. Başlarında da onlar için çalışan başarılı profesyonelleri var. Onları bir araya getiren de bir Başkan ve onun organizasyonu (öyle olması gerekiyor zaten). İşte hepsi bu. Kendilerine başka misyonlar yüklemesinler. Saha içinde olanları veya olamayanları, saha dışında dine, siyasete, şuna buna bağlamasınlar. Hem o kadar açık sözlü, hem de o kadar budaktan esirgenmeyen gözlü iseler Allah aşkına üç - beş cümle de şu spordaki yeni AKP yapılanması için ediverseler. Yerse tabii... Yemezler mi ? Sussunlar o zaman. Bir UEFA Kupası müthiş bir ekibi yok etti. Bari bu ekibi koruyalım. Vallahi Kopenhag'daki gibiyim yine, korkuyorum yine.
Yorulmuş, sıkmış, sıkışmış bir ilişkiyi sevmediğiniz bir kadınla (tabii çok çok özel, tabii çok filan, tabii çok falan olsa da) yaşamak mı, ya da tabii çok çok özel bir kadını severek (tabii çok filan, tabii çok falan da) onsuz yaşamak mı ? Bana fazla takılmayın. Beni abartmayın da. Ben ikinciyi yapıyorum. İyi ki de öyle yapıyorum. Sevmek müthiş bir şey. Sevdiğim yanımda olmasa da. Hele o her telefon çaldığında ya da her mesaj sinyalinde o duyduğum heyecan yok mu (acaba o mu ?)? Bayılıyorum işte o ana. Bayılıyorum da işte onun her anına, bayılıyorum da işte ona.
Bu dolar başka bir dolar herhalde. Ya da bir Gökdeniz doları, mesela kaç Amerikan doları ? İşte Batista + 2 milyon dolar. O Batista da Antep'ten gelirken 3 ya da 3,5 milyon dolar. Hani ne Gökdeniz'miş be. İşte Yusuf + 3 milyon dolar. Yahu bu Yusuf - (eksi) 500 bin dolar etse, bu Gökdeniz yine de 2,5 milyon dolar. Evet, ne Gökdeniz'miş be. Ya verenler Gökdeniz'i bilmiyor, ya vermeyen doları. Ya da biz, bir Gökdeniz dolarını. Bir Gökdeniz doları Allah aşkına kaç bizim bildiğimiz dolar yaaa?
Fenerbahçe batık banka kurbanı gibi. Kurban, çünkü Arjantinli de batık banka gibi. Onu da, köyünü de möyünü de biliyorsunuz zaten. O Arjantinli bu parayı öder mi, öderse de hani nasıl öder ? Batık banka dedim ya. Galiba önce kurtarılmalı, sonra çalıştırılmalı. Aziz Yıldırım şanssız başkan. Ya onu oynatacak, ya da Aziz Yıldırım oynatacak.
SERİ İLANLAR
İmza: Köyün Delisi
SPOR
BİR GÜN OLACAK: 3-2
At yarışları
Avrupa Ligleri
Botaş’tan şok karar
2. LİG puan durumu
Zaza, NBA seçmelerinde
Voleybolda zorlu kura
O ARTIK KARTAL
Yönetime tam puan
JARDEL'DEN MESAJ VAR
Trabzonspor'da yüzler gülüyor
Sahada biten ömür
Son umut Henman
Haber turu...
Dünya alkışladı
Kopenhag'da Cim-Bom mriterleri
Final Lizbon'a kaldı
Elbise dar geliyor
Futbol draması
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010