Kuşadası’ndaki hakem seminerinin gazetelerdeki fotoğrafları kimine göre çok hoştu (olur ya), hakemlerin hepsi kanlı - canlı, tek tip pullu olmasa da allı eşofmanlı... Zaten adı bile sıkıcı seminer ve onun kasvetli odası... O tek tip görüntünün de ürpertici havası... Korkuttu sanki beni... Aynı anda gülen, aynı anda asılan yüzler ve sayıyla yüzler. Bir emir komuta zinciri gibi. Peki, hakemliğin ruhuna uygun mu Türk hakemliğinin Kuşadası’ndaki tipi? Nerede farklılık, nerede seslilik, nerede çok seslilik? Her biri, birbiri gibi hep beraber de MHK Başkanı gibi. Sorun da bu değil mi zaten? Ne deniyor, "Haluk Ulusoy ne derse o"...
Mesela federasyon başkanının, MHK Başkanı’nın odasındaki fotoğrafı. Belki her hakemin herhangi bir cebindeki, herhangi bir Bülent Yavuz fotoğrafı... Ve de Türk hakemliğinin Kuşadası’ndaki tek sesli, tek nefesli ürpertici maaile fotoğrafı. Hakemlerin tek sıra dizilişi, Ulusoy’un önce bekletip sonra gelişi. Ve o tuhaf seronomi... Belki ne Ulusoy, ne Yavuz hakemleri etkilemek istemezler, etkilemezler de... Ama hakemler bu görüntüden nasıl etkilenmezler?
Doğan, Hürriyet’teki köşesinde "Orhun, İspanya maçında sakatlanmasaydı, Hırvatistan, Almanya, Yugoslavya maçlarında oynar, biz de şampiyon olurduk" diyor. Söyledikleri içinde tek bir doğru var. O da Orhun’un sakatlığı. İspanya öncesinde Örs hep, Kerem’i tercih etmiş, (Hiç olmazsa Orhun ile başlanıp, kaptan onore edilir, 2 - 3 dakika sonra Kerem ile devam edilirdi). Kerem kazanılmak istenirken, kaptan kaybedilmişti. Ya herro, ya merro maçında yılana sarıldılar, pardon Orhun’a. Sakatlanmasaydı da İstanbul’daki Doğan’ın söylediği üç maçta "time" yine Kerem’in, "sometimes" yine Orhun’un olacaktı. Kendine güvenilmediğini hissetti veya ona öyle hissettirildi ve de bıraktı.
Bir nolu
Sezon başında Galatasaray onu çağırırken, "Galatasaray’da ol da, neresinde olursan ol" demişlerdi. Türkiye’nin bir nolu bir nosunun, bir nosu olmayan Galatasaray’da olması gereken tek yer, o bir no mevkii değil miydi. Sekreteryada mı çalışacaktı. Sahada Orhun abi olmak varken, tribündeki abi mi olacaktı. "İstersen de oynarsın"... Şimdi de Harun... Örs "Ona kapı açık" diyor. Diyor da açtığı kapı arka kapı. Veya benchin kapısı. Örs kabul etmese de Harun da Orhun gibi rencide oldu. Önce sorunlular veya sorunlu, sonra zorunlular veya zorunlu modeli, soğuttu Harun’u da. Benim bu bildiklerimi, bu iki oyuncuya çok yakın olan Doğan bilmiyor mu? Bilmiyorsa ayıp, biliyorsa daha da ayıp. Okuyucuyu yanıltıyor da.
Ya Aydın Örs ya da ...
Kerem Tunçeri, CNN Türk’teki Pivot’ta anlattı. Litvanya maçının son 10 saniyesinde hangi hücum setini oynadıklarını. Ya da Örs’ün hangi setini. Hoş, hangi hücum seti tuttu ki, 39 dakika 50 saniyede, son 10 saniyedeki tutsun.
Bir ara milli takım Tutku’luydu. İyidi de. Ama teknik ekip de, Tutku’dan çok Kerem’e tutkuluydu. İşte İbo’nun tutulması, o aralar içerden sayı bulunması veya İbo’nun üzerine ikişer, üçer Litvanyalı giderken, boş kalan Alper ile Serkan’ın, Litvanya’yı cezalandırması. Formül bulunmasına bulundu da, yine de Litvanya’yı cezalandıranlar cezalandırıldı. Aydın Örs ile olmaz deniyor ya. Olur belki de olmaz. Ama Örs’ten başka bir Türk coachuyla hiç olmaz. Seviyorlar onu. Sevmeseler de en azından sayıyorlar. (Taaa o zamandan beri, hani o baba - oğul gibi mibi, filan falan).
Uluslararası coach
İşte Erman Kunter ve Fransa’daki Avrupa Şampiyonası.(Orhun, Harun, Mirsad fobisi) ya da Murat Didin - Harun Erdenay story’si (hikayesi). Halil Üner ve Darüşşafaka’nın tersyüz olması. Ya da Efes’teki Ergin Atamanlı, Mirsadlı hararetli dünler.(Siena’da beraberler ama Mehmet Okur uzakta) Liste uzar gider, bağlayalım.
Ya Örs kalmalı, ya da giderse yerini, isminden her basketbolcunun tırstığı bir uluslararası coach almalı. İşte bol yıldızlı Barcelona ve Pesiçli günler. Ne girenin gıkı çıkıyor, ne de çıkanın çıtı. Zaten Mahmut Uslu’lu dönemde Tanjeviç istenmiş, Tanjeviç de 750 bin dolar istemiş, Efes ile ortak alalım denmiş, olmamıştı. Sonra, sonra da biliyorsunuz zaten...
Nihayet resim yapıyor. (Galiba) En farklılardan o. En yeteneklilerden de.
Tabii en iyilerden de. Roma’dan İstanbul’a onun için döndüğümde, kapıyı açınca duvara yapıştırılmış o kartı görmüştüm. Üstündeki üç - beş kelimeyi de.
"Bence en iyisi (?) sen olacaksın. Yanındayım"
Hemen altında ismi, isminin yanında da xxx. Bugun de ona benden, tabii made in benden ve tabii köşemden.
En iyisi sen olacaksın, resim yapmaya devam et.
Yanındayım. Ben.
Hasan Şaş ve menajeri: "Parada anlaştık (2 milyon dolar), nasıl ödeneceğinde anlaşamadık"...
Ya Hasan almaz, basan alır, ya yine Hasan almaz da, Galatasaray’da da kimsenin parası kalmaz (Ne demekse), ya Hasan Haziran’da serbest kalır, parayı basan Hasan’ı alır. Ya da, Made in Bilgin olsun, içinde iki milyon dolar da olsun, ister martta ister haziranda, ister de ödemesi Aralık’ın 31’inde 12’ye iki kala olsun, yeter ki ödenen iki milyon dolar olsun. İtalya’daki arkadaşları diyorlar ya, "Oynamasak da alıyoruz", O da İstanbul’da öyle almıyor mu?
SERİ İLANLAR
Pazartesi - Çarşamba 09.30 - 10.00 Radyo D’de
Cuma’ları ise Milliyet’teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010