<#comment>#comment>Trendlerinin içlerindeki grup grup friendler (arkadaş) olduğunu sağır, hatta kör, topal, dilsiz sultanlar bile duymuştu. Hüseyin Beşok’un açıklamaları, menajerleri ile de pek friend olmadıklarını gösteriyor. Her biri, her birimi birbiriyle hırlı gürlü. Hani ekip mi, şekip mi onlar, ya da mekip bunlar gibi.
Evet, o mekibin hikayesinin içinde küçük bir hikayecik zaten Beşok’un dedikleri. Federasyon Başkanı ve ekürisinin, head coach ve ekürisiyle, menajerin oyuncuları, oyuncuların birbirleriyle dalaştığı tuhaf bir ekip onlar. Beşok’un basın toplantısında keşke bizden de (Kerem, Hidayet, Hüseyin) biri olsaydı demesi, demeye getirmesi, hadi demese de içinden geçirmesi sorunun ne halde ve ne fena halde olduğunun bilmemnesi değil mi zaten. Tepki olsun da ne şekilde olursa olsuncu biri olarak Hüseyin’in tavrı isyanı hoşuma gitmedi değil tabii. Gitti, hem de çok gitti. Ama kesmedi. Bence bir olsun, pir olsun. Ne olacaksa şimdi olsun. Basın toplantısında körler sağırlar, birbirlerini ağırlar yerine girerler bir odaya, birbirlerine bağırırlar, birbirlerine çağırırlar. Sonra rahatlayıp huzur içinde dağılırlar. Balık bu sefer baştan değil, ortadan, sondan da kokuyor. Ya da tüm
<#comment>#comment>Gece uçuşu mu desem ana dilimize çevirip ? Ya da size anlatsam mı evirip, çevirip. Bu sefer de gittim oraya. Rusya’nın Kızıl Meydan’ı, Kremlin’i, Lenin’i, Stalin’i kadar ünlü burası. Bir restoran - bar orası. Veya bir bar - restoran. İki katlı. Moskova’nın sex - Sa (Sabancı değil, sanayi anlamında) sektörünün devi. Veya 2002 tipi bir randevuevi. Şimdi derseniz eğer herife bak, bize ne anlatıyormuş meğer. Devamını okuyun. Vallahi de billahi de değer.
Hani bir restorana gidersiniz ya, veya bir bara. Bir kadın görüp dersiniz ya "Ah şu kadınla beraber olsam". Orada oluyorsunuz işte. Ya da ah şu kadınla beş - on dakika konuşsam... Orada konuşuyorsunuz işte. İncecik çizgi de o işte Night Flight’ı diğerlerinden ayıran. Kadın madın değil, o felsefeyi satıyorlar size. Giriş 650 ruble (20 dolar) gibi. İçeride onlarca, yüzlerce kadın. Ama ne yanınıza gelen var, ne de rahatsız eden. Arada bir sürü süzen ve bir sürü kesen. Kadını bile siz tavladınız havasında size sunuyorlar. Hani daha içten, daha samimi. Hani sokak dili olsun. Araklıyorum zannediyorsunuz. Araklandığınızı düşünmeden. Sanki şöyle diyorlar: Burada paranız değil, havanız geçer. Düşünün; çok şık bir yerde rahatsız
<#comment>#comment>Felipe erken attırmak istedi bu sefer. Altıncı dakikaydı. Cepten "al da atölardan bir tane daha çekti. Baktı Arif ileride yalnızdı, tekti. Sonra o golün, yani onların attıkları golün tıpkısının aynısı oldu yine. Yine Felipe, yine Felipe’den maçın pası, Felipevari made in Brasil, ince, ipince, incecik ara pası ve sonra... Biliyorsunuz da hoşuma gidiyor böyle yazmak. Bu ikilinin golünü made in Bilgin anlatmak, azmak. Ve tabii Galatasaray’ın Arif’i ve yeni bir Felipe + Arif golünün tarifi.
Gol erken gelince, erken de kaynadı Galatasaray. Üçü Brezilya, bir Kolombiya, bir Meksikalı; yani 5 Güney Amerikalı ve altı Turco. Zaten 100’de değil, 60’da kaynıyorlardı. Dün 50’de kaynadılar. Üstelik Terim, nasıl anlatsam, pokerden, pokerciden mi örnek versem, dersem gülmeyin. Elden gelen iki ası atmış (Vedat - Ümit Karan), iki kart istemiş. Sanki kareyi bozsam da full bulurum demişti. Meksikalı ve yeni Brezilyalı gerçi babalar ligi için getirilmiş, ama ilk prova için analarımızın liginin Kocaeli’si seçilmişti. 29’da yine Felipe sağda topu kapıp, Arif’e verir gibi yapıp, bir bilekle önce sola sapıp, sonra ortaya kayması. Defansın nasıl olsa pas verir deyip durması, Brezilyalı’nın
<#comment>#comment>Burası da Antep - city. Yine o city’lerden biri. Üstelik city’nin gazisi. Tabii mazisi... Ve tabii City’nin hamisi, Celal Doğan yani. Şerifi de o zaten. İlk onu gördük. Tabii çay, may öğle yemeğinde yine onunlaydık. Yani şerif Doğan’laydık. Bana tuhaf geliyor. Önce Milliyet ile TIR’larken her yerde, sonra İzmir’de, Ahmet Priştina ve şimdi de Celal Doğan. Belediye başkanını rüyasında bile görmeyen, göremeyen benim gibi bir İstanbullu için, belki de bugün işte bunun için. Evet, şimdi de sahadakiler için.
Kimi "Hiç olmazsa birisi" diye tutturuyor, kimi de Lorant gibi, üçünden ikisini yanında oturtuyor. Fenerbahçe’nin başlarken Ortega’sızlığı, tabii yeni bir Lorant manasızlığıydı. Ortanın ortasında Steviç, Johnson ile tatsızdı da Kadıköylüler. Topsuzken biri Yugoslav, diğeri Ganalıydı. Ama topla ikisi de Fransızlaşıyordu! Revivo, Serhat ve Brezilyalı’yı üçlüyordu. Kısaca defansı en geride, forveti en beride tabii orta alan da Antep - city’deydi.
Fatih Akyel, 2 milyon dolara takılan sonra moneysiz geri alınan, Preko’nun peşine takılandı. Mustafa Doğan çok erken sararmış, sağ ve sol Cem Karaca ile Ali Güneş’e emanet edilmiş ama herkese de keşke Allah’a emanet
<#comment>#comment>Köyün Delisi’nde; Avrupa Şampiyonası sonrası bir dilekçe yazmıştım;
"Basketbol Milli Takımı’nı eleştirmek istiyorum... Avrupa Şampiyonası öncesi olmaz... Sonrası ayıp olur, hiç olmaz... Daha sonra İndianapolis Dünya Şampiyonası var... O arada hiç ama hiç olmaz. Yok pozitif enerjiymiş, yok negatif sinerjiymiş, mişde neymiş... Sizin için uygun olan bir dönemde, sizleri eleştirebilir miyim..."
Şimdi de 2004’ü mü bekleyelim... Hani Avrupa Şampiyonası var ya İsveç’te... Bakarsınız yine negatif sinerji yayarız sağa - sola... Hani adam hem eciş - bücüşmüş, hem de eğri - büğrü... Üstelik çarpık çurpuk... ‘Ne olacak bu halim doktor’ demiş. ‘Nasıl düzelirim?’ ‘Git’ demiş ‘Camii duvarına işini yap.’
‘Olur mu’ demiş adam, ‘Çarpılmaz mıyım?’
‘Çarpılırsın’ demiş doktor. ‘Çarpılırsın da, düzeleceksen de ancak böyle düzelirsin...’
<#comment>#comment>Yugolar da, en az bizim kadar problemli bir takımdı. Problemleri de; sorunlu oyunculardan kurulu olmalarıydı. Bizden bir farkları vardı; sorunlu olanları sahaya çıkınca, zorunlu da olsa çok çabuk takım oluyorlardı. Hadi takım olmasalar da, takım gibi oluyorlardı. Daha doğrusu bizden daha takım oluyorlardı. Diğer bir farkları da Divac’larıydı tabii... İçerde de olsa dışarda da olsa Divac’dı o. Tuhaf gelecek belki size ama, oynamadığı anlarda daha da faydalı oluyordu takımına. Zaten o yokken daha takım gibi oynuyorlardı. Divac’la, Divac’ın beşi o yokken, Pesiç’inki oynuyordu. Bizde ne eksik diyoruz ya hep... Hani hesapta her şey var ya... İşte eksik olan Divac gibi biri. Oynamasa da oynatan, coachun çaresiz kaldığı anlarda takımı ve benchi rahatlatan.
Divac’ın beşinin ilk üçü, kendisi, Stojakoviç ve Koturaviç idi... Hido’nun iki kankası, yani iki Sacramentolu ilk beşte belki de Hido içindi. Bizimki etkiliniyordu ya onlardan. İşte onun için... Peki ex - Ülkerli Koturoviç ne için ? O da herhalde bizi kahretmek için. Bizim ligden diplomalı o Koturoviç bile attıkça hakikaten kahroluyorduk. İlk beş dakika Yugolar’la başabaş oynadığımız ilk ve son beş dakikaydı veya ilk ve
<#comment>#comment>Önce yanlış şarkı şeçmişiz. Daha doğrusu sözlerine dikkat etmemiş, pas geçmişiz. "Uh, ah Dev Adam, On iki Dev Adam..." Belki şöyle olmalıydı; "Uh, Ah Dev Takım, İşte Dev Milli Takım..." Kafalarına takım kavramı dolmalıydı, doldurulmalıydı. Sonra Kaptan yanlış. Yani; Harun... Yanlış olan Harun değil tabii. Onun kaptan olması. Daha doğrusu o da değil. Diğerlerinin Harun’un kaptanlık tarzına uygun olmaması. İlk aklıma gelen, mesela kaptanın Efe Aydan gibisi. Efe kaptan olsaydı, o molalarda neler olurdu neler... Hani her molada olmasa da, bir kaçında efelense tüm takım sapsarı olur da. Hatta İbo bile. Ya da mosmor ya da kıpkırmızı. Her maçta, her periyodda, hatta her anda renkten renge giren bir Milli Takım. Daha da ‘IN’ olurlardı. Diyeceksiniz Efe Aydan şimdi kel alaka... Peki Orhun da mı, mesela ne alaka... Olmaz belki ama... Hatta yüzde yüz olmaz ama, düşünmedim değil. Deli meli, ama keşke Mirsad kaptan olsa. Benche birazcık hırs heyecan dolsa.
Oyuncusu, coachu, asistanı, anlatanı, yorumlayanı, hatta çoğu olmasa da bir grup yazanı, çizeni... Hiçbirisi hazır değildi de, ama Federasyon Başkanın da hazır olmadığını görmek şaşırttı hepimizi. Demirel dümenden de iki - üç
<#comment>#comment>İkinci periyodun bitimine 1.21 vardı. Skor da 37 - 31 İspanya. Önce gereksiz bir faul yaptık. Sonra Hido’nun teknik faulu. Yani iki atış faul, artı bir de Hido’nunki için. 40 - 31 oldu skor. Top hala İspanyollar’daydı. Kenardan sokacaklardı. Bir üçlük daha yesek 43 olacaklar. Anlamayana, anlamak istemeyene veya anlamamazlığa gelene açık açık, hatta açık saçık bir daha anlatalım. Yani aradaki altı sayı 12 olacaktı.
Dönelim Brezilya maçına. Hido, o Guinnes’e giren hava topuna çıkarken, üç sayı öndeydik. Pasını takımın en kısası Kerem’e atmış, Brezilyalı da kapıp turnikeyi bırakmıştı. Kerem’in faulu turnikenin sosuydu. Ne tuhaf en kısa oyuncu, en kritik yerdeydi. Peki o sırada Aydın Örs veya Çetin Yılmaz nerdeydi ? Denir ya, "hocam nerdesin?" Cevabı da Örs veya Yılmaz versin.
Bir pozisyon, bir pozisyon daha. Machado trajik son üçlüğü atarken, ihale bir switch ile Hido’dan, Mirsad’a kalmış, sonra Mirsad’ın Machado’yu alması, Brezilyalı’nın onu aldatması, bizimkinin bir saniye dalması ve trajik üçlük...
Yine İspanya maçı. İlk devre bitiyor. Ve Çetin Yılmaz’ın teknik faulu geliyor. Maçın içinde olsa tek atış. Ama dışında olduğu için 3. periyodun başında