Thomas, beyefendiye lütfen kapıyı göster
Hani adam çok patavatsızmış, çok da münasebetsiz. Ama çok da seviliyormuş. İşte çocuğun birinin yeni bir yaşına basacağı gün, anne ve baba da bir doğumgünü partisi verelim demişler. Ama sır gibi de saklamışlar. O münasebetsiz de duyar muyar gelir melir, ne olur ne olmaz.
Tam pasta kesilirken kapı çalmış. Bakmışlar o. Mecburen içeri almışlar. Çocuklar da hemen etrafına toplanmış. Adam da keyiflenmiş. Aniden çocuklar demiş. Bilin bakalım, elim cebimde, cebim delik, elimde ne var? Herkes huzursuz olmuş. Ev sahibi de hemen uşağa seslenmiş. Thomas, beyefendiye lütfen kapıyı gösterirmisin. Durun demiş adam. Yanlış anladınız. Elini cebinden çıkarmış, bakın bir sterlin var. Kah kah, kih kih, filan falan, rahatlamışlar, gevşemişler de.
Beş - on dakika ya geçmiş, ya da geçmemiş yine o adam ortada, etrafında da yine o çocuklar. Bilin bakalım elim cebimde, cebim delik, elimde ne var? Biri bir sterlin, diğeri bir dolar, bir diğeri bir bilmemne, yok bir penny, yok bir dinar, adam hep hayır diyormuş. Sonra hep bir ağızdan bağırmışlar, peki elinde ne var, göstersene. Münasebetsiz uşağa dönmüş, Thomas, bana lütfen kapıyı göster misin?.
Kıssadan hisse midir, nedir o işte
Hadi o çocuğun doğumgünü partisinde o adam davetsiz misafirdi. Beşiktaş'ın 100. Yıl Partisi'nde bu adam:
1) Misafir değildi.
2) Davetsiz değildi (Davet etmek için Fransa'ya gitmişlerdi.
3) Yani davetliydi.
4) Ve bir seneliğine milyon dolarlık bir davetliydi.
Ya içimizdeki Pascal'lar?
Fransız'da hiç olmazsa olay anında şort vardı. Pascal'ı yorumlayanlar o şortu da çıkardı. Tabii yorumların cılkı da çıktı. Evet, biz böyleyiz. Daha doğrusu biz niye böyleyiz? İşte Pascal gitti. Peki o tarz bitti mi?
Ne back, ne back, flash back mi?
Ben demiştim diye bu güne kadar belki de hiç dememiştim. Özhan Canaydın, TMOK tarafından fair - play'e aday gösterildiğinde; bugün diyorum işte. Ben ne demiştim. Aman onlar duymasın. Onlara duyurulmasın da. Ya sorarlarsa, ne yaptı da fair - play'e aday oldu Mr.President Canaydın diye? Hadi duymamazlığa gelip geçiştirebilirsiniz. Bir daha sorarlarsa, hatta ısrar ederlerse bile. Siz siz olun, yine de sakın söylemeyin. Fenerbahçe'ye 6 - 0 yenildikleri maçta rakip Başkan'ın elini sıktı sakın demeyin demiştim.
Eeeee burası Türkiye!
Özhan Canaydın tabii centilmen biri. Sportmen de, spor terbiyesi olan biri de. Kendi geleneklerine, spor geleneklerine de bağlı biri. Ama şanslı biri de. İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, İsveç, Norveç, Danimarka (daha sayalım mı?) vs de Başkan olsaydı, rakip Başkan'ın elini sıktığı için bırakın fair - play'e aday olmayı, habere aday bile olmazdı. Haber de olmazdı. Tabii kimsenin haberi de olmazdı.
Evet, şanslı o, çünkü Türkiye'de. Araştırın bakalım, kim oralarda fair - play'e aday oldu ve niye oldu? Abartmayı seviyoruz. İşte Başkan, işte yönetici dediğin böyle olur. Yok ya. Bir spor kulübü başkanı veya yöneticisi zaten böyle olur. Diğerlerinden (bir kısmını tenzih ediyorum) zaten ne başkan, ne de yönetici olur. Ya da yenildiği (?) maçta rakip başkanın elini sıktı diye fair - play ödülüne aday gösterilen ülke mi olur? Olursa da o ülkenin sporu da işte böyle olur. Sırası gelmişken, ya da ben sırayı bilerek Serdar Bilgili'ye getirmişken. Evet, sırada Serdar Başkan var. Ama önce birkaç satır daha var.
İşte o birkaç satır
Serdar Bilgili de Özhan Canaydın gibi şanslı biri. Kırk yıl düşünse, kırk yıl planlasa böyle gösteri ayarlayamazdı. Önce tribünlerin istediği bir oyuncuyu pek de istemeyerek korka korka almışlardı. Pascal da sanki eski Pascal değildi. Biraz uslanmıştı. Üstelik form da tutuyordu. Bilgili'nin ve yönetimin kafasında Nouma'dan kurtulmak hep vardı. Ama Fransız'ın arkasında da hep o müthiş Beşiktaş taraftarı vardı. Sonra işte o Fenerbahçe maçı. Sonra sonrası da var tabii ama sonrası biraz sonra...
Bilgili'nin taşı ve kuşları
İşte, Fenerbahçe maçı. Gol de atmıştı. Beşiktaşlı'ydı, daha da Beşiktaşlı olmuştu. Eyvah dediler Bilgili ve arkadaşları. İşte şimdi yandık. Hani içlerinden al golünü be Pascal, çık git, yine de 1 - 0 galibiz demek bile geçecekti belki maç bitiminde. Sonrasını biliyorsunuz zaten. Olanlar oldu. Yanan da Fransız oldu.
Bilgili bir taşla kimbilir kaç kuş vurmuştu. Artık Nouma yoktu. Tribünlerden de tepki yoktu. Alırken tribünlerin gönlünü kazanmıştı. Kovarken de herkesin gönlünü kazanıyordu. Federasyon zaten oynatmayacaktı. Şampiyon olsalar kolay kolay kurtulamayacakları Fransız'dan çok da kolay kurtulmuşlardı. İlk günün özür gafı yöneticilerinin zaafı da işte unutulmuştu bile. Başkan, sıradan bir kararla diğer başkanların arasından sıyrılıp tarihe bile geçmişti.(?) Nouma da gelirken yapılan kıyağı giderken kıyak olarak ödüyordu.
Serdar Bilgili de şanslı biri. Bir Fransız'ı yakalayıp Nouma'yı kovduk, tarihe geçtik dese. O da, siz alırken de tarihe geçtiniz Başkan demez mi? Genç biri. Tarzı ile, tavrı ile bence sempatik biri de. Bu son kararlarıyla da bence oldukça başarılı biri de.
Sağımda solumda, önümde arkamda arayan soran onlarca kadın ve o onlarca kadının o onlarca adı. İçimde taaa içimde de onun adı. Daha da kötüsü onun bendeki tadı (unuttu). Bahar da geldi. Sallıyor da beni. Bu köşemdeki fotoğrafın solundaki (size göre sağ oluyor) bu köşecik öyle etkiliyor ki beni. Ve de öyle de yoruyor ki. Bu cuma sizle bile kalabalıklaşamıyorum. Sizle bile paylaşamıyorum. Sizle bile nefes alamıyorum. Ve sizle bile rahatlayamıyorum. Bugün sıkılıyorum, kapalıyım.
SERİ İLANLAR
İmza: Köyün Delisi
SPOR
KIRILMA NOKTASI
At yarışları
Avrupa Ligleri
Potada dev buluşma
2. LİG puan durumu
Detroit seriyi eşitledi
Milli mesai
HEM SUÇLU, HEM GÜÇLÜ!
SARAN ŞOKU
ÖZGÜR ÇOCUK!
KUPA BAYRAMI
HENTBOLDA SOĞUK SAVAŞ
Altın avcısı
Gençler lige döndü
Finalin adı Porto-Celtic
Haber turu...
Benimkisi bir Pascal hikâyesi
Kırmızı alarm
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010