Onunki İstanbul’dan da kara. Hatta kapkara galiba koca Ankara. Sağımız solumuz, önümüz arkamız, İstanbul veya İstanbullu ile dolu ya. Ama bu cuma Ankara’ya. Sizin gözünüzden belki kaçan, benim gözüme fena halde battı bile. Yani bu cuma köyün delisi Ankara ile, Ankara ve çapakları ile...
EL KOL HAREKETİ YAPSANA BANA
Şeref Tribünü’nde yanınızda da bir - iki, yeni eski (çok eski değil) bakan da varsa, siz de bir kulübün başkanıysanız, üstüne üstlük başarılıysanız da ayağa kalkıp, herkesin gözü önünde, o iki yeni eski bakanın da, gözünün tam önünde (ben iki tane seçebildim), yönetim kurulunun da az önünde tribünlere sol kol ve sol dirsek yardımıyla sağ el ve sağ kollu istediğin hareketi yolla... Bedeli de on beş gün işte. Sudan da ucuz işte. Evet, on beş gün ceza var, varda o cezanın içinde cefa mı var, yoksa sefa mı var?
ONBEŞ GÜN SEFA
İki maçta şeref tribününde oturamayacak sayın başkan. O da o on beş günde Ankara’da iki maç varsa. Yani eğer o başkanın şansı varsa, o on beş günde bir de Ankara dışında maç varsa (hele iki varsa)... Peki nerede oturacak? O el kol işareti yaptıklarının arasında oturtsalar, aldığı ceza da cezaya benzeyecek belki de. Ama kendi tribünlerinin içinde olacak. Yani cefalı değil, sefalı olacak. Hepsi bu mu? Değil tabii. Bir de işte yok Başkan’ın imza yetkisi, yok on beş günlük temsil bilmemnesi, kısaca komik bir cezanın geri kalan trajikomik hikayesi.
EEEEEE?
Eeeeee’si de bu işte beeee’si de. Hele şöyle daha fazla sefayı göze alırsanız eğer, mesela bir ay ya da kırk beş günü, neler yapabilirsiniz, neler. Üstelik ailenin küçükleri uyuduktan sonra değil, büyüklerle TV başındayken, kırmızı noktasız, şifreli değil ve de şifresiz nakledilirken. Bakmayın okurken tuhaf da gelse bu anlattıklarım, seyredilirken iyi gelir. İyi de reyting getirir. Hatta kuru da yükselir sahibinin. Mesela ertesi gün yine en büyük başkan bizim başkan... Ve o başkan bilmemkaç yıl daha başkan.
KURULLAR VE O KURULLARA KURULANLAR
Sevmiyorum bu kurulları. Tabii o kurullara kurulanları da. Zaten uzak duruyorum. Boş bulunup seçilir, Allah korusun girersiniz. Mesela asbaşkan, mesela başkan olursunuz. Ve de mesela başarılı olursunuz. Sonra da işte böyle olursunuz. İşte iki kurul karşı karşıya. Biri Gençlerbirliği yönetim kurulu, Öbürü de PFDK. Açılımı da galiba Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu. Yani cezayı veren. O kurula kurulanlardan biri ortaya çıkıp da lütfen açıklasa. Nasıl hesapladılar da o cezayı verdiler? Niye 19 ya da 23 değil de 15 gün verdiler. Yoksa şöyle mi verdiler:
- Sayın başkan günaydın.
- Oooo, sayın başkan, size de günaydın.
- Sayın başkan yedi güne fit misiniz?
- Fitim fitim, memnun da olurum sayın başkan. Hatta on beş bile iyi olur. Bir hafta dışarıdayız da.
- Peki o zaman on beş gün olsun sayın başkanım.
- Teşekkürler sayın başkanım.
ANKARA’DAN MİLANO’YA
Temiz ellerli dünlerdi. En hararetli de günler. Milano kulübünün son davasından da beraat eden başkanının kardeşi (bakın, kendisi değil, kardeşi) adı da Alberto diyelim. Bir restorana girdi. Restoran sahibi de mesela Fabio. İçerisi kalabalık. Bağırdı Fabio, "Oooooo, sinyor Alberto hoşgeldiniz. Çok sevindim sizi gördüğüme. Bilirsiniz sizi ne kadar saydığımı ve de sevdiğimi. Ama keşke gün biterken ya da horozlar öterken gelseydiniz. Sizi severim, sayarım da o ağabeyinizin son davası işte. Tamam, beraat etti de, ama daha kamu vicdanında etmedi de. Şimdi çıkıp birisi birşey söyler, siz de üzülürsünüz, ben de. Bugünlük yandaki restorana gitseniz? Ya da orası da uygun değilse onun da yanındakine gitseniz?..
MERHABA, BEN KAMU VİCDANI
Siz söylemeden ben söyleyeyim. Sayın İlhan Cavcav başarılı bir spor adamıdır. Başarılı bir yönetici, çok başarılı da bir başkandır. Gençlerbirliği’ni nereden nereye getirdiği, tesisleri, sıralamadaki yeri bellidir de. Yaptıkları ortadadır. Ortadadır da ama da’sı da vardır işte. Son yaptığı da ortadadır kalabalıkların da tam ortasındadır. Herkesin bildiğini bilirim ben de. Ama pek herkesin bilmediği birşey daha bilirim. Size cezaları kurullar, makamlar verir gibi gelse, doğrusu tam öyle de değildir. Verilemeyen cezayı da çoğu zaman kamu verir. Hiç duydunuz mu? Duymadınızsa da İşte şimdi duydunuz. Hatta tanıştınız bile. Evet, kamu vicdanı verir.
BAŞKANI ÖYLE, SANTRFORU DA BÖYLE
O Ankaragücülü santrfor. Yerdeki Gençlerbirliği kalecisini eziyor, tekmeliyor, çiğniyordu. Çıldırmıştı sanki. Sahada tam bir vahşet vardı. O santrfor ümit milliydi üstelik. Ogün hem milliliği bitirilmeliydi, hem de ümitliği. Sadece üç maç verdiler. Stad dışında doktorun biri, mesela mühendisin birine o santrforun o kaleciye yaptıklarının yarısını yapsaydı şimdi cezaevindeydi. Ama o evinde. Ve üç maç sonra da çıkıp futbol oynayacak. O ruh halindeki birinin, ya da o ruh haline ne olursa olsun gelebilen birinin doktor kontrolünden geçmeden sokağa çıkmaması gerekirken, o top oynayacak.
Bağlayalım. Başkana on beş gün, santrfora üç maç. Fenerbahçe’ye Saraçoğlu’ndaki Galatasaraylı dün’den bir maç, Ali Sami Yen’de Fenerbahçeli günden de Galatasaray’a bekletilen, bir seyircisiz maç. Onun için İstanbul dibim kara, Ankara’nınki İstanbul’dan da kara. Futbolu yönetenlerinki de ikisinden de daha kara.
Her gün fulluyordum kendimi, her an fulldum’de. Yine de ya günün ortasında bitiyordu, ya da gün biterken birileri beni itiyordu. O kadar sevgiye muhtaç, o kadar sevgile açtı ki. Her gün sevgi üretiyordum. Tabii çok seviyordum, tabii her gün de tüketiyordum (tüketiyordu). Sonra gitti. O günden beri de biriktiriyorum. Yavaş yavaş depom doluyor da.
Ve korkuyorum da. Yine çıkarsa karşıma diye. Yine bu kadar emek yine birgünde uçup giderse diye...
SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010